29/03/2007

Bir metamorfoz öyküsü

Disko dönemi 80’lerde neon renkler gözlerimizi alırken, Olivia Newton John’un ‘Let’s Get Physical’ şarkısı kulaklarımızda çınladı. Aerobik hocamız Jane Fonda video kasetler sayesinde evlerimize konuk oldu. Tayt, tozluk, perma ve saç bandı dendiğinde ilk akla gelen imgenin sahibesi olmanın ötesine geçti. Bir aktivist ve feminist olan Jane Fonda’yla tanışmaya hazır mısınız?

Jane Fonda sinema dünyasındaki ününü ‘Barbarella’ filmine borçlu olsa da hafızalarımızdaki karede aerobik kraliçesi olarak yer alır. Onun adını duyduğumuzda gözümüzün önüne disko müziklerinin eşlik ettiği 1980’lerin neon renklerle süslü kitsch moda akımları gelir. ‘Work Out’ adını verdiği aerobik video serisinde Fonda’nın incecik kaslı vücudunu gören kadınların tek bir amacı vardı: Fonda’nınki gibi bir vücuda sahip olmak. “Dış görünüm her şeyden daha önemli hale geldi.” diyerek dönemin kadınlarının kalbine aerobik çılgınlığının tohumlarını serpen Fonda’nın ismi aerobik sözcüğüyle eşanlamlı hale gelir. Oysa ki Fonda 80’lere gelene kadar birçok farklı kimliğe bürünür ve Hollywood’un ışıltılı dünyasında görmeye pek de alışık olmadığımız yıldızlarından biri olur. İçinde seksi kedi Barbarella’dan politize ve feminist Jane’e kadar birçok değişik karakteri barındırır.

Fonda fenomeni
Bette Davis’in ‘Jezebel’ filminin çekimleri sırasında rolünü rol arkadaşı Henry Fonda’nın yerine beyaz bir duvara karşı canlandırdığı rivayet edilir. Hollywood efsanesine göre bunun sebebi Henry Fonda’nın kızı Jane’in doğumu dolayısıyla seti terk etmesidir. Dönemin ünlü oyuncularından Henry Fonda ve New York yüksek sosyetesinden Frances Ford Seymour’un kızı olarak dünyaya gözlerini açan Jane varlıklı bir ailenin kızı olduğu için doğuştan şanslılar kategorisinde yer alsa da 12 yaşında hayal kırıklığıyla tanışır. Bir klinikte tedavi gören annesinin boğazını keserek intihar etmesinin ardından babasıyla arasında aşılması imkansız buzdağları oluşur. Duygularını göstermekten aciz bir baba olan Henry Fonda için kızı, “Babama duygularımı açtığımda önüne ölü bir hayvan koymuşum gibi tepki verirdi. Yüzüme ‘Bu duygularla ne yapmamı istiyorsun?’ der gibi bakardı.” diyerek duygularını ortaya koyar. Babasının üvey annesine kendisi için çok kalın bacaklı dediğinde Jane kulak misafiri olur konuşulanlara. İki gün boyunca uyuyarak hayatının sonuna kadar aklından çıkmayacak olan bu sözcüklerden kaçmaya çalışır. Bu duydukları onu öylesine etkiler ki vücudundan nefret etmeye başlar. Amerika’nın en prestijli kız okullarından birinde öğrenim görürken zayıflık konusunda takıntılı hale gelerek blumia ve anoreksia gibi hastalıklarla boğuşur.

Beyaz perde aralanıyor
Fonda’nın sinema dünyasının perdesini aralaması altmışlı yıllarda romantik komedi filmlerde rol almasıyla başlar. O zamanki sevgilisi Roger Vadim’in çevirdiği filmlerde seks tanrıçası olarak karşımıza çıkarak bizleri şaşırtır. Vadin-Fonda ikilisinin hafızalarda en çok yer eden filmi Fonda’nın bir çizgi kahramana hayat verdiği kült bilimkurgu filmi ‘Barbarella’ olur. Fonda’nın bu filmden bir yıl sonra başrol oynadığı ‘They Shoot Horses, Don’t They?’ filmini izlemeyenler için Fonda sonsuza dek seks sembolü olarak kalır. Bu filmdeki rolü en iyi kadın oyuncu dalında Oscar adaylığı getirir güzel yıldıza. İki yıl sonra bir fahişeyi canlandırdığı Alan J. Pakula’nın polisiye filmi ‘Klute’ ile Oscar heykelciğini kucaklamayı başarır Fonda. Bir Vietnam gazisinin sevgilisini canlandırdığı 1978 yapımı ‘Coming Home’ filmiyle ikinci kez Oscar heykelciğini avuçlarının içinde hisseder. Aynı dönemde politize yönüyle bir kere daha şaşırtır bizleri. Yıldızlarla süslü samanyolu Hollywood’un en farklı yıldızlardan biri olur Fonda. Seks sembolü olarak parladıktan sonra savaş karşıtı bir feminist olarak yıldızların arasından göz kırpar bizlere.

Politize ve feminist yönüyle Fonda
Fonda 1960’ların sonunda Vietnam Savaşı’na karşı çıktığında Hollywood yıldızlarının sadece ışıltı ve ün peşinde koşmadığını görmüş olduk. 1972 yılında Vietnam’ı ziyaret edip Hanoi radyosu üzerinden Amerika ve dönemin Amerikan başkanı Nixon aleyhine propaganda yapan Fonda’ya ‘Hanoi Jane’ lakabı takılır. Fonda’nın asi ve protestocu ruhu sadece Vietnam Savaşı karşıtlığının simgesi olmakla kalmaz. Amerikan yerlileri ve siyahların haklarını savunurken, kadınlara karşı şiddet uygulanmasına karşı çıkarken ve Filistin-İsrail barışı için mücadele eden örgütlere destek verirken mücadeleci bir Fonda çıkar karşımıza. Yakın zamanda Amerika’nın Irak işgalini protesto etmek için Washington’da düzenlenen bir gösteriye katılan Fonda’nın “Sessiz kalmak artık bir seçenek değil.” sözleri hala tepeden tırnağa politize bir yıldız olduğunun kanıtı olur.

Kraliçe video kasetlerde
80’lerde fit bir vücuda sahip olmak isteyen her kadının oturma odasına konuk olur Fonda. Aerobik kraliçesi, “15 saatlik çalışmanın ardından eve gitmek yerine birkaç saat bale yaparak hem rahatlıyorum, hem de kendimi mutlu hissediyorum. Bu mutluluğu da düzenli spor yaptığım için vücudumun salgıladığı endorfin hormonuna borçluyum.” dediğinde kadınlar sporun hayatlarının merkezinde yer alması gerektiğinin farkına varır. Bu sayede aerobik kıyafetleri kadınların gardıroplarının baş köşesindeki yerini alır. Kitsch aerobik kıyafetler modasının yaratıcısı leopar taytları, mayosu ve tozluklarına eşlik eden Reebok spor ayakkabılarıyla modanın ikonları listesine adını yazdırır.

23/03/2007

Çantanı nasıl taşıdığını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim

Kadim dost çantalar kadınlara her yerde eşlik eden yegane aksesuar. Bir kez bile yarı yolda bırakıp kalplerini kırmadığı için kadınlar erkek arkadaşlarından bile daha çok bağlı çantalarına. Çanta-kadın ikilisinin sıkı fıkı ilişkisinden yola çıkarak kadınların karakter tahlilini yapıyor ve çantaların hislerine tercüman oluyoruz.

Moda manifestosunun ilk maddesine göre çantalar kadınların ayrılmaz bir parçası, gardıropların başköşesinin de sahipleri. Kadınların gardırobuna dahil olan diğer aksesuarlar çantalarla baş edemeyecekleri gerçeğini kabullenerek sessiz sedasız kullanılacakları günü beklerler. Çantalarsa her an her yerde sahibeleriyle birlikte olmanın haklı gururunu yaşarlar. Kadınlar her türlü aksesuarlarından, hatta erkek arkadaşlarından bile vazgeçebilirler. Fakat çantalarından asla…
19. yüzyılın başından bu yana kadınların hayatında yer alan çantaların kült statüsüne yükseleceğinin sinyallerini 1950’lerde almaya başladık. 1957 yılında Monaco Prensesi Grace Kelly hamileliğini kameralardan gizlemek için Hermés çantasıyla karnını kapadığında çantanın ismi Hermés Kelly olarak kültler listesine yazıldı. Coco Chanel’in şubat 1955 yılında dünyaya getirdiği ve ismini doğum gününden alan Chanel 2.55 zincir sapı ve kapitone dokusuyla çanta dünyasının ikonu haline geldi. Hep daha fazlasını isteyenlerin dönemi 1980’ler çantaların altın çağının başlangıcı oldu. “Bana bak!” diye bağıran logolu çantalar gösterişçi tüketimin simgesi haline geldi. 90’lar üçgen logosuyla Prada’nın siyah naylon çantasının zaferine tanıklık etti. Fendi’nin pastanelerdeki baget ekmekler kadar çok satan Baguette isimli çantası da kadınların çanta mönüsündeki yerini aldı. 2000’lere gelindiğinde çantalar modanın altın yumurtlayan tavukları olduklarını kanıtladılar. Tasarımcılar her sezon yarattıkları farklı çanta modelleriyle kadınların kalbini çalmak için yarışır oldu. Böylece, en çok arzulanan ve sahip olunması gereken çanta anlamına gelen ‘it-bag’ terimiyle tanıştık. Artık moda kalesi her sezon en az beş tane ‘it-bag’ tarafından kuşatılıyor. Hollywood’un ışıltı düşkünü isimleri, trendsetter modeller ve şöhretleri üzerlerine bir beden büyük gelen ünlüler çantalarıyla anılıyor.

Çantanızı nasıl taşıyorsunuz?
2000’lerle birlikte statü sembolü olma özelliği daha da öne çıkan çantalar kadınların kişiliği hakkında şaşırtıcı ipuçları veriyor. Bir kadının çantasına bakarak ne tür zevkleri olduğunu, nerelerden alışveriş yapmayı sevdiğini ve hangi sosyal sınıfa mensup olduğunu tahmin etmek hiç de zor değil. Dahası çantanın kullanım şekline göre kadınların karakter tahlilleri bile yapılabiliyor. Çantaların da bu konuda söyleyecekleri var. Gelin onlara kulak verelim.

Kolunda ya da bileğinde taşıyanlar: Çantasını bileğinde taşıyanlar dendiğinde ilk akla gelen isim İngiltere kraliçesi Elizabeth olur. Çantasını taşıyış stili kraliçenin asaletinin simgesidir adeta. Kraliçenin yanı sıra Hollywood’un ve moda dünyasının parlak isimlerinin birçoğu da çantalarını kol ya da bileklerinde taşır. Kraliçe Elizabeth dışında bu kategoride yer alan tüm kadınlar çantalarının markasını gösterme konusunda oldukça hevesli olur. “Sosyal statümü koluma taktım görmüyor musunuz?” edasıyla yürürler. Çantalarının boyutu büyüdükçe statülerinin de yükseldiğini düşünürler. Bu kategoride yer alan kadınların vücut yapıları çantanın boyutuyla ters orantılıdır. Yani, çanta büyüdükçe onu taşıyan kadınların vücutları da şaşırtıcı derecede ufalır. Bakınız: Victoria Beckham, Mary-Kate ve Ashley Olsen, Nicole Richie.
Çantanın hisleri: “Ufukta yeni bir ‘it-bag’ gözüküyor. Miadımı doldurmak üzere olduğumu bilmek çok üzücü. Sahibem beni gardırobun derinliklerinde unutmasa keşke.”

Çapraz takanlar: Çiçek çocukların ruhunu yaşatmak isteyen kadınlar çantalarını çapraz takmayı tercih eder. Özgür ruhlar ve gereksiz tüketime karşı olanlar çantalarını bu şekilde takarak karşı duruşlarını ortaya koyarlar adeta. Çantalarından kitapları ve okuma gözlükleri hiç eksik olmaz. “Kokoş kadınlar bizden uzak durun!” bakışları gözlerinden okunur. Postacı çantalarına etnik kıyafetler ve takılar eşlik eder. Doğallıktan yana olan bu kadınlar bohemya cumhuriyetinin kraliçeleridir.
Çantanın içinden geçenler: “Anladım tüketime karşı ama artık benden sıkılmadı mı? Her yerde ona eşlik etmekten yorgun düştüm. Biraz dinlenmeye ihtiyacım var.”

Omuzda taşıyanlar: Coco Chanel kadınlar için Chanel 2.55’i yarattığında tek amacı onları ellerinde taşıdıkları çantalardan kurtarmaktı. Çantalarını omuzlarında taşıyan kadınların öncelikle modayı kullanışlı hale getiren Coco Chanel’e şükranlarını sunması gerekiyor. Genelde spor giyinmekten hoşlananlar ve iş kadınları çantalarını omuzlarında taşırlar. Bu tip kadınlar abartıdan köşe bucak kaçarlar. Onlar için sadelik gibisi yoktur.
Çantanın söylemek istedikleri: “Sesimi ilk kez duyurmamı sağlayan Coco Chanel’in kalbimde özel bir yeri olduğunu bilmenizi isterim. Yıllardır tek kaygım tüm gün oradan oraya koşturan sahibemin beni bir yerde unutması.”

Elde taşıyanlar: Çantasını elinde taşıyan kadınlar da kolunda veya bileğinde taşımayı sevenler gibi gösterişe meraklı olur. Neyse ki çantalarıyla statüleri arasındaki ilişki konusunda onlar kadar takıntılı olmazlar. Çantalarını insanların gözüne sokmak için uğraşmazlar. Yine de içten içe bir beğenilme tutkuları vardır. Bunun için de dış görünümlerine özen gösterirler. Her daim şık görünmek için ellerinden geleni yaparlar. Portföy çantalarını sıkıca kavrayan kadınlarsa kendilerine güvenir ve girdikleri her ortamda dikkat çekmeyi başarırlar.
Çantanın dilinin ucuna gelenler: “Her sabah evden çıkmadan önce saatlerini aynanın karşısında geçiriyor. Bıktım artık! Ayna ayna söyle bana benden güzel var mı dünyada?”

13/03/2007

Modanın kalp atışları



Modanın kalbi Londra’da atıyor ve bu kalp her atışında moda dünyası yeni bir yetenekle tanışıyor. Son günlerde bu yetenekler arasında en çok konuşulanı Türk moda tasarımcısı Erdem Moralıoğlu.

Nasıl karar verdin moda tasarımcısı olmaya?
Eski Yunan ve Latin edebiyatı okumama rağmen çizim ve ilüstrasyona karşı çok büyük bir tutkum vardı her zaman. Defterlerimin kenarları çizimlerle doluydu. Edebiyat eğitimimi tamamladıktan sonra Kanada’da moda tasarımı okudum. Ardından Londra’ya gelerek Vivienne Westwood’un yanında staj yaptım. Bu stajla birlikte kesinlikle moda alanında ilerlemek istediğime karar verdim. Royal College of Arts’daki master eğitimimin ardından New York’ta Diane von Furstenberg’in yanında çalışmaya başladım. Orada 2 yıl çalıştıktan sonra kendi koleksiyonumu hazırladım. Bu koleksiyonla Eylül ayında İngiltere’de düzenlenen Fashion Fringe yarışmasında birinci oldum. Şubat ayındaki Londra Moda Haftası’nda da ilk koleksiyonumu sergiledim.
Tasarımlarını nasıl tanımlıyorsun?
Kontrastı çok seviyorum. Tüm tasarladıklarım zıtlıklar üzerine kurulu diyebilirim. Maskülenle femineni, yün gibi ağır kumaşlarla uçuşan şifonları karıştırıyorum. Farklı temaların karışımı fikrinden yola çıkıyorum.
Annen İngiliz, baban Türk ve sen Kanada’da yetiştin. Bu karışım tasarımlarına nasıl yansıyor?
Kontrast fikriyle bu kadar yakından ilgilenmemin sebebinin bu olduğunu düşünüyorum. İki farklı kültürün karışımı tüm tasarladıklarıma yansıyor. Kanada’da yaşarken İstanbul’a her gelişimizde Londra’ya da giderdik. Çünkü akrabalarımızın yarısı İstanbul’da, yarısı Londra’daydı. İstanbul ve Londra tasarımlarıma çok şey katan iki şehirdir.
Fashion Fringe yarışması için koleksiyon hazırlarken kazanabileceğine dair bir his var mıydı içinde?
Kesinlikle yoktu. Hep kendi tasarımlarımı yapacağım günün hayalini kurardım. Yarışma için kendi koleksiyonumu hazırlamaya başladığım anda inanılmaz bir özgürlük hissettim. Dolayısıyla, tamamen beni ve benim isteklerimi yansıtan bir koleksiyon oldu.
Yarışma için hazırladığın koleksiyonda romantik ve feminen bir hava hakimdi. Çarpıcı renkler ve uçuş uçuş şifonlardan oluşan bu koleksiyonun ilham kaynağı neydi?
Guy Bourdin fotoğrafları ve Merchant Ivory filmlerinden ilham aldım. Guy Bourdin Merchant Ivory filmlerinden birini yönetse ortaya nasıl birşey çıkardı sorusundan yola çıktım. Sonuçta, içinde Viktoryen dönemden ve 70’lerin parlak renklerinden öğeler barındıran bir koleksiyon ortaya çıktı.
İngiliz modasının asi ruhu Vivienne Westwood’un yanında staj yapmak tasarımcı kişiliğini nasıl etkiledi?
Vivienne Westwood’un tasarım bölümünde staj yapmak müthiş bir tecrübe oldu benim için. Tasarımlarıma en çok katkısı olan şey arşivleri düzenlemekti. Vivienne’ın o güne kadar tasarladığı tüm koleksiyonları organize etme şansını elde ettim.
Peki ya Diane von Furstenberg? Onunla çalışmak nasıldı?
Tasarım ekibinde yer aldığım Diane von Furstenberg ile çalışmak çok keyifliydi. Diane, kadınları çok iyi anlayan ve onların hangi kıyafetin içinde kendilerini rahat hissedebileceklerini çok iyi bilen bir kadındı. Orada çalışmanın bana kattığı en önemli şey kadınların rahatına yönelik tasarımların nasıl yapıldığını görmem oldu.
Hangi olay hayatının dönüm noktası oldu?
Fashion Fringe’i kazandığım anda herşeyin çok farklı bir yönde gelişmeye başlayacağını tahmin etmiştim. Yarışma sonrasında herşey değişmeye başladı. Bir de geçtiğimiz günlerde Vogue dergisi için bir çekime katıldım. O da hayatımdaki sürreal anlardan biri olarak hafızama kazındı.
Şubat ayında ilk kez Londra Moda Haftası’nda yer aldın. Nasıl bir duyguydu?
Şov sonrasında tek hissettiğim inanılmaz bir mutluluk ve heyecandı.
Nelerden ilham aldın sonbahar/kış koleksiyonunu hazırlarken?
Tarihe, özellikle de sanat tarihine karşı çok büyük bir ilgim var. Kütüphanede araştırma yapmayı çok seviyorum. Koleksiyonlarımı oluşturan öğeleri de araştırmalarım sonucunda belirliyorum. Bu koleksiyonu hazırlarken toplumsal cinsiyet ve tarih üzerine araştırmalar yaptım. Fransız yazar ve feminist Barones Dudevant’tan ilham alarak androjeni ve feminenliğe göndermeler yaptım. Ayrıca, devrim sonrası Fransa’sında erkeklerin nasıl giyindiğini inceledim. Bu da koleksiyona maskülen bir dokunuş kattı. Ortaya maskülenlikle feminenliği içinde barındıran bir koleksiyon çıktı. Keskin hatlı vücuda oturan pantolon ve ceketler koleksiyonun erkeksi tarafını simgelerken, kuş baskılı siyah saten elbiseler mağrur bir kadını temsil etti.
International Herald Tribune’den Suzy Menkes ve Sunday Times Style’dan Colin McDowell sonbahar/kış koleksiyonundan övgüyle bahsettiler. Bu övgüler egonla olan ilişkini nasıl etkiledi?
Bu övgüler çok güzel tabi ama o kadar çok çalışıyorum ki bunlar hakkında düşünmeye vaktim olmuyor. Sürekli bir sonraki koleksiyonda neler yapacağımı düşünüyorum. Dolayısıyla, egom diye birşey söz konusu değil. Şu anda bir egoya sahip olacak gücüm yok. Henüz çok yeni ve yolun başında olduğumu düşünüyorum.
Bir sonraki adımın ne olacak?
Kötü şans getireceği için söyleyemem. Defileme geldiğinde görürsün. Çok farklı bir koleksiyon olacağını söyleyebilirim sadece.
Tasarımların Türkiye’de satılmaya başlayacak mı?
Şimdilik İngiltere, Avustralya, Los Angeles ve Suudi Arabistan’da satılıyor. Türkiye’de satılmaya başlamalarını çok istiyorum. Hatta, Türkiye’deki kumaş üreticileriyle çalışmak istiyorum. Paris’te Türkiye’den üreticilerle karşılaştım. Fakat, çok yeni bir tasarımcı olduğum için benimle konuşmadılar bile. Herkes büyük ve ticari şirketlerle çalışmak istiyor. Oysa, ben Türkiye’ye gelmek ve orada da çalışmak istiyorum.

10/03/2007

Sevgili Jean'im


Gardırobunuzun en değerli parçasına bir mektup yazmanızı istesek, mektubunuz “Sevgili Jean’im” diye başlardı hiç şüphesiz.

1873 yılında California madenlerinde çalışan işçilerin kısa zamanda aşınan pantolon sorununa sert kumaşlı ve çapraz dikişli jeanleri dikerek çözüm getiren Alman göçmeni terzi Jacob Davis günümüz kadınlarının gardıroplarının jokerini yarattığından habersizdi. Jean, yıllar içerisinde sosyal statü basamaklarını hızla tırmanarak işçi sınıfından yukarılara doğru yol aldı. Aynı tırmanışı moda dünyasında da gerçekleştirince modanın zirvesinde ve tüm kadınların gardırobunda birçok farklı modeliyle yer almaya hak kazandı.
İpucu...
Peki, nedir jeanleri vazgeçilmez kılan? Öncelikle her kıyafetle rahatlıkla kombinlenebiliyor, şık bir davete katılırken de, alışverişe çıkarken de giyebiliyor olmaları. Jean konusunda kadınların çözmesi gereken tek problem ise vücutlarına uygun jean modelini bulmak. Her kadının Kate Moss’un kürdan bacaklarına sahip olmadığı bir gerçek. Skinny jeanlere gözyaşları içinde bakmak yerine vücut tipinize uygun jeani bulmanız gerekiyor. Yuvarlak hatlı ve geniş basenli olmanız dünyanın sonu değil. Tek yapmanız gereken bol ve skinny jeanlerden uzak durmak. Boru paça jeanleri topuklularla giymek vücudunuzu daha ince gösterir. Minyonsanız ve kısa bacaklarınız varsa, sigaret veya skinny jeanleri kalın topuklu ayakkabılarla giyerek hoş bir görüntü yakalayabilirsiniz. Vücudunuzun üst kısmı genişse çok düşük belli modellerden kaçınmalısınız. Büyük cepli ve ceplerinin üzerinde iş olan bol paça jean modelleri dikkatin vücudunuzun üst bölgesinde toplanmasını engeller. Şayet bacaklarınız ince ve kalçalarınız genişse skinny jeaninizi bir tunik veya babydoll elbiseyle giyerek daha zayıf görünürsünüz.

03/03/2007

Başrollerde moda ve sanat

Dergilerin iki boyutlu sayfalarında yer alan modeller parlak sayfalardan dışarı adım atmaya karar verdi. Bunu gören dergiler de “DVD formatında yer alarak izleyenlere moda neymiş göstermek istiyoruz” dedi. CD’lerin içine giren dergiler bizleri dijital çağın son mucizelerinden biriyle tanıştırıyor. Huzurlarınızda başrollerini moda ve sanatın paylaştığı kısa filmlerden oluşan Fly…

Avrupa’da 1880’lere kadar burjuvazinin tekelinde olan dergiler, yıllar içerisinde sosyal statü basamaklarından aşağı indi ve toplumun her kesiminden insanın evine girdi. Böylece, dergi okumak bir ayrıcalık olmaktan çıktı. Parlak sayfalar, moda ve reklam sektörlerinin de desteğini arkasına alarak kadınların vazgeçilmezi haline geldi. Bugün, moda dendiğinde belki de ilk akla gelen dergiler ve onların sayfalarından kadınlara gülümseyen kıyafetler. Kadınların dikkatini çekebilmek için birçok farklı boyut ve içerikle onların karşısına çıkan dergilerin son numarası ise cd’lerin içine girmek. Gelişme konusunda dur durak bilmeyen teknoloji sayesinde modanın gönüllü elçileri dergiler bu yepyeni formatta sanatla kucaklaşıyor. Modayla sanatın bu sevgi dolu birlikteliği “Sanat öldü, yaşasın moda!” diyen sürrealist ressam Max Ernst’e nispet yapıyor adeta.
New York’ta yılda iki kez çıkmaya başlayan Fly adlı moda DVD’si cd formatında yer alan ilk dergi. Marc Jacobs, Paul Smith ve Martin Margiela gibi moda dünyasının dahilerinin takipçisi olduğu Fly’da bir dergide bulabileceğiniz her şey ve çok daha fazlası var. Moda algılarınızı değiştirmeyi hedefleyen Fly’ın kurucuları yaratıcılığını konuşturmayı seven yetenekli insanlardan aldıkları destekle bu dvd’yi hazırladılar. Fly’ın yaratıcılarından Amelie Noble “Fly sayesinde müzisyenler, stilistler, fotoğrafçılar, moda tasarımcıları ve aktörler yeteneklerini ifade etmenin yeni ve farklı bir yolunu buldular. Böylece farklı disiplinlerden birçok insan bir araya gelerek sanatı başka bir boyuta taşımayı başardı.” diyor.
Fly’ın her sayısında farklı modacıların tasarımları kısa filmlerde hayat buluyor. “Words Remembered” adını taşıyan bu sayıda Louis Vuitton, Fendi, Givenchy, Hüseyin Çağlayan, Yves Saint Laurent, Marc Jacobs ve Boudicca tasarımları Fly’ın avangart kısa filmlerinde modellerin üzerlerindeki yerlerini alıyor. Fly’da kameranın kadrajına yalnız moda hikayeleri takılmıyor. Röportajlar, belgeseller ve müzik videoları da yer alıyor bu yaratıcı çalışmada. Bu sayıda Karl Lagerfeld’le fotoğrafçılık hakkında yapılan röportajla modanın ışıltıya düşkün süper starı dergi sayfalarından çıkarılıyor ve ekrana taşınıyor.
“Words Remembered”a katkıda bulunanlar arasında modanın yıldızlarının yanı sıra Fransız müzisyen Sebastien Tellier, Amerikalı aktör John Malkovich ve İngiliz sanatçı Liam Gillick da bulunuyor. Sanat ve moda dünyasına ismini kocaman harflerle yazdıranları Fly’ın çatışı altında bir araya getirmeyi başaran Noble, yeteneğini farklı bir şekilde ifade etmek isteyen herkese kapılarının açık olduğunu söylüyor.
Lüks markalar da bu kapıdan içeri girmenin yollarını arıyor. Koleksiyonlarını kısa filmler halinde sergileyerek farklı bir pazarlama stratejisi izlemek isteyen büyük markalar Fly’la işbirliği yapmak istiyor. Bu istekleri göz önüne alan Fly ekibi Fly Creative Studio’yu kurdu. Noble “Bizi en çok şaşırtan Fly’ı izleyen büyük markaların bizimle çalışmak istemeleri oldu.” diyor. Bana kalırsa bir sonraki Marc Jacobs koleksiyonunu David Lynch filmi formatında izlerseniz hiç şaşırmayın.
Peki, Fly moda dergilerini tahtından edecek mi? Yazılı basının kraliçeleri dergileri nasıl bir gelecek bekliyor? Bill Gates’e soracak olursak gelecekte yazılı basın tarihin tozlu sayfalarında yer alacak sadece. Gates’e göre 50 yıl içinde kağıt tarih olacak ve onun yerini Gates’in tablet adını verdiği minik çipler alacak. Tabletlerde ihtiyacımız olan tüm bilgiyi taşıyacağız. Gazete ve dergilerimiz de tabletlerin içine girecek. Gates’in tahminleri doğru çıkarsa Jetsonların yaşam tarzı çok da uzak değil bizlere. Jetson’lara bir adım daha yaklaşmak isteyenler işe Fly DVD’yi izleyerek başlayabilir. Ama siz siz olun kraliçelerin taçlarını ellerinden almaya kalkmayın.