26/07/2016

Naomi'nin savaşı


İşinin ehli bir heykeltıraşın elinden çıkmışçasına zamana kafa tutan bir fizik. Modanın statükosuna karşı başkaldıran, mücadeleci bir ruh. Naomi Campbell, siyah modellerin yadsındığı 80’lerde, moda dergilerini ve podyumları azmi ve güzelliğiyle kuşattı. Teslimiyet halen sürüyor.

Yıl 1988. Vogue Paris, provokatif ve ayrıksı kimliğine henüz kavuşmamış olacak ki, 23 yaşındaki Naomi Campbell’ı kapağa taşıyıp taşımamakla ilgili tereddüt yaşıyor. Tasarımcı Yves Saint Laurent bir tehdit savuruyor ve bunun gerçekleşmemesi durumunda dergiye vereceği tüm reklamları durduracağını söylüyor. Böylece Campbell, derginin kapağına çıkma “şerefine erişen” ilk siyah model oluyor. Bir yıl sonra, Vogue Amerika’nın en tantanalı sayısında (meşhur Eylül sayısı) da yine bir ilk gerçekleşiyor. Modanın öznesi olarak seçilen “ideal” modellerin arasında Campbell, dişli bir kısrak gibi başkaldırmaya başlasa da mücadelesi hiç bitmiyor. Bugün dahi modada siyah modeller eşit şekilde temsil edilene kadar emekliliğe niyeti olmadığını söylüyor. Geçtiğimiz yıl, moda fotoğrafçısı Nick Knight’la yaptıkları bir söyleşide, “Irkçılık kelimesini kullanmaktan hoşlanmıyorum bile. Bunu mülkiyetçilik olarak adlandırıyorum. İnsanlar ideallerini değiştirip daha açık görüşlü olmak ve güzel bir modeli ten rengine bakmaksızın seçmek istemiyorlar” dedi. Haksız sayılmaz. Ünlü markaların 2016 ilkbahar-yaz kampanya çekimlerindeki mankenlerin yüzde 78,2’si beyaz. Yani, sözde çeşitliliğe kucak açmış görünen moda sistemi, uyguladığı çifte standarda sadık kalmayı sürdürüyor.


Erken başlayan moda kariyeri
Jamaicalı dansçı bir annenin kızı olan Naomi Campbell babasını hiç tanımadı. Londra’da, üzerinde üniformasıyla okul çıkışında arkadaşlarıyla takılırken, bir modellik ajansı tarafından keşfedildiğinde 15 yaşındaydı. 16’sında çekimler için Paris’e gidip gelmeye başlamıştı bile. Bu seyahatlerden birinde başından geçenleri kendi cümleleriyle anlatıyor: “Bir keresinde tüm param çalındı. Şehirde kimseyi tanımıyordum. Çekim esnasında tanıştığım bir model, prova için bir tasarımcının atölyesine gidiyordu; beni de çağırdı. Azzedine Alaia’yı böyle tanıdım. Elbette kim olduğuna dair en ufak bir fikrim yoktu. Azzedine’e, Londra’dan yeni geldiğimi ve tüm paramı çaldırdığımı anlattığımda bana evinde kalabileceğimi söyledi. Ertesi gün oraya taşındım. Sanırım hayatımdaki baba figürünün eksikliğinden ötürü, saygı duyduğum ve hayran olduğum erkeklerde babacan tavırlar arıyorum. Bu, ‘papa’ (baba) diye çağırdığım Azzedine için de geçerli. O da bana ‘ma fille’ (kızım) diye seslenir.” Bu alıntı, modelin hayatının ve kariyerinin tam anlamıyla bir retrospektifi olan iki ciltlik, sınırlı sayıda basılan Naomi Campbell kitabından.



Kitabın 496 sayfalık ilk cildinde, 80’lerden 2000’lere kadar Campbell’ı fotoğraflamış olan Helmut Newton, Patrick Demarchelier, Steven Meisel, Mario Testino, Peter Lindbergh, Richard Avedon ve Jean Paul Goude gibi çok sayıda duayen fotoğrafçının ikonik kareleri yer alıyor. Otobiyografi niteliğindeki ikinci ciltteyse, Londra’daki çocukluk günlerinden, Alaia ve Gianni Versace’yle arasındaki yakın ilişkiye, 90’ların top model klanının bir parçası olduğu zamanlardan, moda çekimlerinin arka planında yaşananlara kadar özel hayatına dair detaylar yer alıyor.  



Daima zirvede kalmak
Modellik kariyerinin bir miadı olduğu herkesçe bilenen bir gerçek. Top modeller bile belirli bir yaştan sonra alternatif mesleklere geçiş yapıyorlar. 45 yaşındaki Naomi Campbell bu konuda bir istisna. Kate Moss’u da anmadan olmaz. Her ikisi de halen podyuma çıktıklarında birer ilahe muamelesi görüyor. Campbell’ın fiziksel kusursuzluğa sahip olmasını bir kenara koyarsak, en büyük başarılarından birinin, kariyerini zedeleyebilecek her türlü talihsizliği lehine çevirebilme gücü olduğunu söyleyebiliriz. Söz gelimi, 1993’te Vivienne Westwood defilesinde 30 santimlik platform topuklularla yere kapaklandığında moda tarihine bir çentik atmış oldu. Talihsizlik mi demiştik? Düşüşü o kadar “başarılıydı” ki başka tasarımcılar da ün kazanmak için defilelerinde bunu yapması konusunda Campbell’a yalvardılar.  

Öfke patlamaları gazete sayfalarına taşındığında itibarının yerle bir olduğu düşünüldü. 2007’de, hizmetçisine cep telefonu fırlattığı için kamu hizmeti cezasına çarptırıldı. Basın onu tefe koymuşken ve paparazziler cezasını çekmeye gittiği binanın etrafını abluka altına almışken Campbell beklenmedik bir hamle yaptı. Orada, Steven Klein’ın kendisini fotoğraflamasına izin verdi. W Magazine’ın Haziran 2007 sayısında The Naomi Diaries (Naomi Günlükleri) başlığıyla çıkan çekime, ünlü modelin beş gün boyunca yerleri temizleyerek hizmet verdiği zamanı anlattığı yazı eşlik etti. “Cezamı çekmeye giderken giydiğim kıyafetlerle, içeri girdiğimde yapacaklarım arasında hiçbir bağlantı yok. Ne yapmamı bekliyorlar? Pasaklı görünmemi mi? Hayatım boyunca öyle görünmedim ki.” Kendisiyle yüzleştiği yazıda, erken yaşta başladığı kariyerini, lunaparkta inişli çıkışlı giden bir hızlı trene benzetti. 23’ünde uyuşturucu kullanmaya başladığını itiraf etti. “Kısa süre sonra, kötü bir olaydan kaçmak ya da onunla baş etmek için uyuşturucuya başvurmaya başladım. Alkol ve uyuşturucu bağımlılığım için ilk kez 1999’da tedavi gördüm.” Kanımca yazının en vurucu itirafı, yüzeyin altında kendi içine ve derinine hiç bakmadığını söylemesiydi. İçe dönmek hangi insan için kolay ki? Görüntülerin hakimiyetindeki moda dünyasında, zirvedekilerden biri için biraz daha zor belki de.

Son olarak, Campbell’a popüler kültürün penceresinden bakarak, onu öfke kontrolü sağlayamayan kaprisli bir diva gibi görmek kolaycılığından kaçmak için sözü, moda dünyasının en saygı uyandıran moda tasarımcılarından Azzedine Alaia’ya bırakıyorum: “Naomi’yi ilk tanıdığınızda onun devamlı savunma halinde olduğunu düşünebilirsiniz. Zorluğuyla nam salmış olsa da aslında hiç zor değildir. Şefkate ve sevgiye ihtiyaç duyan çok kırılgan biridir. Kaprisli olmak için haklı nedenleri var.”

*Vogue Türkiye Haziran 2016 sayısında yayınlandı.