O, olağanüstü sesiyle kalpleri akort etme yetisine sahip bir şantözdü. Onu dinleyenlerin kalpleri daima muhteşem bir armoni içinde çarptı. Şimdi gözlerinizi kapayın ve bu sese kulak verin. Huzurlarınızda hayatı boyunca aşkın ve melodilerin peşinden koşan Edith Piaf, nam-ı diğer ‘Kaldırım Serçesi’.
Şarkılarından birinde “Kalbim” der Edith Piaf, “bir sokağın köşesinde ve sık sık kaldırımın kenarındaki oluğa doğru yuvarlanıyor.” Tıpkı kalbi gibi Piaf da sokaklara aitti. Büyüleyici sesi, önce Paris’in kenar mahallelerindeki kaldırım taşlarına çarparak yankılandı. 1935 yılında ünlü bir gece kulübünün sahibi tarafından keşfedildiğinde Paris’in görkemli caddesi Champsélysées yakınlarındaki Rue Troyon adlı küçük bir sokakta şarkı söylüyordu. Hayat hikayesi sokaklarda başlayan bu kadın, minyon görüntüsünün ardında güçlü bir dev gizlediğini yıllar içinde gösterecekti. Onu en iyi anlatan, Fransız yazar ve sanatçı Jean Cocteau’nun sözleri olur. Cocteau, arkadaşı Piaf’ı bir doğa olayına benzetir ve ondan, “Yağan yağmuru, uğuldayan rüzgarı veya geceyi saran ay ışığını andıran bir güce sahip olan şantöz” diye bahseder.
Bir serçe doğuyor
Efsaneye göre Edith Gasson, 1915 yılında Paris’in Rue de Belleville mahallesinin kaldırımlarında dünyaya gözlerini açtı. Sokaklarda şarkıcılık yapan annesi Anetta Giovanna Maillard ve akrobat babası Louis Gasson tarafından terk edildiği için çocukluğu Normandy’de genelev işleten büyükannesinin yanında geçti. Kadın-erkek ilişkilerine dair ilk fikirlerine bu genelevde sahip olan Edith, yıllar sonra kaleme aldığı otobiyografisi ‘My Life’ta, “Bu şekilde yetiştirilmek beni hisli bir insan haline getirmedi. Bir erkek kadına işaret verdiğinde kadının asla reddetmemesi gerektiğini düşünmeme neden oldu” der.
Anne ve babası hayatını sokaklarda kazanan Edith, onları neredeyse hiç tanımamasına rağmen ailesinin izinden gitti. 7 yaşında sokaklarda gösteriler yapan babasının yanında şarkı söylemeye başladı. Yıllar sonra ‘bitmez tükenmez yürüyüş’ olarak adlandırdığı 1930-35 yılları arasında arkadaşı Simone Berteaut ile birlikte sokak şarkıcılığı yaptı. Sokaklarda geçen günlerinden birinde ona ‘Kaldırım Serçesi’ ismini takan gece kulübü sahibi Louis Leplee, Edith’in insanın içine işleyen yoğunluktaki sesinin farkına vardı. Böylece, bu büyüleyici ses, Edith Piaf ismini alarak Paris’in en ünlü gece kulüplerinden birinde Parislileri mest etmeye başladı.
Başarı basamakları
“Benim için şarkı söylemek bir tür kaçış. Şarkı söylemeye başladığım anda yeryüzü yerine bambaşka bir dünyada oluyorum” diyen Piaf’ı başarıya giden dik yokuşu tırmanırken yaşadıkları hiçbir zaman yolundan döndüremedi. 1936’da akıl hocası Leplee bir cinayete kurban gittiğinde Piaf’ın yıldızı yeni yeni parlamaya başlamıştı. Şüphelilerden biri olarak ifadesinin alınması kariyeri açısından bir tehdit oluştursa da Raymond Asso adlı iş adamı sayesinde sarsılan şöhretini ve başarısını pekiştirdi. Asso, evli olmasına rağmen Piaf’la yaşadığı tutkulu aşk, Piaf’ın erkeklere olan düşkülüğünün kanıtlarından biri oldu.
Piaf’a göre “yerlisi olduğu Fransa’da, onunla aynı dili konuşan ve onu anlayan insanların arasında başarılı olmak önemsizdi.” II. Dünya Savaşı sırasında Paris’te birçok kabare perdelerini kapatmadığı için Piaf’ın sahnelerdeki gücü katlanarak arttı ama bu, onun için yeterli değildi. 1947’de New York’a gittiğinde beklediği ilgiyle karşılanmaması onu yıldırmadı. International Herald Tribune gazetesinin müzik eleştirmeni Virgil Thomson’ın Piaf hakkında yazdığı yazı, Amerikalıların da ‘Kaldırım Serçesi’nin farkına varmalarını sağladı. Piaf 42 yaşına geldiğinde dünyanın en çok kazanan kadın solisti olması kaçınılmazdı.
Aşkı ararken
Hayatı boyunca aşkın peşinden koşan Piaf’ın aşk hayatında açan çiçekler, ünlü şarkısı ‘La Vie En Rose’daki kadar toz pembesi olmadı. Piaf’ın aşk sözlüğünde ‘sadakat’ kelimesine yer yoktu. Onu 16 yaşında tanıyan en yakın arkadaşlarından biri Ginou Richer, “Edith erkeklere bayılır” demişti. Aşık olma konusunda hızına kimsenin yetişemediği Piaf, sıra terk etmeye geldiğinde de elini çabuk tutardı. Belki de çocukluğunda ailesi tarafından terk edildiği için sevgililerini terk eden daima Piaf oldu. Hayatına giren erkeklerin çokluğu nedeniyle hafifmeşrep olarak anıldı.
Piaf, gerçek aşkın tadına bakma fırsatını Amerika’da yakaladı. Büyük aşkı Fransız boksör Marcel Cerdan, Piaf’ın deyimiyle kendisini zehirleyen keder ve ümitsizliği alıp götürdü. Cerdan’ın tanıştıkları sırada evli ve üç çocuklu olması ilişkilerine engel teşkil etmedi. Fakat tıpkı Piaf’ın Ces’t L’amour şarkısında söylediği gibi “Gözyaşı olmadan aşk üzerinde hak iddia edilemezdi.” Piaf’ın aşkında gözyaşlarını getiren Cerdan’ın bir uçak kazasında hayatını kaybetmesi oldu. Yaşadığı üzüntü onu öylesine etkiledi ki alkol ve uyuşturucuya olan bağımlılığı daha da arttı. Yorgun, hasta ve bağımlı Piaf sahnelere veda etmek zorunda kaldı.1963 yılının ekim ayında hayata gözlerini yumduğunda arkadaşı Richer, “Edith 47 yaşında öldü ama herkesten dört kat daha hızlı yaşadı. İşte bu yüzden çok yaşlı bir kadın olarak bu dünyadan göç etti” dedi.
Piaf beyazperdede
Edith Piaf’ın trajik yaşamı Olivier Dahan yönetmenliğindeki ‘La Vie En Rose’ adlı filmle beyazperdeye yansıdı. Dahan, filmde Piaf’ın başarılı olmak için verdiği mücadeleyi ve aştığı engelleri anlatırken onun eroin ve alkole olan bağımlılığını gösteren karanlık yönünü de gözler önüne serdi. Piaf rolü sayesinde ‘En İyi Kadın Oyuncu’ Oscar’ını kucaklayan Marion Cotillard, filmde Piaf’ın çok katmanlı karakterini ortaya koymaya çalıştığını söylüyor. Cotillard’a göre Piaf’ın ölümden bile daha çok korktuğu tek bir şey vardı, o da yalnız kalmak.
Şarkılarından birinde “Kalbim” der Edith Piaf, “bir sokağın köşesinde ve sık sık kaldırımın kenarındaki oluğa doğru yuvarlanıyor.” Tıpkı kalbi gibi Piaf da sokaklara aitti. Büyüleyici sesi, önce Paris’in kenar mahallelerindeki kaldırım taşlarına çarparak yankılandı. 1935 yılında ünlü bir gece kulübünün sahibi tarafından keşfedildiğinde Paris’in görkemli caddesi Champsélysées yakınlarındaki Rue Troyon adlı küçük bir sokakta şarkı söylüyordu. Hayat hikayesi sokaklarda başlayan bu kadın, minyon görüntüsünün ardında güçlü bir dev gizlediğini yıllar içinde gösterecekti. Onu en iyi anlatan, Fransız yazar ve sanatçı Jean Cocteau’nun sözleri olur. Cocteau, arkadaşı Piaf’ı bir doğa olayına benzetir ve ondan, “Yağan yağmuru, uğuldayan rüzgarı veya geceyi saran ay ışığını andıran bir güce sahip olan şantöz” diye bahseder.
Bir serçe doğuyor
Efsaneye göre Edith Gasson, 1915 yılında Paris’in Rue de Belleville mahallesinin kaldırımlarında dünyaya gözlerini açtı. Sokaklarda şarkıcılık yapan annesi Anetta Giovanna Maillard ve akrobat babası Louis Gasson tarafından terk edildiği için çocukluğu Normandy’de genelev işleten büyükannesinin yanında geçti. Kadın-erkek ilişkilerine dair ilk fikirlerine bu genelevde sahip olan Edith, yıllar sonra kaleme aldığı otobiyografisi ‘My Life’ta, “Bu şekilde yetiştirilmek beni hisli bir insan haline getirmedi. Bir erkek kadına işaret verdiğinde kadının asla reddetmemesi gerektiğini düşünmeme neden oldu” der.
Anne ve babası hayatını sokaklarda kazanan Edith, onları neredeyse hiç tanımamasına rağmen ailesinin izinden gitti. 7 yaşında sokaklarda gösteriler yapan babasının yanında şarkı söylemeye başladı. Yıllar sonra ‘bitmez tükenmez yürüyüş’ olarak adlandırdığı 1930-35 yılları arasında arkadaşı Simone Berteaut ile birlikte sokak şarkıcılığı yaptı. Sokaklarda geçen günlerinden birinde ona ‘Kaldırım Serçesi’ ismini takan gece kulübü sahibi Louis Leplee, Edith’in insanın içine işleyen yoğunluktaki sesinin farkına vardı. Böylece, bu büyüleyici ses, Edith Piaf ismini alarak Paris’in en ünlü gece kulüplerinden birinde Parislileri mest etmeye başladı.
Başarı basamakları
“Benim için şarkı söylemek bir tür kaçış. Şarkı söylemeye başladığım anda yeryüzü yerine bambaşka bir dünyada oluyorum” diyen Piaf’ı başarıya giden dik yokuşu tırmanırken yaşadıkları hiçbir zaman yolundan döndüremedi. 1936’da akıl hocası Leplee bir cinayete kurban gittiğinde Piaf’ın yıldızı yeni yeni parlamaya başlamıştı. Şüphelilerden biri olarak ifadesinin alınması kariyeri açısından bir tehdit oluştursa da Raymond Asso adlı iş adamı sayesinde sarsılan şöhretini ve başarısını pekiştirdi. Asso, evli olmasına rağmen Piaf’la yaşadığı tutkulu aşk, Piaf’ın erkeklere olan düşkülüğünün kanıtlarından biri oldu.
Piaf’a göre “yerlisi olduğu Fransa’da, onunla aynı dili konuşan ve onu anlayan insanların arasında başarılı olmak önemsizdi.” II. Dünya Savaşı sırasında Paris’te birçok kabare perdelerini kapatmadığı için Piaf’ın sahnelerdeki gücü katlanarak arttı ama bu, onun için yeterli değildi. 1947’de New York’a gittiğinde beklediği ilgiyle karşılanmaması onu yıldırmadı. International Herald Tribune gazetesinin müzik eleştirmeni Virgil Thomson’ın Piaf hakkında yazdığı yazı, Amerikalıların da ‘Kaldırım Serçesi’nin farkına varmalarını sağladı. Piaf 42 yaşına geldiğinde dünyanın en çok kazanan kadın solisti olması kaçınılmazdı.
Aşkı ararken
Hayatı boyunca aşkın peşinden koşan Piaf’ın aşk hayatında açan çiçekler, ünlü şarkısı ‘La Vie En Rose’daki kadar toz pembesi olmadı. Piaf’ın aşk sözlüğünde ‘sadakat’ kelimesine yer yoktu. Onu 16 yaşında tanıyan en yakın arkadaşlarından biri Ginou Richer, “Edith erkeklere bayılır” demişti. Aşık olma konusunda hızına kimsenin yetişemediği Piaf, sıra terk etmeye geldiğinde de elini çabuk tutardı. Belki de çocukluğunda ailesi tarafından terk edildiği için sevgililerini terk eden daima Piaf oldu. Hayatına giren erkeklerin çokluğu nedeniyle hafifmeşrep olarak anıldı.
Piaf, gerçek aşkın tadına bakma fırsatını Amerika’da yakaladı. Büyük aşkı Fransız boksör Marcel Cerdan, Piaf’ın deyimiyle kendisini zehirleyen keder ve ümitsizliği alıp götürdü. Cerdan’ın tanıştıkları sırada evli ve üç çocuklu olması ilişkilerine engel teşkil etmedi. Fakat tıpkı Piaf’ın Ces’t L’amour şarkısında söylediği gibi “Gözyaşı olmadan aşk üzerinde hak iddia edilemezdi.” Piaf’ın aşkında gözyaşlarını getiren Cerdan’ın bir uçak kazasında hayatını kaybetmesi oldu. Yaşadığı üzüntü onu öylesine etkiledi ki alkol ve uyuşturucuya olan bağımlılığı daha da arttı. Yorgun, hasta ve bağımlı Piaf sahnelere veda etmek zorunda kaldı.1963 yılının ekim ayında hayata gözlerini yumduğunda arkadaşı Richer, “Edith 47 yaşında öldü ama herkesten dört kat daha hızlı yaşadı. İşte bu yüzden çok yaşlı bir kadın olarak bu dünyadan göç etti” dedi.
Piaf beyazperdede
Edith Piaf’ın trajik yaşamı Olivier Dahan yönetmenliğindeki ‘La Vie En Rose’ adlı filmle beyazperdeye yansıdı. Dahan, filmde Piaf’ın başarılı olmak için verdiği mücadeleyi ve aştığı engelleri anlatırken onun eroin ve alkole olan bağımlılığını gösteren karanlık yönünü de gözler önüne serdi. Piaf rolü sayesinde ‘En İyi Kadın Oyuncu’ Oscar’ını kucaklayan Marion Cotillard, filmde Piaf’ın çok katmanlı karakterini ortaya koymaya çalıştığını söylüyor. Cotillard’a göre Piaf’ın ölümden bile daha çok korktuğu tek bir şey vardı, o da yalnız kalmak.
YKMAGAZİN 05