08/12/2014

Moda hayatta mı?

Istanbul Fashion Incube tasarımcılarına danışmanlık vermek üzere şehre gelen Belçikalı tasarımcı Walter Van Beirendonck’la günümüz modasının ahvalini ele aldık.  


Erkek modasını uçlara taşımaktan çekinmeyen bir tasarımcı Walter Van Beirendonck. Tasarımlarıyla, zamanın sosyo politik olaylarına kendine has oyunbaz üslubuyla tepki veriyor. Tasarımcı kimliğinin yanı sıra Antwerp’te bulunan Royal Academy of Fine Arts’ta profesör olan Van Beirendonck, moda tasarımcısı adaylarını yetiştiriyor. 30 yıl önce ziyaret ettiği İstanbul’a bu kez geliş nedeni İstanbul Fashion Incube’un 10 tasarımcısıyla görüşüp onlara yön vermekti. Tasarımcılara verdiği en iyi öğüt, moda alanında çalışan herkesin kulağına küpe olacak türden: “Sabırlı olun, çok çalışın ve başarmak istediğiniz şeye odaklanın. Moda dünyasında hiçbir şey kolay değildir!”

Şu anki halet-i ruhiyeniz nasıl?
Uzun bir döngünün sonundaymışım gibi hissediyorum. Bir yandan yorgunum, diğer yandan da yaptığım işlerin sonuçlarından memnunum. İki haftalık tatilin ardından eylül ayıyla birlikte yeni bir döngüye giriş yaptım. Bir işkolik olduğumu itiraf etmeliyim. Çok sayıda farklı işle aynı anda uğraşmaktan zevk alıyorum ve bu bana enerji veriyor.
Modanın son zamanlardaki ruh hali hakkında ne düşünüyorsunuz?
Genel olarak biraz sıkıntılı çünkü para, pazarlama ve lüks holdinglerin boyunduruğu altında. Yaratıcılık geri plana düşmüş durumda. Farkını ortaya koymaktan çekinmeyen genç tasarımcıları özlüyorum. Bugün moda dünyasına baktığımızda en ses getiren işleri oldukça yaşlı tasarımcıların yaptıklarını görüyoruz. Yeni tasarımcılar ve yetenekler olmasına rağmen korkarım ki seslerini duyuramıyorlar. 


1990 ilkbahar-yaz koleksiyonunuzla birlikte modanın öldüğünü ilan etmiştiniz. Şova katılanlara dağıtılan gazete Walter Worlwide News’in manşetinde “Modayı kim öldürdü? Tecavüz ya da seks cinayeti?” diye sormuştunuz. Bu cinayetin faillerini bulabildiniz mi?
Moda dünyasına karşı eleştirilerim olduğu için bu sloganı seçmiştim. Bu dünyayı halen eleştirmeye devam ediyorum. Lüks moda holdinglerini canavar olarak adlandırmaya cüret edebilecek çok fazla tasarımcı olduğunu sanmıyorum. İnsanlar, öyle bir gazete dağıtmamın pazarlama stratejisi olduğunu düşünebilirler. Oysa ki bu tür şeyleri üzerlerinde çok fazla düşünmeden tamamen spontan bir şekilde gerçekleştiriyorum. İlk başta bana Belçika’dan gelen, acayip şeyler tasarlayan tuhaf adam gözüyle bakılıyordu. Neredeyse 30 yılın ardından yaptıklarımda belirli bir vizyon olduğunu anlamaya başladılar.
Moda, dev bir sektöre dönüştü. Bu sektörün bir parçası mısınız? Yoksa yabancısı mısınız?
Hem bir parçası hem de yabancısıyım. Her koleksiyonumun bir hikayesi olması benim için çok önemli. Dünyada olup bitenlere karşı tepkimi gösterebildiğim, sesimi duyurabildiğim koleksiyonlar... Aslında bu da beni biraz “yabancı” kılıyor.
1985’ten bu yana Antwerp’te Royal Academy of Fine Arts’ta eğitmensiniz. İstanbul’da da Fashion Incube’un tasarımcılarına danışmanlık verdiniz. Moda eğitimi alanların ve genç tasarımcıların ezberbozan yaklaşımlara sahip olmaları artık biraz daha mı zor?
Aslında çok fazla imkanları olduğunu düşünüyorum. Araştırma yapmak, seyahat etmek ve ilham bulmak için bir sürü olanakları var. Ancak dünyada olanlar zihinsel anlamda onları yoruyor. Savaşlar, doğa olayları, ırkçılık... Tüm bu dramatik olaylar belirli bir gerilime neden oluyor. Çağımızın tehdidi bu bence. Bunlarla birlikte tek bir şeye odaklanarak yaratıcı olabilmek genç tasarımcılar için zor.
Türkiye’nin ilk moda girişimcilik merkezi olma özelliğine sahip İstanbul Fashion Incube’da tasarımcılarla yaptığınız birebir görüşmelerin ardından izlenimleriniz nasıl?
Koleksiyonların çoğunun kalitesinden ve tasarımcıların uluslararası pazarda varolma azimlerinden etkilendim. Çok azının kendi kültürlerinden ilham alıyor olmasına şaşırdım. Şahsen Türk geleneklerini, yerel kostümleri, Osmanlı kumaşlarını ve desenlerini çok seviyorum.
Tasarımlarınıza geri dönecek olursak sanat, müzik, teknoloji ve popüler kültürün değişik öğelerinden etkileniyorsunuz. En çok neler ilgi alanınıza giriyor?
Kabileler ve ritüeller benim için çok önemli. Papua Yeni Gine’de yaşayan bir kabileyi, herhangi bir altkültürden daha ilham verici buluyorum.


Irkçılığa dikkat çekmek istediğiniz 2014 sonbahar-kış koleksiyonunuza Crossed Crocodiles Growl adını verdiniz.  Mesajınızı tasarladıklarınızla nasıl ilettiniz?
Koleksiyonun üzerinde çalışırken Putin, eşcinsel karşıtı propaganda yasası çıkardı. Ben de bunu çok güçlü bir şekilde podyuma taşımak istedim. Stop Racism sloganını Rusça, Arapça ve İngilizce olarak sprey boyayla tüylü şapkaların üzerine yazdım. Bence her yaratıcı bireyin sesini yükselterek olayların değişimine önayak olması gerekiyor.
Defilelerinizde erkekleri topuklu ayakkabı, korse ve etek giymiş olarak gördük. Genel cinsiyet algılarını yıkmak sizin için ne kadar önemli?
Cinsiyet her zaman ilgilendiğim konulardan oldu. Geçmişte cinsiyetle alakalı görüşlerimi daha çok ifade ederdim. Döngüsel olarak çalışıyorum ve zaman zaman cinsiyet bu döngülerin içinde daha yoğun bir şekilde yer alıyor. Bunları yaparken erkek modasının sınırlarını zorlamayı da her zaman hedefledim. Bu sınırın çok hassas olduğunu biliyorum ve onun üzerine basmaya da hiç niyetlenmedim.
Kadın modası çok daha esnekken daha konvansiyonel olan erkek modasını seçmenizin sebebi nedir?
Erkeklerin sınırlarını değiştirmenin daha cazip olduğunu düşünüyorum.


30 yıldır tasarım yapıyorsunuz. Geriye dönüp baktığınızda “Geçmişte daha gözü kara ve deneyseldim” diyor musunuz? Yaşla cesaret arasında bir ilişki var mı?
Üç yıl önce Antwerp ve Melbourne’da Dream the World Awake adlı retrospektif sergim oldu. Tabii ki o zaman geriye dönüp baktım. Kariyerimin ilk 10 yılında daha cesur olduğumu görebiliyorum. Cüretkar şeyler yapma konusunda hevesliydim. Diğer taraftan yaşlandıkça olgunlaşıyorum ve bazı şeyleri yapmam daha kolay hale geliyor. Bugün, 20 yıl önce yapamadıklarımı gerçekleştirebiliyorum. Sanırım yaşlanmak bana iyi geldi.
Sokak modası markalarından biri bir tasarımınızı kopyaladığında bunu markanızın Facebook sayfasında “We hate copycats” (Taklitçilerden nefret ediyoruz) yazarak afişe ettiniz. Taklit edilmekten korunmanın bir yolu var mı?
Ben kolay kopyalanabilen giysiler tasarlamıyorum ama yine de taklitler ortaya çıkıyor. Müşterilerin artık heyecan arayışı içinde olduklarını görüyorum. Sıradan markalarda heyecan bulamazsınız. Ancak bu, kopyalama gerçeğini değiştirmiyor. Bunu herkes biliyor ve kabulleniyor. Sokak modası markaları ilk başta biraz çekimserdiler. Rei Kawakubo ve Karl Lagerfeld gibi tasarımcılar onlar için koleksiyon hazırlayınca yaptıklarını meşrulaştırdılar.
1980 yılında moda dünyasının başına gelen en iyi şeylerden biri gerçekleşti ve sizin de dahil olduğunuz altı Belçikalı tasarımcıyla birlikte avangart modayı efsaneleştiren The Antwerp Six kuruldu. Günümüz modasında bu kadar heyecan verici bir şey var mı sizce?
Hayır. The Antwerp Six tamamen kendiliğinden ve tesadüfi bir şekilde oluştu. Hepimizin tek isteği Belçika’dan dışarı çıkmak ve Londra’ya gitmekti. Moda tarihi olmayan, dilini kimsenin anlamadığı ve hiçbir şekilde modayla özdeşleştirilmeyen Antwerp’te sıkışıp kalmıştık. Altımız birden tasarımlarımızı bir minibüse doldurup yola koyulduk.
The Antwerp Six’ten Martin Margiela ve Ann Demeulemeester markalarından ayrıldılar. Sizce bu üzücü değil mi?
Tabii ki. Alexander McQueen’in intiharı ve John Galliano’nun aktif olarak tasarım yapmıyor oluşu da üzücü. İnanılmaz fikirleri olan harika tasarımcılar artık moda sahnesinde değiller.

*Röportaj, XOXO the Mag'in Ekim sayısında yayınlandı.

20/11/2014

Kurtlarla koşun ey kadınlar


Birlikte çalıştığım zeki ve yetenekli bir kadın, bana Ortabatı'da yaşayan büyükannesini anlatmıştı. Büyükannesi için gerçek anlamda iyi zaman geçirmek, Chicago trenine binmek ve başında kocaman bir şapkayla Michigan Avenue'da bütün dükkanların vitrinlerine bakarak dolaşmak ve şık bir hanımefendi gibi yürümekti. Rastlantı eseri ya da kaderin bir cilvesi sonucunda bir çiftçiyle evlendi. Buğday tarlalarının ortasına taşındılar ve duruma en uygun büyüklükteki o zarif, küçük çiftlik evlerinde duruma en uygun sayıdaki çocukları ve duruma en uygun kocasıyla çürümeye başladı. Bir zamanlar sürdürmüş olduğu o "önemsiz" hayata ayıracak zamanı yoktu artık. Çok fazla "çocuk" vardı. Çok fazla "kadın işi" vardı.
Yıllar sonra bir gün mutfak ve oturma odasının yerlerini sildikten sonra, en güzel ipek bluzunu giydi, uzun eteğini düğmeledi ve iri şapkasını iğneledi. Kocasının çiftesini ağzının tavanına dayadı ve tetiği çekti. Onun önce neden yerleri sildiğini yaşayan her kadın bilir. Aç kalan ruh o kadar acıyla dolu olabilir ki, kadın artık onu taşıyamaz. 

Kurtlarla Koşan Kadınlar, Clarissa P. Estes


20/06/2014

We are all liars

Cumartesi günü Istanbul International Arts & Culture Festival'da dinlediğim fotoğrafçı Peter Beard'a göre hepimiz yalancıyız. İlk kez 1955 yılında Afrika'ya giden ve hayatı boyunca o toprakların gerçekliğini fotoğraflayan Beard'ın bu cümlesi zihnime nakşoldu. Yılın yarısını New York'ta, diğer yarısını Afrika'da geçiren fotoğrafçı, yaşamak için sürekli yok ederek varolan yapay ve yüzeysel gelişmiş ülke insanlarını (kendisi de dahil) eleştirdiğini söyledi. 
Avrupalıların Afrika'yı sömürerek zenginleşme politikasının kıtayı ne hale getirdiğini hepimiz biliyoruz. Ama güneybatı  Afrika'da bulunan Namibia'daki Herero kabilesinin başına gelenleri bilmiyor olabilirsiniz. 19. yüzyılın sonunda Alman sömürgecilerin geldiği topraklarda, nüfusun yüzde 80'i yapılan soykırıma kurban gitti. Kabile, 1915'te sömürgecileri altetti ve beklenmedik bir şey oldu. Sömürgecilerle birlikte oraya gelen Hristiyan misyoner kadınların Viktoryen kıyafetleri, Herero kadınlarının giyim kodu haline geldi. Capcanlı desenler ve boynuz formlu saç aksesuarları, bu kadınların sıkıcı Viktoryen tarzına getirdikleri muazzam yorum oldu. Bu "gerçek" kadınları yakından tanımak isterseniz Conflict and Costume: The Herero Tribe of Namibia kitabını edininiz.





28/05/2014

Ansızın gelebilirim



Şubat ayından bu yana birbirimizden ayrı kaldık. Ama ara sıra kapını çalmamda bir sakınca yok değil mi blog?

08/02/2014

Mavi hissetmek

İngilizce'de "Feeling blue" kalıbı üzgün ve hüzünlü olduğunu anlatmak için kullanılır. Bu sezon ben de "mavi hissediyorum." Ancak bu hissiyatımın sebebi keder değil. Bilakis Katherine Hepburn'ün 1952 tarihli bu fotoğrafına baktıkça saadetli bir mavilik görüyorum. Zihnimdeki ilham panosuna kendisini raptiyeleyerek sezonla anlaşmamı yapıyorum. Bu sezon ben maviyim. 




29/01/2014

Schiaparelli modaevi uyanıyor


Sürrealizmle modayı öpüştüren sınır tanımaz tasarımcı Elsa Schiaparelli’nin 1954’ten bu yana güzellik uykusunda olan markası gözlerini açıyor. Yeni kreatif direktörü Marco Zanini ile birlikte Schiaparelli’nin uyanışına tanık olmak, Uyuyan Güzel’i beklemek kadar heyecan verici.

Elsa Schiaparelli 1937 by Horst/ CondeNast Publications Inc

Salvador Dali, Elsa Schiaparelli’nin Paris’teki stüdyosu için 1930’larda “Sürreal Paris’in çarpan kalbi” demişti. Bu kalbin her atışında etrafına capcanlı pembe renkler saçtığını hayal edebiliyorum. Schiaparelli elinde fırçasıyla tuvalin başına geçip renklerle mucizeler yaratan bir ressam değildi tabi ki. Ama dönemin sürrealist sanatçılarıyla soluk alıp verdiği için modaya muazzam yenilikler kattı. Mesela, dünyadaki tüm aydınlıkla birlikte kuşlar ve balıklardan oluştuğunu öne sürdüğü ve “shocking pink” adını verdiği mavi tonlu pembe renk bu yeniliklerdendi. Kadınları güçlü gösteren, keskin hatlara sahip döpiyesler de öyle. Daha önce gizlenen fermuarları 1935 itibariyle görünür kılan oydu. Böylece, fermuarlar dekoratif hale geldi. Akrobatlar ve atlıkarıncalar, 1938’de tasarladığı ipek brokar ceketin düğmelerine dönüştü. Pantolon etekle Londra sokaklarında gezdiğinde sansasyon yarattı. The Daily Mail’ın kızgın bir okuru gazeteye yazdığı mektupta, “Yabancı bir kadının buraya gelip bize ne giyeceğimizi dikte etmesi kadar korkunç bir küstahlık olamaz” dedi. Roma doğumlu tasarımcı Schiaparelli statükoyu sarsmayı iyi biliyordu. “Moda asla bir eteğin boyunun uzaması veya kısalmasından doğmaz. Küçük olaylar, trendler ve hatta politikadan doğar” sözleriyle modaya ne kadar geniş bir pencereden baktığını göstermişti. İki dünya savaşı arasındaki yaratıcı dönemde devrimler gerçekleştiren Schiaparelli, 1954’te zamanın ruhuna ayak uyduramadığı için modaevini kapatmak zorunda kaldı. Ocak 2014’te Schiaparelli modaevi için yeni bir dönem başladı. Markanın yeni tasarımcısı Marco Zanini, Paris Haute Couture Haftası’nda ilk sınavını verdi.

Schiaparelli coat in collaboration with Jean Cocteau embroidery from Lesage Courtesy of the Philadelphia Museum of Arts

 A pink wool bolero, with jet bead trim, 1940 

Gerçeküstü tasarımlar
Elsa Schiaparelli’nin tasarımlarının sürreal yönü, tasarımcının gelenekleri alt üst eden hayal gücünün yanında dönemin sanat akımıyla şekillendi. Sürrealizm, 1920’lerin ortasında, modernizmin antidotu olarak ortaya çıktı. I. Dünya Savaşı’nın vahşetine ve modernizmin işlevselliğine dil çıkaran sürrealist sanatçılar bilinçaltına ve düşlere sarıldılar. Akımın moda alanındaki savunucusu Elsa Schiaparelli’ydi. Dikiş dikmeyi bilmeyen ve zar zor eskiz çizen tasarımcı, göz yanılsaması yaratan desenlere sahip (trompe l’oeil) kazaklarla üne kavuştu. “Shocking Life” adını taşıyan otobiyografik kitabında “Pek çok kişi, Montmarte’da cam kenarında oturup örgü örerek işimi kurduğumu söyledi ve yazdı. Oysa ki Montmarte’ı neredeyse hiç bilmem ve örgüyü de beceremem” yazdı. Ezeli rakibi Coco Chanel “Şu İtalyan” diye hitap etse de Schiaparelli’nin yükselişi durmadı. Hollywood da onun büyüsüne kapıldı. Marlene Dietrich, Katharine Hepburn, Ginger Rogers, Greta Garbo ve Joan Crawford gibi yıldızlar Schiaparelli kreasyonları giymeye başladı. Aralarında Jean Cocteaue, Man Ray, Alberto Giacometti ve Christian Bérard’ın bulunduğu sürrealist sanatçılarla yaptığı ortaklaşa çalışmalar, 20. yüzyılın ikonik tasarımları arasına katıldı. Örneğin, Salvador Dali’nin  çizdiği yengeç deseniyle bezeli elbise. Ona ve kreasyonlarına karşı büyük bir hayranlık besleyen Yves Saint Laurent’a göre Schiaparelli bir demet tılsım veya havai fişek gösterisiydi.

MARCO ZANINI by Christophe Roué

Marco Zanini ile randevu
İtalyan moda yatırımcısı Diego Della Valle’nin yedi yıl önce satın aldığı Schiaparelli modaevi yeniden yapılanıyor. Bu süre zarfında modaevinin tasarımcısının kim olacağı konusunda spekülasyonlar yapıldı. Christian Lacroix, markanın 2013 sonbahar couture şovu için 18 parçalık özel bir koleksiyon hazırlayınca modaevinin geleceğinin, Elsa Schiaparelli’nin geleneği olduğu üzere alışılmışın dışında şekilleneceği belli oldu. Çünkü Lacroix’nın markayla birlikteliği bu koleksiyona mahsustu ve tasarladığı parçaların hiçbiri satışa çıkmadı. Şaşırtıcı değil mi?
Ardından beklenen beyanat yapıldı ve markanın yeni tasarımcısının 2008’den itibaren Rochas’yı hayata döndüren Marco Zanini olduğu duyuruldu. Zanini, “Schiaparelli, farklı bir şekilde düşünme ve yaratma gücünü simgeliyor. Dileğim, bu efsanevi modaevine yeniden hayat vermek” dedi. Schiaparelli’ye konduracağı hayat öpücüğüyle birlikte modaevinin bizleri şaşırtmaya devam etmesini bekliyoruz.

Illustration of Bérard 1938

Avangart koleksiyonun müzayedesi
23 Ocak tarihinde, Elsa Schiaparelli’nin kişisel koleksiyonu Paris’teki Christie’s Müzayede Evi’nde yapılacak açık arttırmayla satışa çıktı. Schiaparelli’nin torunu ünlü İtalyan oyuncu Marisa Berenson’un elden çıkarmaya karar verdiği parçalar, tasarımcının eşsiz gustosunun simgesi. Koleksiyonda, kendi kreasyonlarının yanı sıra mobilyaları, etnik kostümleri ve sahip olduğu sanat eserleri de yer alıyor. Christie’s Müzayede Evi Moda Departmanı’nın Direktörü Pat Frost müzayedeyle ilgili sorularımı yanıtladı.
Elsa Schiaparelli’nin kişisel koleksiyonunu kataloglamak nasıldı?
Büyük bir zevkti. Elsa Schiaparelli’nin neler giydiğini ve nelerle yaşadığını keşfetme sürecinden gerçekten keyif aldım.
Koleksiyonda favoriniz olan bir parça var mı?
Birden fazla aslında. Astrologie bluzunu sevdim. Aynı zamanda kendisi için yarattığı Osmanlı tarzı elbiseyi ve Rue de Berry’deki evinde akşamları giydiği entarilere bayıldım.
Schiaparelli yaşadığı dönemin ünlü tasarımcılarıyla beraber çalıştı. Tasarımlarının birer sanat eseri sayılabileceğini düşünüyor musunuz?
Kesinlikle kültürel tarihimizin bir parçası olduklarına inanıyorum. Schiaparelli, 1930’ların Paris’inin mayasını oluşturan sanatçılar, aktörler ve aristokratlardan biriydi.
Koleksiyonu, Elsa Schiaparelli’nin torunu Marisa Berenson satışa çıkardı ve siz de onunla birlikte çalıştınız. Büyükannesi hakkında ondan dinlediğiniz bir anekdotu paylaşır mısınız?
Marisa, olağanüstü Schiaparelli hakkında çok sayıda hoş hikaye anlattı. Şayet mini etek veya fazla rahat kıyafetler giyerse büyükannesi tarafından yakından incelenirmiş. Çünkü Elsa her zaman akşam yemekleri için giyinir ve kusursuz görünürmüş.
Kişisel gardırobunu araştırırken Schiaparelli’yle aranızda samimi bir bağ oluştu mu?
Onu daha iyi tanıyormuş gibi hissediyorum. Evde giydiği, Çin’e veya İslamiyet’e ait kaftanlardan gerçekten ilham aldığını görebiliyorum. Kreatif sürecini takip etmek büyüleyiciydi.
Sizce Elsa Schiaparelli’yle ilgili en çarpıcı şey nedir?
Ne kadar çağdaş olduğu.
Onun moda üzerinde nasıl bir iz bıraktığını düşünüyorsunuz?
Modaevinin kapılarını kapayışının üzerinden 50 yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen modayı etkilemeye devam ediyor. Moda dünyasında bir sürü hayranı var. Geçen yıl Metropolitan Museum’da gerçekleştirilen “Schiaparelli and Prada: Impossible Conversations” sergisi bunu gösteriyor.

Sketch 1 by Serge Matta / Archives Maison Schiaparelli

Schiaparelli’den kadınlar için 12 emir
1.  Kadınların çoğu kendilerini tanımıyor. Tanımak için gayret göstermeliler.
2.  Pahalı bir elbise satın alıp felaket sonuçlarla iade eden bir kadın savurgan ve akılsızdır.
3.  Pek çok kadın (ve erkek) renk körüdür. Tavsiye almalılar.
4.  Kadınların yüzde yirmisinin aşağılık kompleksi olduğunu unutmayın. Yüzde yetmişinin yanılsamaları var.
5.  Yüzde doksanı göze çarpmaktan ve insanların söyleyeceklerinden korkar. Bu yüzden gri döpiyes satın alır. Farklı olmaya cüret etmeliler.
6.  Kadınlar, sağlam eleştiri ve öğütleri talep etmeli ve dinlemeliler.
7.  Kıyafetlerini tek başlarına veya bir erkeğin yanında seçmeliler.
8.  Asla bir başka kadınla alışverişe çıkmamalılar. Kadınlar zaman zaman bilinçli veya bilinçsiz olarak kıskanmaya meyilli olabilirler.
9.  Sadece en iyi veya en ucuz olandan az miktarda satın almalılar.
10. Asla elbiseyi vücuda uydurmaya çalışmamalılar. Fakat elbiseye uyması için vücutlarını eğitmeliler.
11. Bir kadın çoğunlukla tanındığı ve saygı gördüğü tek bir yerden alışveriş yapmalıdır. Heyecanla her moda çılgınlığının peşinden gitmemelidir.
12. Ve faturalarını kendisi ödemelidir.


Bir doz fantezi lütfen!
Oyunbaz ve gerçeküstü pleksi aksesuarların yaratıcısı Yaz Bukey, Elsa Schiaparelli’nin ayak izlerini takip ediyor. Parizyen tasarımcıyla Elsa Schiaparelli’yi konuştum.
1930'larda Paris'te yaşasaydınız Elsa Schiaparelli'yle arkadaş olur muydunuz?
Tabi ki o en yakın arkadaşım olurdu. Arkadaştan öte birlikte büyüdüğüm ve yaramazlık yaptığım çocukluk arkadaşım olurdu.
Schiaparelli markasının yeniden doğuşuyla ilgili ne düşünüyorsunuz? Elsa Schiaparelli bugünleri görse mutlu olur muydu?
Bence bugün yaşasaydı tamamen başka bir şey yapardı. Avangart biriydi; moda tasarımcısı yerine sanatçı olurdu. 
Sizce Marco Zanini ve Schiaparelli modaevi iyi bir "çift" olacak mı?
Çok iyi olacak bence. Marco’nun vizyonu Schiaparelli’yi uyandıracak.
Schiaparelli modaevinin Paris moda sahnesine neler kazandıracağını öngörüyorsunuz?
Umarım fantezi getirecek!
Sizin tasarım lisanınızla Elsa Schiaparelli'ninki arasında benzerlikler görüyorum. İkinizde de gülümseten ve şaşırtan detaylar var. Onun size ilham veren bir yanı var mı?
İlhamdan öte kendimi onda bulduğumu söyleyebilirim. Herkes Schiaparelli’nin torunu olarak tanımlıyor beni. Gurur duyuyorum.