27/08/2013

Sloganımız #direnmoda


Gezi Parkı’yla birlikte varoluşsal bir devrim gerçekleşti. Bu, bildiğiniz devrimlerden değil. Gençlerin özgürlüklerini ele geçirmek için direndikleri bu devrimden sonra giyim tarzlarının da özgürleşmeyeceğini mi sanıyorsunuz? Yanılıyorsunuz.


Geriye dönüp baktığımızda 2013 yazını festival stiliyle hatırlayacaktık. Malum İstanbul’da çok sayıda festival vardı ve gençlerin arzusu burada tarzlarını konuşturmak olacaktı. Aynı gençlerin, festival alanları yerine, ağaçların kesilmemesi için Gezi Parkı’ndaki çadırlarda uyuyup nöbet tutacaklarını düşünmezdik. Hele hele yedikleri onca biber gazına ve tazyikli suya rağmen “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam” diye haykırmalarını hiç beklemezdik. Fakat serde özgürlük arayışı vardı. Konda’nın yaptığı araştırmaya göre, Gezi Parkı’ndakilerin yüzde 58.1’i özgürlüklerinin kısıtlandığını düşündükleri için oradaydılar. Parkın ağaçları kadar özgür olmaktı arzuları. Gençler, ağaçların köklerinin toprağa sıkı sıkıya sarılması gibi kucakladılar birbirlerini. İstedikleri yerde öpüşme, paşa gönüllerinin dilediği saatte biralarını yudumluma, canları nasıl istiyorsa öyle giyinme haklarını korumak için. Kimsenin onlara kaç çocuk yapacaklarını veya kürtaj yaptırıp yaptırmayacaklarını dikte etmesine tahammülleri yoktu. Böyle başladı Türkiye tarihinin en güzel başkaldırısı ve onun yarattığı özgürlük ortamı. Peki, insanların kendilerini çok daha iyi ifade etmeye başladıkları bu dönemle birlikte kişisel stillerde de özgürleşme gerçekleşecek mi? Özdemir Asaf’ın “Devrim, en çok yapanı evirir” sözüyle konu üzerinde kafa yormaya başlayalım.


Kıyafetler ve zamanın ruhu
Moda tarihçisi James Laver, 1968’de, yani Fransa, Amerika, Çekoslovakya, Almanya, Meksika ve Japonya’da toplumsal hareketlerin filizlendiği yılda, “Giysiler asla havailik değildir; çağlarının temel toplumsal ve ekonomik baskılarını ifade ederler” demişti. Bu cümleden hareketle, giyim tarzlarının zamanın ruhunu yansıttığı savını ortaya atabiliriz.
Gezi Parkı’nda, çağımızın en etkili sivil itaatsizlik hareketini gerçekleştiren gençlerin direnişleri gibi giyim tarzları da beklenmedikti. Direnişlerini beklenmedik kılan, politik olmasından ziyade sosyal oluşuydu. Amaç, var olan düzeni topyekun yıkarak bir devrim gerçekleştirmek değildi. Onların peşinden gittiği, varoluşsal bir devrimdi. Fransız Marksist düşünür Alain Badiou’nun Gezi eylemlerini, “Tarihin uyanışı adını verdiğim önemli bir andır” diye anlatmasının sebebi de buydu bence. Gençler, isyan etme haklarını kullandılar ve bunu yaparken de herhangi bir ideolojiyi, siyasi partiyi veya örgütü arkalarına almadılar.
Giyim tarzlarını beklenmedik kılansa, eylem ve gösteri dendiğinde akla gelen kıyafet kodlarıyla burada karşılaşmamamızdı. Mesela çadırlarda, kargo pantolonu veya parka gibi “direnişçi kıyafetlerinin” yerine, elbiseler ve hatta topuklu botlarla dinlenen kadınlara rastladım. Kırmızı elbisesiyle kolektif hafızalara kazınan Ceyda Sungur da ezber bozan bir direnişçi imgesine sahipti. Bilgi Üniversitesi’nde Moda Psikolojisi alanında ders veren Karen Pine, Sungur’un kırmızı elbisesini ve içerdiği anlamları şöyle yorumluyor: “Bu imajın çok güçlü bir sembol olması ve herkesin dikkatini çekmesinin pek çok sebebi var. Öncelikle, kırmızı elbise giymesi ve kolunda beyaz çanta taşıması. Bu renk kombinasyonu, Türk bayrağını akla getiriyor. Türk kimliğinin değişime açık olduğu böyle bir zamanda bu görünümün daha kuvvetli bir tesiri var. Ayrıca, kırmızının diğer tüm renklerden daha çok ses getirme özelliği var. Kırmızı, aşk ve tutkunun rengi olmasının yanı sıra kadının doğurganlığını sembolize ediyor. Bu durum, gördüğümüz imaja bir anlam daha ekliyor. Bir sonraki neslin annesi ve Türkiye’nin geleceği olan genç kadın saldırıya uğruyor. Elbisenin modeline baktığımızda da belden itibaren kloş olduğunu görüyoruz. Bu, kadının doğurganlığıyla ilişkilendirilen bel-kalça oranını vurguluyor. Mavi elbise veya tişörtle jean giymiş olsaydı bu görüntü bu kadar güçlü olmaz ve tüm dünyada viral hale gelmezdi.”


 Özgür stiller
Hayatlarımız artık ikiye ayrılıyor: Gezi’den Önce ve Gezi’den Sonra. Gezi Parkı’nın havasını ve biber gazını (!) solumuş olan herkes artık başka türlü düşünüyor. Otoriteye dil çıkarıyor, varoluşunu sorguluyor, dayatmalara karşı dimdik duruyor. Nasıl ki 68 hareketleri sona erdiğinde Avrupa ülkeleri ve Amerika eskisi gibi olmadıysa, Türkiye de Gezi eylemlerinin ardından yepyeni bir ruha bürünmeye başladı bile. Bu yeni ruhta, herkesin sesi daha yüksek çıkıyor. Toplumun kıyısına köşesine itilen LGBT grupların Haziran ayında gerçekleştirdikleri Onur Yürüyüşü’nün, geçen yıllarla kıyaslandığında tam anlamıyla bir karnaval havasında geçmesi bunun göstergelerinden.
Kendi adıma, yaşanan dönüşümün etkilerinin uzun bir sürece yayılacağına inanıyorum. Bu süreçte, farklı seslere kulak vermeyi, farklı giyim tarzlarına karşı tepkili olmamayı ve en önemlisi farklılığın kendisinden öcü gibi korkmamayı öğreneceğiz. Kopyala-yapıştır tarzların yerini özgürce kendini ifade eden stiller alacak. Karen Pine, “İnsanların kıyafetleri, karakterlerinin yanı sıra yaşadıkları kültürü, ruh hallerini ve duygularını yansıtır. Gezi Parkı’yla başlayan süreçte insanlar özgürleştiler. Bunun, giyim tarzlarına da etki etme ihtimali var. Örneğin, insanların daha az konvansiyonel giyinişlerini veya bireysel tarzlarıyla bir tavır ortaya koymak arzusuna sahip oluşlarını görebiliriz” diyor.
Gezi direnişinin ardından, bir ülke düşlemeye başladım. Giyinirken, “Etraftakiler ne düşünür?” baskısını üzerinden sıyırmış olan insanların çoğunlukta olduğu bir ülke. Özgür düşünenlerin, fikirlerinden korkmayanların ve sorgulamaktan çekinmeyenlerin olduğu bu ülkeyi ütopik bulabilirsiniz. Fakat Ingeborg Bachmann’ın Malina romanında kaleme aldıklarını içinize sindirirseniz, siz de bu ütopik ülkede yaşamak isteyebilirsiniz. “Bir gün gelecek, insanların siyah ama altın gibi parlayan gözleri olacak; onlar, güzelliği görecekler, pisliklerden arınmış ve yüklerden kurtulmuş olacaklar, havalara yükselecekler, suların dibine inecekler, sıkıntılarını ve ellerinin nasır bağlamış olduğunu unutacaklar. Bir gün gelecek, insanlar özgür olacaklar, bütün insanlar özgür olacaklar, kendi özgürlük kavramları karşısında da özgür olacaklar. Bu, daha büyük bir özgürlük olacak, ölçüsüz olacak, bütün bir yaşam boyunca sürecek...”

*ELLE Türkiye'nin Ağustos 2013 sayısında yayınlanmıştır. 

21/08/2013

The twelve commandments for women



Modayı bir ressamın tuvali gibi kullanan Elsa Schiaparelli, Shocking Life adlı otobiyografisini aşağıdaki emirlerle bitiriyor. Kitapta, zihnime yerleştirdiğim çok sayıda anekdot var. En çok etkileyeniyse şu: Elsa'nın-kendi deyimiyle Schiap'ın- çocukluğunda annesi tarafından çirkin olduğu yüzüne vurulurmuş. "Kız kardeşin ne kadar güzelse, sen o kadar çirkinsin" dermiş annesi. Elsa da kendini güzelleştirmeye karar vermiş. Ama alışılagelmiş çocuklardan olmadığı için bunu makyajla yapmamış tabi. Yüzü çiçeklerle kaplı bir kadın olursa çok güzel olacağını düşünmüş. Evlerinin bahçıvanından tohumlar istemiş ve boğazına, kulaklarına ve ağzına bunları dikmeye karar vermiş. Tohumların sıcak vücudunda, topraktan daha hızlı büyüyeceklerini düşünmüş! Sonucu beklemek üzere oturduğunda nefes alamaz hale gelmiş. Annesi apar topar dokturu çağırmış. Olanlardan sonra onu üzense yüzünde çiçek açamayacağını öğrenmesiymiş. Böylesi eksantrik bir kadının moda namına verdiği emirlerin sıradan olmasını beklemiyorsunuz değil mi?

1. Since most women do not know themselves they should try to do so.
2. A woman who buys an expensive dress and changes it, often with disastrous results, is extravagant and foolish.
3. Most women (and men) are colour-blind. They should ask for suggestions. 
4. Remember- twenty per cent of women have inferiority complexes. Seventy per cent have illusions.
5. Ninety per cent are afraid of being conspicuous and of what people will say. So they buy a grey suit. They should dare to be different.
6. Women should listen and ask for competent criticism and advice. 
7. They should choose their clothes alone or in the company of a man.
8. They should never shop with another woman, who sometimes consciously and often unconsciously is apt to be jealous.
9. They should buy little, and only of the best or the cheapest.
10. Never fit the dress to the body, but train the body to fit the dress.
11. A women should buy mostly in one place where she is known and respected, and not rush around trying every new fad.
12. And she should pay her bills.

13/08/2013

Eleme eklemeye karşı

Gardırobunu, yıllar yılı ekleme prensibi üzerine kurmuş olan bendenizde bir takım değişiklikler baş göstermeye başladı. Eleme usuluyle gardırop tutmaya başladım. Az olsun, öz olsun. Yığınla kıyafet ve aksesuarın içinde nefessiz kalmaktan iyidir. Şu sıralar bana bir ipek gömlek ve maskülen bir pantolon yeter. Eklemem, elerim!


06/08/2013

Handbag the Great

Harrods Magazine, kadınların çanta obsesyonunu çantaların boyutlarını devasalaştırarak anlatmış. Ya da şöyle diyebiliriz; "Bu çanta mutlaka ama mutlaka benim olmalı" hissiyatını pekiştirip fahiş çanta fiyatları altında ezilecekleri mesajını vermiş.








02/08/2013

Çiçekler yeşersin ruhunuzda

"And then the day came when the risk to remain tight in a bud was more painful than the risk it took to blossom." -Anaïs Nin