31/07/2013

Yves, Kate ve Diana üçlemesi


Vanity Fair France'ın ikinci sayısında, Yves Saint Laurent'ın bugüne kadar ortaya çıkmamış 390 eskizinden bir kısmına 12 sayfa ayrılmış. VF demişken, derginin eylül sayısına kavuşmak için sabırsızlık içinde olduğumu da ekleyebilir miyim? Kate Middleton'ı fazla zorlama, sıkıcı ve pozcu bulurken, Prenses Diana'ya karşı bir hayranlık beslediğim için sanırım. 


26/07/2013

Edebiyatın Marlene Dietrich'i

Margarita befriended Violeta 
the one was blind, the other mad, 
the blind girl knew what the mad girl was saying
and ended up seeing what no one else saw...
Clarice Lispector








  Fotoğraflar: Tamer Tur

Lizbon'da bulunan Gulbenkian Müzesi'nde gezdim Clarica Lispector sergisini. Yazarın, 19 yaşındayken kaleme aldığı Near to the Wild Heart romanını üç yıl önce okumuştum. Şimdi Leyla Erbil'in Tuhaf Bir Kadın romanına dalmışken bir kez daha karıştırdım Near to the Wild Heart'ı. Her iki yazarın da kadınların iç dünyasını nasıl katmer katmer soyup kelimelerle harmanladığını görüyorum. 
Brezilya yazınının önemli figürlerinden olan Lispector'ın güzelliğinden ötürü edebiyatın Marlene Dietrich'i olarak adlandırıldığını da gezdiğim sergide öğrendim.

24/07/2013

Göbekler fora

Sezon trendleriyle aramda aşk-nefret ilişkisi var. Meslek icabı, her trendi ve karşılığındaki podyum görüntüsünü zihnime yerleştiriyorum. Bu, aşk kısmı. Bir de nefret kısmı var ki belirli bir trendi her yerde tekrar tekrar gördüğümde baş gösteriyor. 2013 ilkbahar-yaz sezonu göbekleri bana bunu düşündürüyor. Ortaokul yıllarımı hatırlatıyor. Zira o yıllarda üzerimden çıkarmaya yanaşmadığım pembe-beyaz çizgili bir trikom vardı. Onu tamamlayan bebe pembesi pantolonumu ve topuklu spor ayakkabılarımı da unutamam. Neyse, 90'ları tekrar tekrar ısıtıp yeme furyası bir süre daha devam edeceğe benzer. Yine de göbekleri kapasak?




17/07/2013

Yetenekli Bay Selfridge

"Müşteri her zaman haklıdır." Harry Gordon Selfridge, 1909'da Selfridges alışveriş merkezini açtığında bu sözü söylediği düşünülürse onun gerçek bir vizyoner olduğu anlaşılabilir. Mr. Selfridge, Londra'nın meşhur caddesi Oxford Street'i fethettiğinde alışverişin ihtiyaçtan ziyade zevk almakla alakalı olduğunu çoktan keşfetmişti. Bir dönem dizisi olan Mr. Selfridge'i soluk almadan izlemeye başlarsanız bu zehir gibi Amerikalı beyefendinin Londra'da yarattığı harikaları daha iyi anlayabilirsiniz.





12/07/2013

What is the size of your world?



"The world only exists in your eyes.
You can make it as big or as small as you want."
F. Scott Fitzgerald

05/07/2013

Saçmalayın, saçmalayalım

Kenzo'nun 2013 sonbahar-kış koleksiyon çekimlerindeki absürtlük sosu çok leziz. Şimdi, saçmalamanın zihne nefes aldırdığını bana öğreten Boris Vian'ın Günlerin Köpüğü romanından bir pasaja bağlanıyoruz.

-Ne iş gelir elinizden? diye sordu müdür.
-Ufak tefek bir şeyler öğrenmiştim, dedi Colin.
-Demek istediğim, dedi müdür, zamanınızı nasıl geçirirsiniz?
-Zamanımın çoğunu, azaltmakla geçiririm.
-Neden? diye sordu müdür sesini alçaltarak.
-Çünkü çokluğu sevmem, dedi Colin.






04/07/2013

Dean & Shirley


Come sweetheart mine don't you sit and pine
Tell me of the cares that make you feel so blue
What have I done answer me hun
Have I ever said an unkind word to you?

Come to me my melancholy baby
Cuddle up and don't you be blue
All your fears thwy're foolish fancy maybe
You know dear that I'm in love with you.

Every cloud must have a silver linin'
Wait until the sun shines through
Smile my honey dear while I brush away each tear
Or else I shall be melancholy too...


*Fotoğrafın kaynağı: Awesome People Reading
   Şarkının kaynağı: Dean Martin

01/07/2013

Lizbon'daki sarayınıza buyrunuz

"Resepsiyonda kimseyi bulamazsanız şaşırmayın. Burası bildiğiniz otellerden değil. Lizbon'daki sarayınızda kalıyorsunuz." Palacio Belmonte'a vardığımda, bizi karşılayan Maria'dan bu cümleleri duydum. Zilini çalarak heybetli kırmızı kapısından içeri girdiğim bir otelin sıradanlıkla uzaktan yakından bir ilgisi olmadığını tahmin etmiştim. 


Palacio Belmonte, 15. yüzyıldan kalma bir saray. Saray deyince aklınıza gösterişli, vakarlı ve mesafeli bir mekan gelmesin. 10 odası bulunan sıcak, samimi ve rahat bir yerden söz ediyorum. "Bir sarayda nasıl böyle hissedilir ki?" diyebilirsiniz. Gelin anlatayım.
Öncelikle sizlere Frederic Coustols'u takdim etmek isterim. Altı yıl süren bir renovasyon çalışmasıyla Lizbon'a Palacio Belmonte'u kazandıran eksantrik ekolojist ve yatırımcı. Renovasyon için 26 milyon Euro harcaması değil onu eksantrik kılan, her gün bir kitap okuması, devamlı projeler üretmesi, sürdürülebilirlikle ilgili kafa yorması ve "İlişkilerin arkadaşlığa dönüştüğü her proje başarılıdır" demesi. 2000 yılında, Prens Charles'ın elinden The Urban Regeneration ödülünü alırken otelin renovasyonunda çalışan 65 kişiden birini beraberinde götürecek kadar alçakgönüllü bir adam Frederic. İnsana huzur veren, bilgece bir konuşma tarzı var. Kelimeler tane tane dökülüyor ağzından. Her kelimeyi yakalamak için kulak kesiliyorum. "1994'te burayı satın aldığımda çok kötü durumdaydı. Belmonte ailesinin üyelerinden bazıları halen burada yaşıyordu ama gerçekten çok bakımsızdı. Üzerinde yaşadığımız topraklar herkese ait. Bu saray benim için çok büyük bir sorumluluk çünkü yaşadığım toprağın bir parçası. Burayı geliştirme konusunda aktif rol oynuyorum" diyor. Eşi benzeri olmayan bir Lizbon tecrübesi sunuyor oluşu bile bu söylediklerini karşılıyor aslında. 



Palacio Belmonte'da televizyon bulunmuyor. Otelin muhtelif yerlerinde toplam 4000 kitap var. Kitaplarla beraber müziğin de ruhun gıdası olduğu düşünüldüğü için odalara CD'ler ve müzikçalarlar konmuş. Dekorasyondaki her detay, ev hissiyatını pekiştiriyor. Kocaman bir ailenin üyelerinden biri gibi hissediyorsunuz. Kahvaltınızı ederken "aile büyükleri" Frederic veya eşi Maria masanıza gelip hal hatır soruyor. Şehri gezmeye çıkarken otelin kafesindeki garson Luis, Lizbon sırlarını sizinle paylaşıyor.
Eşsiz bir otel tecrübesi sunduğu için Palacio Belmonte'dan ayrılmak hiç kolay değil. Kapıdan çıkarken, bir gece önce Frederic'le yaptığımız keyifli sohbetten aklımda kalanları düşünüyorum. Her şeyin altından tek başına kalkıyor oluşuyla ilgili: "Zaman alıyor. Tam bir bağlılık gerektiriyor. İstekli olmak zorunluluk" demişti. Palacio Belmonte'u bu kadar kendine özgü kılan da onun bu yaklaşımı.