21/12/2008

GALATA'NIN TADI


Gözden düşmüş Galata, etnik ve kültürel çeşnisinin tadına bakmak isteyenler sayesinde son zamanlarda ‘yükseliş devri’ni yaşıyor.

O zaman
“Galata’ya deryadan yokuş yukarı bir saatte çıkılır” demiş Evliya Çelebi. Mübalağa sanatının ustası olan seyyahın ‘Seyahatname’sinde yer alan bu bilginin, yazıldığı dönem için bile abartılı olabileceği söylenebilir. Lakin, bu harikulade semt, Abidin Dino’dan Ahmet Hamdi Tanpınar’a, Sait Faik Abasıyanık’tan Orhan Veli’ye kadar birçok sanatçıyı ağırlamış ve onlara ilham perisi olmuş. Yani, Galata’ya sahilden ulaşmak için değil 1 saat, 3 saat bile gerekebilir hikaye biriktiricilerine. Çünkü burası, tarihle yoğurduğu kıvrım kıvrım yokuşlarında, dar sokaklarında binbir hikaye gizler. Tarihçilerin “Cenova yıkılırsa buraya bakılarak yeniden inşa edilebilir” dedikleri Galata’yı böylesi özel kılan, semtin yüzyıllardır sahip olduğu etnik ve kültürel zenginlik. Burada Cenevizlilerin de Osmanlıların da izleri sürülebilir.


Kamondo Merdivenleri

Sadece, 14. yüzyıl ortalarında Cenevizliler tarafından inşa edilen Galata Kulesi’ne bakarak bile onların varlığını hissetmek mümkün. Semtin etnik cümbüşü, Cenevizlilerle başlayıp, yüzyıllar boyunca Yahudiler, Ermeniler, Rumlar, Süryaniler ve Levantenlerle çeşitlenmiş. Geçmişte Yüksekkaldırım’ın eski kitapçıları, plakçıları, pulcuları ve şapkacılarının Lefteris Bert, Pepo, Hancıyan ve Talya Nomidis gibi sahipleri olması tesadüf değil.
İlhan Berk, ‘Galata’ adlı eserinde 1961 yılının Galata’sının sakinlerini şöyle sıralar: “İki kahve, dört berber, bir kadın berberi, dört bakkkal, dört kasap, beş manav, iki helvacı, dört tuhafiyeci, üç elektrikçi, iki mezeci, iki kolacı, iki eskici, üç tenekeci, bir kontraplakçı, bir basımevi, bir mermerci, bir eczane, bir balıkçı, iki terzi, iki nalbur, bir tekel bayii, bir hurdacı, bir fotoğrafhane.” Semtin o zamanlardaki gözdesi Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomisine yön veren Avram Kamondo tarafından yaptırılmış olan Kamondo Han’dı. 56 numaradaki büyüleyici Doğan Apartmanı’ysa uzun süre zengin Levantenler ve Yahudileri ağırladıktan sonra Anadolu’dan gelen taşralıların sığınağı haline gelmişti.
Geçmişin kozmopolit Galata’sı 70’li yıllarda yavaş yavaş lümpenleşmeye başladı. Her geçen yıl, Galata’nın özünden bir şeyler aldı götürdü adeta. Bu etkileyici semt, zaman içinde gözden düştü ve değer kaybetti. Hatta, turistik çekim merkezi Galata Kulesi’ne sahip olmanın dışında hiçbir işlevi kalmadı. Beş yıl öncesine kadar Galata dendiğinde akla ıssız ve tehlikeli sokaklar gelir olmuştu.

Bugün

Yüksekkaldırım’dan salına salına Galata’ya doğru yürürken ilk dikkatı çeken birbiri ardına sıralanmış egzotik meyve satıcıları oluyor. Tezgahlarda ananastan hindistan cevizine, mangodan avakadoya kadar birçok meyve var. Satıcılardan biri “Pahalı oldukları için halkımızın egzotik meyve yeme imkanı yok. Bizim sayemizde eskiden çiçek zannettikleri meyveleri yiyebiliyorlar” diyor. Yüksekkaldırım esnafının arasında Galata’nın hareketlendiğini söyleyenler olduğu gibi sadece turist mekanı olduğunu düşünenler de var.


Ünlülerin ünlüsü Doğan Apartmanı

Ünlü ev sahipleri vesilesiyle son zamanlarda ismini daha sık duyar olduğumuz Doğan Apartmanı’nın bulunduğu Serdar-ı Ekrem Caddesi’ndeki bir bakkal 20 senedir Galata’da yaşadığını ve son birkaç yıldır buradaki kira fiyatlarındaki artışa inanamadığını söylüyor. “Buralarda daha çok yabancılar yaşıyor. Zaten binaları alıp yenileyenler de onlar. Ondan sonra da büyük paralara satıyorlar” diyor. Civarda renove edilen binalardaki dairelerin kira fiyatları 2000 dolardan başlıyor. Toplu bir renovasyon gerçekleşmediği için Doğan Apartmanı’nın yan sokağındaki Kölemen Çıkmazı’ndaki apartmanlarda daireler arasında gerilmiş iplerin üzerinde asılı duran çamaşırları görünce şaşmamak gerekiyor.
Serdar-ı Ekrem Caddesi’nin yeni konuklarından Mavra Design Store & Cafe’nin sahibi seramik sanatçısı Yonca Akçay, beş yıl önce Doğan Apartmanı’nda bir daireyi atölye olarak kullanmaya başlamış. “O zaman buralara ıssız ve tekinsiz yerler gözüyle bakıyordum. Mahalle havasında olduğu için makyaj yapmamaya ve etek giymemeye özen gösteriyordum. Fakat zaman içinde gayet güvenli bir yerde yaşadığımı anladım. Evim de burada ve hatta çingene komşularım var” diyerek anlatıyor Galata macerasını. Sokaklarda düzenlenen partilere mahallelinin de katıldığından ve hiçbir şekilde dışlanmadıklarından bahsediyor.
Galata sokaklarında gezdikçe insanın aklına Mavra gibi sıcak bir atmosfere sahip olan birkaç mekanın daha açılmasıyla Galata’nın da Cihangir’in geçirdiği dönüşümü yaşama ihtimali geliyor. Galata Moda ve Galata Tasarım festivalleri derken semte olan ilgi her geçen gün artıyor. Bu ilgi, artan konut fiyatlarıyla da birleşince ortaya yeni bir Cihangir çıkar mı acaba?

01/12/2008

Rüyalar Gerçek Olsa


Emel Kurhan’ın tasarımı olan ‘Genç Kız Rüyası’ isimli şapkayı gördüğümüzden beri düşlerimizi beyaz atlı prensler süslemiyor. Artık tek düşümüz, bu şapkaya sahip olmak ve onunla tüm bakışları mıknatıs gibi üzerimize çekmek. Kurhan, kitsch, oyunbaz ve renkli dünyasının nadide parçalarından biri olan şapkayı, Galeri Splendid’in ‘Uyuyan ID’ sergisi için tasarladı. ‘Genç Kız Rüyası’ 19 Kasım-19 Aralık tarihleri arasında Katia Şapka’da sergilenecek. ‘Bu sanat eserine sahip olup, onu en yakın arkadaşımın düğününde çiçekli uçuş uçuş bir elbiseyle birlikte takmak istiyorum’ diyenler bilgi için info@galerisplendid.com adresine başvurabilir.
Time Out Aralık '08

Güncel Sanata Hayat Öpücüğü

Sayıları hızla artan genç ve alternatif galerilerle şehrin güncel sanat çehresi değişiyor. Genç sanatçıların yepyeni ve taptaze fikirleri, bu galerilerde hayat buluyor. Hepinizi sanat arenasının ‘yenileriyle’ tanışmaya davet ediyoruz.

Birçoğumuzun sanat anlayışını tepetaklak etmiş olsa da güncel sanat, günümüzün en büyük fenomenlerinden biri. Kimilerinin ‘Aman bu da sanat mı?’ diye burun kıvırdığı güncel sanat yapıtları, sanat piyasasını yerinden oynatma gücüne sahip. Örneğin, güncel sanat süper starlar takımının as oyuncularından biri olan Damien Hirst, dünyada ikinci Büyük Buhran’ın yaşandığı günlerde (15 Eylül’de dünya finans piyasaları altüst olurken) düzenlenen müzayededeki satışlardan toplam 200.7 milyon dolar kazandı. Sotheby’s’in, 1993 yılında Picasso’nun 88 eserini 20 milyon dolara sattığı düşünüldüğünde Hirst’ün kazancı dudak uçuklatıcı olarak nitelendirilebilir.
Tüm dünyanın pür dikkat izlediği güncel sanat arenası büyük bir hızla gelişiyor ve evriliyor. Tabi bunda disiplinler arasındaki çizgilerin iyice birbirinin içine geçmesinin de payı büyük. Sanat modayla flört ederken mimariye de kur yapabiliyor. Bu sahneyi gözünüzün önüne getirmekte zorlanıyorsanız işte size bir örnek: Chanel’in gezici güncel sanat projesi Zaha Hadid tarafından hazırlanan bir konteynerde sergileniyor. Böylece, izleyiciler, sanat, moda ve mimari üçlüsünün mutlu birlikteliğine tanık oluyorlar.
Dünyada tüm bu gelişmeler yaşanırken İstanbul’un olanlara izleyici kaldığını sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Aslında 2000’lerden bu yana ivmesi hızla artan bir hareketlenme söz konusu sanat alanında. Büyük banka galerileri, özel müzeler, bağımsız galeriler, sanatçı inisiyatifleri, bienaller derken sanat, şehrimizin gündem maddelerinden biri olma yolunda hızlı adımlarla ilerledi.
Galeri Splendid’in ortaklarından küratör Derya Demir, “Artık ne izleyici, ne de koleksiyoner güncel sanata mesafeli yaklaşmıyor. Sonunda müze ve galeri gezmek, birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi burada da günlük hayatın bir parçası haline gelmeye başladı” diyor. Demir’i sanatçı Leyla Gediz’le birlikte Galeri Splendid’i açmaya iten, çevrelerinde farklı işler yaparken bir yandan da sanatsal üretimlerini devam ettirmeye çalışan genç sanatçıların varlığı olmuş. “Sanatçı olarak hayatlarını idame ettirmek için iş satmaları gerekiyor. Fakat koleksiyonerlerin onların yapıtlarını görebileceği genç galerilerin sayısı çok az. Birçok galeri genç sanatçılarla çalışmak istese de yılların getirdiği ağırlaşmayla bunu yapamıyor” diyerek anlatıyor durumu Demir.
Son zamanlarda açılan sergi mekanlarını, alışkın olduğumuz galerilerden ayıran çok önemli bir özellik var: Genç sanatçıları öne çıkarmayı hedeflemeleri. Taze galerilerden Play Studio’nun ortakları Ersan Çürüklü ve Ömer Zapsu, “Galeri politikamız, ismini daha önce duymadığınız genç isimleri desteklemek üzerine kurulu. Burada satılan işler için sanatçılardan çok cüzi komisyonlar alıyoruz” diyorlar. Galeri Splendid de henüz görünürlük kazanmamış sanatçıların sanat marketinin içinde yer almasına yardımcı oluyor.
Şehirde bu heyecan verici gelişmeler olurken 2009 yılının ilk aylarında Sotheby’s tarafından bir Türk güncel sanat müzayedesi düzenleneceği haberi kulaktan kulağa yayılmaya başladı. Sizce de güncel sanata olan ilginizi gözden geçirme vakti gelmedi mi?


Vasıf Kortun
Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi’nin yöneticisi küratör Vasıf Kortun, genç galerileri
n açılmasının geçici bir furya olduğunu düşünüyor.


Siz Türkiye’de genç sanatçılara destek olunmasına ilk ön ayak olanlardansınız. Yeni kuşak sanatçılar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Gençleri hala destekliyorum. Fakat şu anda gelen kuşağın çok iyi olduğunu düşünmüyorum. Onlarda ’95 kuşağının dinamizmi yok. Tabi aralarında çok iyi olanlar da var. Onların en büyük sorunu da Türkiye’de kendilerini destekleyecek galeri bulamamak.

Birçok yeni sergi mekanı genç sanatçıları ön plana çıkarmayı hedeflediğini söyleyerek sanat piyasasına giriş yapıyor. Bunu başarabilecekler mi sizce?
Bundan 3 yıl önce de sanatçı inisiyatifleri furyası vardı. Şimdi bu furya yerini galeri furyasına bıraktı. Bir galerinin tek bir amacı vardır; o da para kazanmak.

Peki bu yeni oluşumlara destek veriyor musunuz?
Bu oluşumların başındaki insanların hepsi benim öğrencim sayılır. Tabi hepsini destekliyorum. Ama eleştiriyi de elden bırakmıyorum. Risk alıp beklenmeyeni yapan galerinin her zaman kazanacağını düşünüyorum.

Sizce hangi sanat oluşumlar bu dediğiniz kritere uyuyor?

Tütün Deposu’ndaki Rodeo Galeri oldukça cesur ve güçlü. Aynı şekilde PİST’in de sanata hayatını koyduğunu düşünüyorum.

Murat Pilevneli
Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nın şehrin çekim merkezlerinden biri olmasında Galerist’in kurucusu Murat Pilevneli’nin rolü büyük. İstanbul’da güncel sanatın çehresini değiştiren Pilevneli’yla galericiler, sanatçılar ve koleksiyonerler ekseninde sanat piyasasını konuştuk.

Bugün sanat alanındaki yeni oluşumlara ve galerilere baktığımızda birçoğunun genç sanatçılara destek olmayı şiar edindiklerini görüyoruz. Galerist de 7 sene önce böyle bir söylemle ortaya çıkmıştı. Burada sergilenen sanatçılar hala bu söyleme göre mi seçiliyor?
Galerist ilk kurulduğunda temsil edilmeyen, genç sanatçıları destekleyen bir galeriydi. Bu anlamda Türkiye’de galericiliğin vizyonunu değiştirdiğimizi söyleyebilirim. Fakat bizim gibi köklü kurumlar, bir noktadan sonra genç sanatçılara destek veremez oluyor. Büyümeyle birlikte maliyetlerin yükselmesi kaçınılmaz. Bugün Galerist olarak, Art Basel’den FIAC’a kadar birçok uluslararası sanat fuarına katılıyoruz. Dolayısıyla, artık genç bir sanatçının 1500-2000 dolarlık işini sergileyemiyoruz. Bu noktada genç galeriler devreye giriyor ve genç sanatçılara alternatif bir platform oluşturuyor.

İstanbul’da genç ve alternatif galeriler çoğalıyor. Bunlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Şu sıralar sanat anlamında iyi ve heyecan verici gelişmeler var. Bu kurumların ortaya çıkmasının sebeplerinden biri, genç sanatçıların sayısındaki artış. Artık sanat eğitimi alanlar ‘Sanatta para yok. Başka nereden para kazanabilirim?’ düşüncesini bir kenara bıraktılar. Ayrıca, ülkemizde sanata olan ilgi yoğunlaştı. Tabi bunda sanat alıcılarının sayısının artmasının da büyük etkisi var. Alıcı kesimle birlikte sanata belirli bir para akmaya başladı. Böylece, daha genç galeriler ortaya çıkma şansını yakaladı.

Yeni oluşumlar ve inisiyatifler uzun vadede başarılı olabilecekler mi sizce?
Bu konuda bir şey söylemek için henüz çok erken. Bu oluşumların başarılı olup olmayacağını hep birlikte göreceğiz. Kurumlar bazında kendime göre tahminlerim var. Ama onlara haksızlık olmaması açısından tahminlerimi kimseyle paylaşmıyorum.

Genç sanatçıları takip ediyor musunuz? Beğendiğiniz isimler var mı?
Üniversitelerin yıl sonu sergilerine gitmeye çalışıyorum. Galerist’e portfolyo getiren birçok sanatçı oluyor. İyi bir sanatçının bunu yapmasına gerek olduğunu düşünmüyorum. Çünkü iyi olan bir şekilde görünürlük kazanır. Şu an genç sanatçıların yapıtlarına ‘İyi mi, kötü mü?’ diye bakmıyorum. Bu elemeyi yapabilecek noktaya gelmedik bence. Ortaya çıkan her şeyi sonuna kadar desteklemek taraftarıyım.

Genç bir sanatçının kendini burada kabul ettirmek için illa yurt dışında eğitim alması veya işlerini orada sergilemesi gerekiyor mi?
Bir dönem böyle bir inanış vardı ama artık bu inanış miyadını doldurdu. Aslında ilk kurulduğumuzda biz de bu söylemi kullandık. Çünkü 6-7 sene önce yerel eğitimden geçen gençler dünyada geçerli olabilecek bir dil kullanmıyorlardı. Bunun için biz de yurt dışında yaşayan Türkleri buraya çektik. Kuşkusuz yurt dışında eğitim hala iyi bir şey. Ama illa olması gerekmiyor. Günümüz sanatında zanaatın yanında fikir de çok önemli.

Türkiye’de ‘Güncel sanatın miladı’ dediğiniz bir dönem var mı?
2001 kriziyle birlikte her şey değişti. Bu kriz, güncel sanat piyasasının ortaya çıkmasına yol açtı.

Sanat piyasasını Avrupa mı belirliyor?
Londra ve New York belirliyor aslında. Sanat piyasasının değerinde güçlü ekonomilere sahip ülkelerin etkisi büyük oluyor. Para nerede yoğunlaşıyorsa orası otomatikman sanat piyasasına yön veriyor. Son dönemde Rusya’daki koleksiyonerlerin sayısı inanılmaz bir artış gösterdi. Geçtiğimiz günlerde yapılan bir müzayedede Rus ve Türkmen alıcılar ağır bastı. Dünyada sanat piyasası son yıllarda iyice globalleşti. Batılı koleksiyonerler İran, Hindistan ve Pakistan gibi ülkelerden sanat eseri alıyorlar. Yakında Türkiye’ye olan ilgi de artacak.

Güncel sanat Türkiye’de yatırım aracı olarak görülüyor mu?
Koleksiyonerlerin sayısı gün geçtikçe artıyor. Bir tarafta sanatı çok sevdiği için sanat yapıtları alanlar var. Diğer tarafta da yatırım aracı olarak görüp alanlar oluyor. Türkiye’de güncel sanat eserlerinin fiyatları hala oldukça makul. Fiyat marjı ortalama 1000’le 10.000 Euro arasında değişiyor. Bu ortalama, Avrupa’yla kıyaslandığında çok düşük sayılır. Mesela, Almanya’da yetenekli birisi ortaya çıktığı zaman işlerini 8000-10.000 Euro arasında bir fiyattan satmaya başlıyor.

Sanat alanında da modada olduğu gibi trendlerin varlığından söz edilebilir mi?
Aslında kısmen böyle olduğu söylenebilir. Bir süre video art çok ön plandaydı. Derken fotoğraf sanatı çok popüler oldu. Sonra resme geri dönüş yaşandı. Son dönemde Ortadoğu sanatı yükselişte.


Azra Tüzünoğlu
‘İhraç fazlası sanat eseri de olur muymuş?’ demeden önce Azra Tüzünoğlu’na kulak verin. Boğazkesen’de açtığı ‘Outlet’ adlı sanat mekanında, ismi duyulmamış genç sanatçılar izleyiciyle buluşuyor. Tüzünoğlu, sergilenen yapıtlarda hiçbir defo bulamayacağınızın garantisini veriyor.

Outlet’te sergilenen yapıtlar gerçekten ihraç fazlası mı? Yoksa bu ismin ironik bir tarafı mı var?
Ben tezimi 90’lı yıllarda Türkiye’de güncel sanatın dönüşümü üzerine yazdım. Bu tezi yazarken aslında sanatsal üretimin çok fazla olduğunu fakat bunların büyük çoğunluğunun yurtdışına gönderildiğini gördüm. Burada değeri bilinmediği, gösterim alanları kısıtlı olduğu için eserler yurtdışına ihraç edilmiş. Bu durum, 2000’lerde İstanbul Bienali’nin güçlenmesi ve yeni galerilerin açılmasıyla birlikte değişmeye başladı. Outlet ismini, ihraç edilen sanatın artık buraya döndürüldüğünü göstermek için seçtim. Üretilen işlerin çoğunun derdi yerel olanla ilgiliyken Türkiye’de sergilenmemelerinin abesle iştigal olduğunu düşündüm. Diğer yandan da insanların kafasında güncel sanatın yüksek sanat olduğuna dair oluşmuş algıyı değiştirmek istedim.

Outlet’in lokasyonunu nasıl belirlediniz? Seçtiğiniz lokasyonla sanatın uzak ve elitist algısını değiştirmeyi mi hedeflediniz?
Boğazkesen hem merkeze çok yakın hem de merkezden çok kopuk bir yer. Burada bir mahallenin içinde yer almak enteresan bir tecrübe. İlk geldiğimizde mahalleli çok şaşkındı. Şimdi mahallenin bir parçası haline geldik. İçeri girmeyip kapıdan videoları izleyenler oluyor. Küçük çocuklar çok daha cesurlar. Okuldan çıkıp gruplar halinde gelenler oluyor. Bir çocuk istisnasız her gün buraya gelip Merve Şendil’in enstalasyonunu izliyor.

Güncel sanat alanında gerçekten bir kıpırdanma söz konusu mu sizce? Kesinlikle. Aslında bu kıpırdanma çok yeni bir şey de değil. Hikayeyi biraz daha geriye sarıp oradan okumaya başlamanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Türkiye’deki güncel sanat üretimi 1950’lerden beri var. 1980’lere gelindiğinde hayatın her alanında olduğu gibi sanat alanında da büyük bir kesinti yaşandı. 90’ların başında o kesintiye bir tepki olarak yapılan üretimler artmaya başladı. Bugün, bütün bu üretimin kabuk değiştirdiği bir dönemin içindeyiz.

Güncel sanatın kendilerine hiçbir şey ifade etmediğini söyleyenler var. Bu sanata vakıf olmak için belirli bir görgü ve bilgi edinilmesi mi gerekiyor?
Güncel sanatı takip etmek için sadece algınızı değiştirmeniz gerekir. İşin sırrı değişime açık olmakta gizli. İzleyicilerin çoğu modern sanatta karşısına geçip saatlerce seyrettikleri yapıtlar görmek istiyorlar. Bu noktada izleyici daha edilgen bir pozisyonda oluyor. Günümüzün sanatındaysa daha etken bir izleyici profili var. Çok hayatın içinden, açık ve net işler yapılıyor. İzleyicinin, ‘Bunun altında bir bit yeniği var’ diye düşünmekten vazgeçmesi gerekiyor.

Outlet’te sergilenen sanatçıları bizzat siz mi buluyorsunuz?
Evet, hepsini ben seçiyorum. 2005 yılından beri Art-İst dergisinin editörlüğünü yaptığım için birçok sanatçı tanıyorum. Bir yandan da yeni sanatçılarla tanışıp onlara yer vermek için ekstra çaba harcıyorum. İzmir, Hatay, Gaziantep gibi şehirlerdeki sanatçılarla yazışıyorum. Bundan sonraki sergilerde yurtdışından sanatçıların işlerini de sergileyeceğiz.

Bugünkü güncel sanat çevresinin içinde yer almak için belirli kişileri tanımak, onların onayını almak önem teşkil ediyor mu? Genç sanatçıların önünde uzanan yol ne kadar engebeli?
Genç sanatçılar açısından baktığımda hiçbir şeyin eskisi kadar zor olmadığını düşünüyorum. Çünkü iletişim teknolojileri sayesinde artık herkes ulaşılabilir. Sanatçıların da bir yerlerde olmak için birilerine gitmelerine gerek yok. Zaten kayda değer işler mutlaka bir şekilde keşfediliyor. Öncelikle kendilerine ve yaptıkları işlere güvenmeleri gerekiyor.

Uğur Köse
Kapılarını üretmek isteyen herkese açan bir mekan inisiyatifi Tershane. Uğur Köse, yarattığı bu alternatif atölyeyi ve burada ortaya çıkan taptaze işleri anlatıyor.


Sahibi olduğunuz tersanede yatların iç dekorasyonuyla uğraşırken nereden aklınıza geldi Tershane gibi bir inisiyatifi oluşturmak?
Bireysel düzlemde baktığımda bu proje, kendimle ve toplumla bir hesaplaşma. Gümüşsuyu’nda çalışırken çeşitli nedenlerden ötürü işimi Tuzla’daki tersaneler bölgesine taşımak zorunda kaldım. Şehrin merkezinden periferiye zorunlu bir gidiş oldu benimkisi. Oraya gidince tersaneyi dönüştürmek istedim. Buna, bir nevi sosyal sorumluluk projesi gözüyle baktım.

Tershane nasıl bir oluşum?
Tershane, hiçbir zaman kurumsallaşmayacak, tamamen gerilla faaliyetlerle hareket edecek olan kar amacı gütmeyen bir organizasyon. En önemli kriteri, kritersizlik üzerine kurgulanmış olması. İnsanların gelip özgürce istediklerini yaratmasına olanak sağlıyoruz.

Tershane’nin kapılarını kimlere açık?
Burayı salt üretmek üzerine kurguladık. Matematikçi, sosyolog, usta... İsteyen herkesin gelip üretim yapabileceği bir alan. En önemli özelliklerinden biri tüm disiplinlere açık bir mekan olması. Bu interaktif üretim alanında, marangozhane, kaynak, video ve ses atölyeleri gibi imkanlar sunuluyor. Ayrıca, Tershane’nin yatılı sanat programı olma özelliği de bulunuyor. Yani, buraya gelenlere konaklama alanları da sağlıyoruz. Sunulan bu imkanlar dahilinde üretilen eserler hazırladığım sergilerle izleyiciyle buluşuyor.

Sergi mekanı olarak Küçük Çiftlik Parkı, Sirkeci Garı gibi kamusal alanları seçerek sanatı, galerinin steril ortamından çıkarıp daha ulaşılabilir hale getirmeyi mi hedefliyorsunuz?
Sınırların kalkmasından yana olduğum için kamusal alan kavramıyla yakından ilgiliyim. Kamusal alanları kullanmanın her kesimden insanı birbirine yaklaştırdığını düşünüyorum. Mesela, geçen yıl Bienal’e paralel olarak Boğazkesen’de ramazan aylarında Kuran kursu olarak kullanılan bir mekanı kiraladık. Tüm bu kamusal alanlarda sanatı paylaşmış olduğumuza inanıyorum. Sanat veya sanatçı çok ulaşılmaz geliyor insanlara. Yaptıklarınızı kimsenin anlamayacağı cümlelerle kurgularsanız insanlar ürker. Oysa ki tane tane, büyük puntolarla ve açıklayıcı olursanız herkes sanattan eşit düzeyde faydalanabilir.

Sirkeci Garı’nda gerçekleştirdiğiniz son serginin ismi ‘Taze Beyinlere İhtiyacımız Var’dı. Sizce taze fikirler ortaya koyanlar genç sanatçılar mı?
Bence mühim olan genç olmaktan ziyade yeni fikirlere sahip olmak. Louis Bourgeois’yı düşünün. O kadar yaşlı olmasına rağmen güncel sanatın en etkileyici yapıtlarını üretiyor.

Tershane’de üretilen işler sergilendikleri zaman satılıyorlar mu? Yani, Tershane bir galeri gibi de hareket ediyor mu?
Biz alıcıyla sanatçıyı karşılaştırıyoruz. Fakat bunun için galerilerde olduğu gibi sanatçıdan herhangi bir komisyon almıyoruz. Sanatçının yapıtı, kendisinin öngördüğü fiyata satılıyor.

Tershane, birçok sanatçının üretim yaptığı bir mekan. Buraya gelen genç insanların işlerine baktığınızda gelecek vadedip etmeyeceklerini kestirebiliyor musunuz?
Hangi işin iyi, hangisinin kötü olduğunu ve bu işlerin sanat tarihindeki yerini sorgulayabilirim. İleriye dönük yorum yapmaksa çok mümkün değil. Bu, sadece eserle değil, eseri yapan kişinin karakteriyle de ilgili. Ancak, ‘Devam etse çok iyi olabilir’ hükmünde bulunduklarım oluyor. Genç sanatçılarda gördüğüm en büyük eksikliklerden biri, tekniklerini oturtamamış olmaları. Bu noktada yurt dışında eğitim alarak Türkiye’de bir şeyler yapmaya çalışan sanatçıların daha çok şansı oluyor.

‘Siz bu işi neden yapıyorsunuz? Hiç bir çıkarınız yok mu?’ sorularıyla karşılaşıyor musunuz?
Hem de çok. İnsanlar kuşkuyla yaklaşıyorlar. Ben Türk sanat tarihinin genç kuşağının arşivini tutuyorum.


Serra Özhan
Sanatın kalbinin en hızlı attığı merkezlerden Londra ve Berlin’de yaşamış olan genç bir küratör Serra Özhan. Şu sıralar Vehbi Koç Vakfı tarafından Berlin’de kurulan sanat mekanı Tanas’ta, genç Türk sanatçıların yer alacağı bir sergi için çalışmalar yapıyor. Bir küratörün gözünden sanat dünyasının nasıl göründüğüne bakıyoruz.


Apartman Projesi’nin ‘İade-i Ziyaret’ projesi ilk küratörlük deneyiminiz olacak. Bu projeden biraz bahseder misiniz?
Yüksek lisans uzmanlık alanı olarak coğrafyalar üzerine çalışmıştım. Özellikle haritaların yarattığı sınırlılıkları yumuşatmak için alternatif haritalandırmalar üretmekle ilgiliyim. Bu bağlamda, Selda Asal’ın konseptini oluşturduğu ‘İade-i Ziyaret’ projesini sınırları ve kalıplaşmış tanımları kırmak, ya da kırmaktan ziyade kalıplaşmış anlamlarını bulandırmak için çok heyecan verici buldum. Ülkeler arasında fiziksel sınırların dışında, onların birbirleriyle olan politik meselelerinden doğan, sınırı duvarlaştıran ikinci bir sınır daha bulunuyor. Aslında ülkelerin bu kavgasına inat, önemli kültürel alışverişler söz konusu. Biz de bunlara dikkat çekmek için Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve İran’da seçtiğimiz sanatçıları ziyaret edeceğiz. Sonra da onlar üretmek için Türkiye’ye iade-i ziyarete gelecekler. Bu sınırları bir otobüsle gezeceğiz ve sanatçılar yapıtlarını bu otobüste ortaya çıkaracaklar. Önümüzdeki yıl kasım ayında tüm bu çalışmalar Tütün Deposu’nda sergilenecek.

‘Her küratörün belirli bir sanatçı kitlesi olur ve hep onlarla çalışır’ inanışı doğru mu?
Genelde böyle oluyor ama bu durum, olumsuz olarak algılanmamalı. Ben de sanatsal anlayışını kendime yakın hissettiğim sanatçılarla birlikte çalışıyorum. Bir araya gelip fikirleri çarpıştırmak, sergi oluşana kadar beraber bu süreci yaşamak olası bir iktidarı ortadan kaldırıyor. Böylece, hikayeyi anlatan kişi oluyorum daha çok.

Sanat aracılığıyla sınırların sınırsız kılınabileceğine inanıyor musunuz?
‘İade-i Ziyaret’ projesini barış elçiliği ya da hümanizm olguları adı altında yapmıyoruz. Sınırlar var olan, ciddi bir gerçek. Sanatçı ‘o mekanda ve o anda’ günlük paylaşımlardan sınırların çok dışına çıkabilir. Bu, tamemen onun, o an kendini nasıl anlattığıyla ilgili.

Apartman Projesi kar amacı gütmeyen ve sergilenen işlerden kendine pay çıkartmayan bir sergi mekanı. Orada sergilenen yapıtların satışı yapılıyor mu?
Hiç bir sergiyi satış odaklı olarak yapmıyoruz; burası bir galeri değil. Ama zaman zaman sattığımız işler oluyor. Mesela, bir keresinde René Block orada sergilenen genç bir sanatçının yapıtını satın almak istedi. Eserin fiyatını o anda sanatçıyla birlikte belirledik.

Yeni açılan genç galerileri ve inisiyatifleri takip ediyor musunuz? Tatmin edici sonuçlar var mı sizce?
Yeni sanat oluşumlarının ortaya çıkmasının hiçbir götürüsü olduğunu düşünmüyorum. Hepsini destekliyorum. Eleştirel yaklaşılmasını da doğru bulmuyorum. İyi işler çıksın ya da çıkmasın her şey desteklenmeli. İstanbul’un sanat anlamında gelişmesini istiyorsak eleştiriyi bir kenara bırakmalıyız.

Genç bir küratör olduğunuz için genç sanatçıları tanıyorsunuz. Mesela, Mimar Sinan’dan yeni mezun olan öğrenciler neler yapıyorlar?
Türkiye’de sanat eğitimleri biraz eksik kalıyor malesef. Buralardan mezun olan öğrencilerin yurt dışında rezidanslara başvurmaları kendilerini geliştirmeleri açısından çok önemli. İstanbul’da Tersane gibi birçok mekanın kapılarını gençlere açması gerekiyor. Bu tarz mekanlarda iyi işlerin seçilebileceği büyük sergiler yapılmalı. Londra’da sanat okullarının bitirme sergileri kocaman mekanlarda yüzlerce insanın katılımıyla gerçekleşiyor.

İstanbul’daki sanat çevresiyle Berlin’dekini kıyasladığınızda ne gibi farklar veya benzerlikler görüyorsunuz?
Berlin, 600 tane galerinin yanı sıra çok sayıda enstitü ve inisiyatifin olduğu bir şehir. Özellikle son yıllarda tam anlamıyla sanat mekanı patlaması yaşanıyor. Aynı gece 100 tane sergi açılışı oluyor. Devlet, sanatçı inisiyatiflerine bedava mekan sağlıyor. İstanbul’daki en büyük eksikliklerden bir tanesi küçük sanat oluşumlarına inancın olmaması. Sanat anlamında Berlin’in İstanbul için çok zor bir model olduğunu düşünüyorum.

Sizce güncel sanat nasıl bu kadar konuşulan ve hip bir şey haline geldi?
İçinde yaşadığımız dönem bunu gerektiriyor. Artık bütün disiplinler iç içe geçmiş vaziyette. Sosyal bilimler, tasarım, moda ve sanat sürekli birbirlerinin alanlarına giriyor. Bir yandan da gelişen teknolojiler sayesinde her şeyin çok daha hızlı dolaşıma giriyor olması konusu var. İstediğiniz her sanatçının işlerine internette ulaşabilmek büyük bir lüks.

Ebru Özdemir
Bir koleksiyoner için sanat yapıtlarını özel kılan nedir? Limak Holding’in yönetim kurulu üyesi Ebru Özdemir, güncel sanata olan merakını ve koleksiyonerlik yolculuğunu anlatıyor.


Güncel sanat koleksiyonerliğine nasıl başladınız?
Önceleri ailemin cumhuriyet dönemi resim koleksiyonunu geliştirmekle uğraşıyordum. Daha sonra yakın bir aile dostumuzun verdiği davette evindeki güncel sanat yapıtlarını gördüm ve çok etkilendim. Başta bir koleksiyon fikriyle yola çıkmadım aslında. Konuyu araştırıp inceledikçe daha çok sevmeye başladım. Güncel sanat sevgim beni koleksiyonerliğe itti.

Güncel sanat yapıtlarında sizi cezbeden ne oluyor?
Sanatçıların yeniden yorumlamalarından etkileniyorum. Normal insanlarin fark etmedigi şeylerin, sanatçılar tarafından tuvale veya videoya yansıtılmasını görmek çok güzel.

İlk satın aldığınız eser hangisiydi?
2003 yılında Galeri Nev’deki bir sergiden aldığım Neşe Erdok’un iki adet eseri.

Hiç bir yapıtı alırken çok beğendiğiniz fakat zaman içerisinde ona olan ilginizi kaybettiğiniz oldu mu?
Olmadı. Zaten satın aldığım tüm işleri asamıyorum. Uzun zaman görmediğim eserleri sakladığım yerde rastlayınca çok mutlu oluyorum. Eski bir arkadaşımı görmüş gibi ya da eskiden okuduğum bir kitabın sayfalarini çeviriyormuş gibi hissediyorum. Yıllar geçtikçe sahip olduğum eserleri tamamen farklı bir şekilde de yorumlayabiliyorum.

Bir eseri seçmeye karar vermenizde ne etkili oluyor? İçgüdüsel olarak mı yoksa tamamen zevkinize uygun olup olmamasına bakarak mı satın alıyorsunuz?
Öncelikle takip ettiğim, koleksiyonumda eserleri olan sanatçılar var. Genç sanatçılar söz konusu olduğunda nereden nereye gelmiş, ne yapmaya çalışıyor, ne mesaj vermek istiyor gibi konuları inceliyorum. Çalıştıkları galerilerden ve arkadaşlarımdan görüş alıyorum. Gelecek vadettiğine inandığım genç bir sanatçı olursa onun yapıtını mutlaka alıyorum.

Satın aldığınız yapıtları birer yatırım aracı olarak görüyor musunuz?
Sanatı hobi olarak görüyorum. Satın aldığım yapıtları, iş hayatımdan veya yatırım konularından kesinlikle uzak tutuyorum. Ama değeri olmayan bir eser almak da istemem.

Alımlarınızı yaparken özellikle tercih ettiğiniz galeriler var mı?
Galerist, Galeri Nev, Galeri Apel ve Pi Artworks sürekli alışveriş yaptığım galeriler.

İstanbul’da birçok genç ve yeni galeri açılıyor. Bunları ziyaret etme fırsatı buluyor musunuz?
Elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum. Bazılarını fuarlarda görüyorum. Bazı galeri sahipleri eserlerin görsellerini mail yoluyla bana ulaştırıyorlar. Bu şekilde seçim yapmam da kolaylaşıyor.

Genç Türk sanatçılar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Takip ettiğim genç sanatçılar var. Güncel sanat çevresinin gün geçtikçe daha da hareketlendiğini düşünüyorum.

Ödediğiniz meblağa değecek işler satın alıp almadığınızdan nasıl emin oluyorsunuz?
Öncelikle bende bir his uyandırmayan hiçbir işi satın almıyorum. Güncel sanat piyasası Türkiye’de yeni yeni gelişiyor. Sözünü ettiğim ufak bir sanat marketi var. Güzel işleri kendimce uygun fiyatlara satın almaya çalışıyorum.

Mihda Koray
Sanat galerileri hakkında tüm bildiklerinizi unutun. Müzikle sanatın kucaklaştığı bir mekan olan URA’ya buyrun. Kurucusu ve yöneticisi Mihda Koray’dan sanat dünyasına tazelik getiren URA’nın hikayesini dinliyoruz.

Uzun yıllar Londra’da yaşadıktan sonra İstanbul’a geldiniz. URA’yı kurma fikri nasıl ortaya çıktı?
İstanbul’a birkaç haftalık tatil için gelmişken 3 ay kaldım. Buraya ilk geldiğimde Güzel Sanatlar’dan yeni mezun olmuştum ve ne yapacağım konusunda pek de bir fikrim yoktu açıkçası. Bu kadar enerjik ve hareketli bir şehirde alternatif konserlerin yapılmadığını gördüm. Mısır Apartmanı’ndaki bu dairenin önce küçük bir konser mekanı olmasını düşünmüştüm. Konser için buraya davet ettiklerimin yanında bir grup sanatçı da vardı. Böylece, konsere paralel bir sergi de gerçekleştirilmesine karar verdik. Açılışımız bienalle aynı zamana rastlayınca URA bir proje mekanı olarak ortaya çıktı.

URA neler vadediyor gelenlere?
URA, insanların gözünün önünde büyüyüp gelişen bir mekan oldu. Aslında henüz çok genciz. Burası açılalı bir yıl oldu. Sergiler düzenledikçe URA’yı fiziksel olarak değiştirip daha galeri havasına soktuk. Artık buranın işlevinin de tam bir galeri gibi olmasını istiyorum. Bundan böyle senede dört sergi yapmayı hedefliyoruz. Buranın bir parti mekanı olarak görülmesinden hoşlanmıyorum. Benim derdim bilgi dağıtmakla. Bunu çıkardığımız dergiyle, düzenlediğimiz sergi ve konserlerle yapıyoruz. İnsanlara biraz da hiçbir şeyin keskin sınırları olmadığını göstermeyi hedefliyorum. Birkaç disiplinin bir araya gelmesi fikrini seviyorum.

Mısır Apartmanı’nda Galerist ve Galeri Nev gibi köklü galerilere komşusunuz. Bu galerilerin yanında URA’yı nasıl konumlandırıyorsunuz?
URA’nın Mısır Apartmanı’nda olması sadece bir tesadüf aslında. Yani, burayı çok ‘in’ bir lokasyon olduğu için seçmedik. Burayı ‘indie’ bir mekan haline getirmek gibi bir derdimiz de yok. Zaten ‘indie’ kelimesinden de hiç hoşlanmıyorum. URA, yeni ve heyecan verici işlerin sergilendiği bir sanat ve müzik alanı.

URA sayesinde Londra’yla İstanbul arasında bir köprü oluşturdunuz bir anlamda. Londra’dan bakıldığında buradaki sanat çevresi nasıl görünüyor?
Burada sanat adına güzel gelişmeler oluyor. Ama bunda İstanbul’un 2010 Kültür Başkenti olması hikayesinin etkili olduğunu düşünüyorum. Sırf bunun için biraz şişiriliyor bir takım şeyler. Tabi ki etrafta daha çok sanatçının olması ve sanat mekanlarının açılması çok güzel. Ama İstanbul’un da Berlin’e yapıldığı gibi ‘yükselen cool şehir’ ilan edilmesine karşıyım.

URA’da sergilenen işleri neye göre seçiyorsunuz?

İşin sanat kısmı şimdiye kadar biraz içgüdüsel olarak ilerliyordu. Ama buraya öğrenci galerilerini, Londra’nın kıyıda köşede kalmış sanatçılarını getirdiğim sanılmasın. Şu an Hats Plus’ın ‘Either Or’ sergisi yer alıyor. Bu yapıtlar, Londra’da eski bir şapka dükkanında sergilendiğinde mekan, Charles Saatchi, Jay Jopling gibi isimler tarafından bile ziyaret edildi.

Londra’dan buraya gelen sanatçılar nasıl bir tecrübe yaşıyorlar?
Orada sanatın kendisi ve insanların sanata bakışı, sürekli değişen olgular. Londralılar bir takım şeylerden sıkılmış oldukları için sürekli yeni arayışlar içindeler. İstanbul’a gelmek insanları heyecanlandırıyor. Burada farklı bir enerji olduğunun farkındalar. Bir yandan da bizim çalışma tarzımızı seviyorlar. Hem çok profesyonel hem de çok rahat olduğumuzu söylüyorlar.

URA’ya daha çok kimler geliyor?
Daha çok gençlerin ilgilendiği bir mekanız. Sanat çevresinden insanlar pek uğramıyor buraya. Sanırım bizi ‘ciddiyetsiz’ buluyorlar.

İstanbul’la aranız nasıl? Seviyor musunuz bu şehirde yaşamayı?
Çok seviyorum. Arkadaşlarımla akşam yemeklerine gitmekten hoşlanıyorum. Favorim Karaköy Balıkçısı. Geceleri de nerede beğendiğim bir konser varsa oraya gidiyorum.

Time Out Aralık '08

06/11/2008

Gece hayatı turu başlıyor


Şehrin gece hayatında neler olup bittiğini görmek için olay mahallerini bizzat gezdik. En popüler gece kulüpleri ve barlardan canlı bildiriyoruz.

Gece eğlencesi anlayışı kışın Babylon, yazın da NuTeras’tan ibaret biri olarak gece hayatı turuna çıkma fikrinin beni oldukça heyecanlandırdığını itiraf etmeliyim. Hep aynı mekânlara gitmem ve alıştığım yerlerden kolay kolay vazgeçemem birçok arkadaşımı deli ettiği için yeni ve popüler kulüpleri gezmenin harika bir tecrübe olacağını düşünüyorum. Görev aşkıyla iki gecede altı mekânı ziyaret etmeye karar veriyorum. Dilimde Justice’in ‘Dance’ parçasının “Do the dance/Stick to the beat/Just easy as A, B, C” sözleriyle yola koyuluyorum.

1. Magnet
Üç arkadaşın Haziran ayında açtıkları bir kulüp Magnet. Bu üç arkadaştan biri FG’nin iletişim sorumlusu Orkun Bozdemir olunca buranın elektronik müzik vahası haline gelmesi kaçınılmaz oluyor. Magnet, FG, Lounge FM, Dinamo ve Açık Radyo’nun DJ’lerinin yanı sıra Cure-shot, Ser-touch ve U.F.U.K gibi ünlü DJ’lere de ev sahipliği yapıyor. Mekânın dekorasyonu da en az çalınan müzikler kadar farklı ve iyi düşünülmüş. Duvarlardaki akla Roy Lichtenstein’ı getiren tablolar ve siyah pleksiden grafik görünümlü plakalar buraya pop bir hava katıyor. Gelenlere maksimum dans etme alanı sağlamak için duvarlara yaslı duran birkaç sandalye ve stand bulunuyor. DJ kabini bir uzay mekiğinin kumanda merkezini andırıyor. Kabinin tepesine gece kulüplerinin olmazsa olmazı parlak disko topu kondurulmuş. Cumartesi gecesi İstiklal Caddesi’nin mahşeri kalabalığını aşıp saat 01.30’dan önce Magnet’a varıyorum. İstiklal’in keşmekeşine girmek istemezseniz buraya Taksim Meydan’ından taksiyle gelmek en iyisi. Tabi taksinin de sokağın kalabalığı dolayısıyla çok fazla yol alamayacağını göze almak lazım. İlk geldiğimde fazla kalabalık olmayan mekânın kerametinin 2’den sonra ortaya çıktığını anlıyorum. Gelenler gerçek anlamda iyi müzik dinlemek ve dans etmek için tercih ediyorlar burayı. Ellerinde içkileriyle birbirini süzüm süzüm süzen tipler yok neyse ki. Giysi kodu uyarınca rahat ama tarzı olan kıyafetler giyilmesi gerekiyor. Fazla uğraşmamış görünmek hanenize artı puan kazandırır. Converse giymenin ‘cool’ olduğu bir mekân olduğunu hatırlatmak isterim. Magnet’ın çok büyük olmaması bara ulaşmak ve beğendiğiniz insanlarla tanışmak açısından büyük avantaj sağlıyor. Barmenden bir bira istediğiniz takdirde ödemeniz gereken ücret 7 YTL. “Tüh beğendiğim çocuğu kaybettim” diye söylenmeye başlamadan önce üst kattaki lounge bölümüne göz atmalısınız. Bence mekânın en güzel sürprizi bu lounge katı. Benim gibi elektronik müziğe dayanabilme süresi bir saati geçmeyenler için harika bir kaçış noktası. Burada chill out ve lounge türünde müzikler çalınıyor. Aşağı katta yeni tanıştığınız biriyle muhabbet etmek istiyorsanız hemen üst katın yolunu tutmalısınız. Buradaki bembeyaz koltuklarda rahatlık ve karşı cinsle yakınlık garantili.
İstiklal Caddesi Balo Sokak No:22 Kat:1 Beyoğlu
www.magnetmusic.net
Cuma ve Cumartesi 22.00-05.00, Pazartesi hariç diğer günler 17.00-01.00 arasında açık. Kredi kartları geçerli.
Giriş ücreti Cuma ve Cumartesi günleri 10 YTL

2. Tek Yön
Tek Yön’ü, Mert Alaş ve Marcus Piggott’nun Galerist’teki sergisinin açılışı için Haziran ayında İstanbul’a gelen Kate Moss’un uğradığı barlardan biri olması versilesiyle çok merak ediyordum. Aslında bunun bir şehir efsanesi olma ihtimalini de göz önünde bulunduruyordum. Ta ki gay bir arkadaşım Moss’u o gece gözleriyle gördüğünü anlatana kadar. Sırf bu gelişme bile bu gay barı cazip kılmak için yeterli bir sebep. Mekanın yakınında otopark olduğunu öğrenince arabayla gitmeye karar veriyorum. Oraya vardığımızda vale hizmetinin de olduğunu öğreniyorum. Tek Yön’e gay arkadaşımın refakatinde giriyorum. Kapıdaki görevlinin çok önemli bir ricası oluyor: “İçerde fotoğraf çekmeyin lütfen.” Buraya gelenlerin özellikle fotoğraf makinesi konusunda çok hassas olduklarından bahsediyor. İçeri girer girmez ilk gözüme çarpan burada her tipten insanın olması. Belirli bir sınıfın mensuplarından ziyade her kesimden erkek bir arada. Bir yanda ‘Kurtlar Vadisi’nin setinden fırlamış gibi duran ‘ağır abiler’ rakı içiyor. Diğer tarafta alternatif görünümlü iki genç öpüşüyor. İçerde benim dışımda sadece bir kadın var. Arkadaşım genelde kadınların da geldiğini ve çok rahat hareket ettiklerini söylüyor. İlk gittiğimizde fazla kalabalık olmadığı için çevredekilerin bakışlarını üzerimde hissediyorum. Fazla heteroseksüel göründüğümden olsa gerek. Ya da azınlık psikolojisi böyle düşünmeme sebep oluyor. Kulaklarda yerli ve yabancı popüler müzikler çınlıyor. En popüler şarkılarla birlikte içerideki kalabalık çoştukça coşuyor. Etrafta gezen garsonların gözden kaçması mümkün değil. Üzerlerinde Tek Yön yazan ve bir okun sırtlarından aşağıya doğru işaret ettiği tişörtlerle fazlasıyla dikkat çekiciler. Yerli içkiler için 9 YTL ödüyoruz. Bize servis yapan garson çok sıcakkanlı ve konuşkan. “Önümüzdeki Salı günü mutlaka gelmelisiniz. Süper bir şovumuz var” diyor. Arkadaşımdan Salı ve Çarşamba günlerinin şov geceleri olduğunu öğreniyorum. Mesela, geçen hafta garsonlar, hemşire ve doktor kılığına girmişler. Gece ilerledikçe kendimi ilk geldiğim kadar ‘yabancı’ hissetmiyorum burada. Sadece hiçbir erkeğin ilgi alanına girmeme fikrine pek alışamıyorum.
(0212) 245 16 53
www.tekyonclub.com
Hüseyin Ağa Mahallesi Ekrem Tur Sokak No:14 Beyoğlu
Hafta içi 10.00-04.00, haftasonu 10.00-05.00 arasında açık. Kredi kartları geçerli.

3. Jolly Joker Balans
Balans’a en son isim ve kimlik değiştirmeden önce Portecho konseri için gitmiştim. Yıllarca Teoman’ın sahne aldığı ve hatta buranın ortaklarından biri sanıldığı kulübün altın çağını yaşamaya devam edip etmeyeceğini görmek için buranın yolunu tuttum. Yenilenen mekânı gördüğümde biraz şaşırdım ve hayal kırıklığına uğradım. Öncelikle eskinin o karakterli dekorasyonunun yerinde yeller esiyor. Jolly Joker Balans’ın kırmızı ağırlıklı dekoru Amerika’nın ıssız eyaletlerindeki rock barları anımsatıyor. Gitar şeklindeki barı ve kocaman bir trompet şeklindeki sahnesi farklı görünüyor. Fakat kulübün girişinde ve duvarlardaki şövalyelere hiç bir anlam veremiyorum. Perşembe gecesi gittiğim mekânda sahnede Soul Stuff grubu funk, soul ve rock’n’roll tarzında cover parçalar söylüyor. Bu katta yer alan iki barda biranın fiyatı 8 YTL, mojitonunsa 25 YTL. Mekânın kalabalıklaşması ümidiyle bekliyorum ama nafile. Ben de aşağı kattaki Brau’ya doğru yol almaya karar veriyorum. Barda, buranın kendi üretimi olan 7 YTL’lik biralarından içiyorum. Bu sırada duvarlarda biralar hakkında faydalı bilgilerin yer aldığı resimler dikkatimi çekiyor. Barmenlerden biri biralarının katkı maddesiz olduğunu söylüyor. Yakışıklılık ve sempatiklikte Amerika’daki Abercrombie mağazalarında çalışan satış elemanlarını aratmayan barmenler oturan herkesle sohbet ediyorlar. Burada 80’ler ve 90’lar alternatif ve rock parçaları çalınıyor. Masalar, birşeyler atıştırmak ve müziğin tadını çıkarmak için ideal. Çılgınlar gibi dans ederseniz ve saçlarınız bozulursa diye tuvalette saçları düzleştiren ve buklelendiren bir alet bulunuyor. 1 YTL karşılığında 90 saniyeliğine saçlarınızı şekillendirebilirsiniz. Mekandan ayrıldığınızda Tarlabaşı istikametine doğru yürürseniz birçok taksinin orada konuşlanmış olduğunu göreceksiniz.
(0212) 251 70 20
Balo Sokak No:22 Beyoğlu
Pazar ve pazartesi hariç her gün 19.00-04.00 arasında açık. Kredi kartları geçerli.

4. Machine
Machine’in alternatif ve underground bir kulüp olduğunu kocaman bir tabelasının olmamasından anlıyorum. Sadece bilenler gelsin; bilmeyenler de arasın bulsun istiyorlar herhalde. Mekana arabayla gelmeyi aklınızdan bile geçirmeyin. İçerideki müziğin etkisiyle tüketeceğiniz alkol miktarının fazla olacağını öngörüyorum. Zaten ben de bunun için Taksim Meydanı’ndan yürüyerek ulaşıyorum mekana. İçeri adımımı attığım anda vestiyer ısrarla ceketimi almak istiyor. Benim rahatımı benden çok düşünen bu vestiyere böyle çok rahat olduğumu söylüyorum. Banu Bora imzalı David Bowie’vari ceketimden bir an bile ayrılmak istemiyorum. Vestiyerden kurtulduktan sonra ilk dikkati celb eden bir kafesin ardında duran turn table’ın önündeki DJ oluyor. İçerdeki tipleri görünce kendimi nu rave akımının hayat bulduğu Londra’nın indie gece kulüplerinden birinde gibi hissediyorum. Elektronik müziğin yanı sıra electroclash, techno ve noize türünde müziklerin çalındığı mekânda, eğlence gece 03.00’den sonra başlıyor. Gelenler, daha çok 20’li yaşlarının başındaki nev-i şahsına münhasır tarzlara sahip alternatif gençlik. Kıyafetlerinizi seçerken ‘Ne kadar sıradışı ve uçuk, o kadar iyi’ felsefesini aklınızdan çıkarmayın. Tek başına dans eden platin sarısı rasta saçlı kızı veya abartılı giyimi ve şişmanlığıyla Beth Ditto’yu andıran başka bir kızı görseydiniz ne demek istediğimi anlardınız. Kulübün tavanını kaplayan vektörel neon ışıklara dayanabilmek için bol alkol tüketilmesi gerekiyor. Zira, bir evin oturma odası büyüklüğündeki alanda bu kadar ışık oyununun gazabından ancak böyle korunabilir. Bira 8 YTL, votka 12 YTL, tekilaysa 8 YTL.
Balo Sokak No:31 Beyoğlu
Çarşamba, perşembe, cuma ve cumartesi günleri 22.00-05.00 arasında açık. Kredi kartları geçerli.
Cuma ve Cumartesi giriş ücreti 5 YTL

5. Babe
Eskiden Sürmeli Otel dendiğinde ilk akla gelen efsanevi Godet olurdu. Bu yaz Godet’nin yerinde Babe açıldı. Bu gece kulübünün nasıl bir yer olduğunu keşfetmenin zamanı gelmişti. İki kapalı salonu ve bir de terası olan mekânla ilgili ilk izlenimim Godet kadar cool ve retro görünümlü olmadığı. Babe, bembeyaz minimalist tarzda dekore edilmiş. Dans pistinin bulunduğu yerin tavanındaki uzay mekiğini andıran cam, içeriye bir parça fütürizm dokunuşu da ekliyor. Cumartesi gecesi saat 03.00’de gitmiş olmama rağmen burada eğlenenlerin sayısı çok az. Dans edenlerse yok denecek kadar az. İçerdekiler daha çok 25 yaş üstü eğlenmekten ziyade, piyasa yapmaya gelen tipler. İnsanlar birbirlerine kaçamak bakışlar atıyor. Barda yanıma oturan bir adam benimle sohbet etmeye çalışıyor. Kendisine iş saatleri dahilinde alkol kullanmadığımı ve başkalarıyla sohbet etmediğimi söyleyerek mekânın başka bir köşesine kaçıyorum. Neyse ki içerde oturmaya elverişli birçok nokta var. İster koltuklarda, ister terastaki modern tasarımlı yüksek taburelerde oturulabilir. Babe’de standart içkiler 25 YTL, bira, şarap ve rakıysa 15 YTL. Barmenlerden birinin özel tavsiyesi üzerine martini kokteyli deneyip tadına bayılıyorum. Şampanya kokteylleri de tavsiye edilenler listesinde olduğunu hatırlatmakta yarar var. Mekana rahatlıkla arabanızla gelebilirsiniz. Sürmeli Otel’in otoparkından ve vale hizmetinden yararlanabilirsiniz.
(0212) 347 71 12
Prof. Dr. Bülent Tarcan Sokak No:3 Gayrettepe
Cuma ve cumartesi günleri 11.00-05.00 arasında açık. Kredi kartları geçerli.

6. Studio 54
Bu ismi duyduğumda hayalimde 1977 yılında New York’ta 54. Cadde’de açılan ve tüm dünyadaki gece hayatı anlayışını değiştiren hedonistlerin buluşma noktasının imgesi canlanıyor. Andy Warhol, Bianca Jagger ve Truman Capote’li Studio 54 gecelerinin geri gelemeyeceğini biliyorum tabii ki. Ama yine de ismin cazibesine kapılmadan edemiyorum.
Mekâna ulaşmak için kırmızı halının üzerinde yürümeye başlayınca ve koridor boyunca duvarlarda asılı fotoğraflar gözüme çarpınca beklentimi biraz aşağı çekmem gerektiğini anlıyorum. Merdivenlerden inerken hem yerdeki ışıklar hem de duvarlardaki aynaların ne kadar ‘fazla’ olduğunu düşünüyorum. İçeri girdiğimde ‘Beggin’ çalıyor. Ardından başlayan ‘Aşk Kokusu’ parçasıyla birlikte herkes coşuyor. Tam bir ‘eller havaya’ eğlencesinin içine düştüğümü o an anlıyorum. Kadınlarda sarı saç, sivri burunlu ayakkabı, mini etek ve düşük belli pantolon giyme zorunluluğu var gibi görünüyor. Localara beyaz gömlek giymeyen erkekler alınmıyormuş gibi bir hava var. İçki fiyatlarının uygun olduğunu söylemek zor. Bira ve soft içecekler 10 YTL, votka 20 YTL. Mekânın artıları ekstra oksijen sağlayan havalandırma ve asansörlü sahneye sahip olmanın yanı sıra 600 kişilik geniş bir alana yayılmış olması. Taksim Meydanı’na ulaştıktan sonra buraya gelmek çok kolay. Arabayla gelirseniz yakındaki otoparka park etme şansınız var.
(0212) 243 73 51
Sıraselviler Caddesi No:63 Beyoğlu
Çarşamba, cuma ve cumartesi günleri 22.30-05.00 arasında açık. Kredi kartları geçerli.
Cuma ve Cumartesi günleri bir içkinin dahil olduğu giriş ücreti 30 YTL.
Time Out Kasım '08

17/10/2008

Yeni sezon modasının başrol oyuncuları

Vizyona girecek olan hiçbir filmin oyuncuları modanınkiler kadar merak uyandırıp ses getiremez. Yeni sezonda podyumların başrollerinde ‘Koket Leydi’den ‘Femme Fatale’e, ‘Sicilyalı Büyükanne’den ‘Bohemya Güzeline’ne kadar birçok farklı karakter yer aldı. Hazırsanız sezon modası gösterimimiz başlıyor.

Moda tasarımcıları yeni sezonda çok çeşitli karakterlere yer verdikleri koleksiyonlarla huzurlarınızda. Moda gurularını bile hayrete düşürecek zenginlikteki personaların biraz kafa karıştırıcı olduğu yadsınamaz. Koleksiyonlara göz atan kadınların kendilerini “Bu karakterlerden hangisine daha yakınım acaba?” diye kara kara düşünürken bulmaları an meselesi. Ama ümitsizliğe kapılmak için henüz çok erken. Tasarımcıların hayal dünyasının mahsulü olan bu karakterlerin tarzlarının bire bir hayata geçirilmesinin imkansız olduğunu hepimiz biliyoruz. En iyisi yeni sezon stilini oluşturmak için her bir karakterin tarzını belirleyen kilit parçalardan faydalanmak. Çeşitli tarzlardan topladığınız kıyafet ve aksesuarları kendi stilinze uyarladığınızda yeni sezonu karşılamaya hazır hale geleceksiniz.

Mimari dokunuş
Coco Chanel’in 1960 yılında söylediği “Moda, mimaridir. Tıpkı onun gibi tamamen proporsiyonlarla ilgilidir” sözü bu sezon birçok tasarımcının kulağına küpe olmuşa benziyor. Sezonun en zihin açıcı gelişmesi tasarımcıların mimariden feyz alarak yarattığı kıyafetler oluyor. Güçlü kesim tekniklerinin kullanıldığı tasarımlar, akla 80’li yılların geometrik formlarının yaratıcıları Claude Montana ve Thierry Mugler’ı getiriyor. Yves Saint Laurent, Balenciaga, Lanvin ve Louis Vuitton koleksiyonlarında Montana ve Mugler etkisi göze çarpıyor.
Koi Suwannagate ve Martin Grant’ın hazırladıkları koleksiyonlarda yakalar ve omuzlardaki net ve keskin çizgilerle boyun ve omuzlar vurgulanıyor.
Hanım hanımcık bildiğimiz küçük siyah elbise bile sezonun keskin hatlarından nasibini alıyor. Nicolas Ghesquiere, Balenciaga için tasarladığı derin yırtmaçlı küçük siyah elbiseyi sivri burunlu ayakkabılarla tamamlayarak bu sezon güçlü ve kendinden emin kadınlar görmek istediğini aşikar etti.

Modanın vakur hali
Kadınlar daha genç görünmek için ellerinden geleni yaparken moda tasarımcıları onlara her yaşın ayrı bir güzelliği olduğunu hatırlatmak ister gibi. Döpiyesler, diz altı kalem etekler, tüvit ceketler, dantelli bluzlar, kemik çerçeveli gözlükler, eldivenler ve ince çoraplar, bu sezon modanın olgunlaştığının habercisi.
Fransızların Madam Jolie’sinden aldığı ilhamla Christian Dior koleksiyonunu hazırlayan John Galliano, koket ve hanım hanımcık kadınları kutsadı. Dior’un vişne kırmızısı döpiyesini, podyumda görüldüğü gibi aynı renkte eldiven, şapka, çanta ve ayakkabıyla tamamlamak yerine siyah maskülen ayakkabılar ve portföy çanta ikilisiyle birlikte giymeyi tercih edin.
Koleksiyonunu dantele adayan Muiccia Prada, “Feminen ve güçlü olmasına rağmen seksi olmayan kıyafetler tasarlamak istedim” diyor. Prada’nın öncülüğünde dantel sezonun en gözde dokusu haline geliyor. Diane von Furstenberg, sezonun en feminen koleksiyonlarından birini yarattı. ‘Foreign Affair’ adını verdiği şovu, 40’lı yılların Berlin, Şangay ve Manhattan’ının izlerini taşıyordu. Koleksiyonun en dikkat çekici öğeleri, şapkalar ve göğsün altında kullanılan ince kemerler oluyor. Phillip Lim, diz altı etekler, büyükanne hırkaları ve drapeli saten elbiselerle olgun kadınlara reverans yaptı. Michael Kors, Hitchcock filmlerinden fırlamış gibi görünen modelleri podyuma yolladığında verdiği mesaj açıktı: “Olgun ve ağırbaşlı kadınların şerefine!” Kors imzalı kaşmir kazaklar, kum saati silüetler yaratan elbiseler, vizon etoller ve tüvit ceketlerle Kim Novak’ı anıyoruz.

Neo bohem
Sezonun bohem tarzı, hippilerin stil kodunun vazgeçilmez parçalarının sofistike ve modern yorumlarından oluşuyor. Püsküller, saçaklar, İspanyol paça pantolonlar, çiçekli elbiseler ve erkek arkadaşınızın gardırobundan çalınmış izlenimi veren ceketlerle Bohemya Cumhuriyeti’ne girebilirsiniz.
Anna Sui ve Gucci koleksiyonları bohem şıklığın en çarpıcı örnekleriyle dolu. Frida Gianni, “1920’lerden itibaren her dönemin bohem yanını inceledim. Bu uzun yolculuk beni 70’li yılların hippilerine kadar getirdi” diyerek özetliyor koleksiyonundaki bohem etkisini. Gianni, etnik desenli elbiseleri zincir kemerler ve bilekte biten botlarla tamamlayarak neo bohem bir tarz yaratmayı başarıyor.
Anna Sui’nin hippilere atıfta bulunduğu koleksiyonun en dikkat çekici unsurlarından biri kocaman çiçeklerle süslü saç bantları. Hippi tarzının yanı sıra Kızılderililer ve Gustav Klimt’den ilham alan tasarımcı, yine renkli ve eğlenceli tasarımlarla karşımızda. Etnik motiflerle süslü elbiselerin altına giyilen desenli opak çoraplar, sezonun en çok arzulananları olma özelliğine sahip.
Paul&Joe, püskül detaylı botlar, panço görünümlü mini elbiseler ve dökümlü pantolonlarla 70’leri hatırlıyor.

İngiliz mirası
Tasarımcılar, İngiliz Kraliyet Ailesi’nin mirasına sadık kalarak ekoseyi baş tacı ettiler. Yeni sezonda ekose söz konusu olduğunda ‘Az daha fazladır’ felsefesini unutulması gerekiyor. Zira, tasarımcılar tüm ekose desenli kıyafetleri bir arada giymemizde beis görmüyorlar.
Dolce&Gabbana ve D&G markalarının tasarımcılarından Stefano Gabbana, “İlhamımızı ‘The Queen’ filminden ve kraliçenin özel hayatındaki görüntüsünden aldık. Modellerin kafasındaki eşarplar, kraliçenin sofistike tarzının bir yansımasıydı”
diyor. D&G koleksiyonunda ekoseli diz altı etekler, ekoseli gömlekler veya ceketlerle tamamlanıyor. Daha sakin bir görünüm için düz renklerde twin set’ler tercih edilebilir.
Triko kraliçesi Sonia Rykiel, yine eğlenceli tasarımlarla karşımıza çıkıyor. Rykiel’den başka kim ekoseli parçaları leopar desenli botlarla kombinleyebilir ki? İngiliz modasının egzantrik tasarımcısı Vivienne Westwood, ekose desenli tasarımlarıyla her zaman olduğu gibi punk akımına ve sokak modasına selam gönderiyor.


Unique Kış'08

01/10/2008

Gardıroplara özel detoks kürü

Gardırobunuzun kapaklarını açtığınızda giysilerin istilasına uğruyormuş gibi hissediyorsanız fazlalıklardan arınma zamanı gelmiş demektir. Hem size hem de gardırobunuza “Oh!” dedirtecek bir detoks kürü hazırladık.

‘Bu sezon ihtiyacım olmayan hiçbir kıyafeti satın almayacağım’ yalanına kendimi inandırsam da mağazaları gezdiğim o meşum an gelip çattığında anlık isteklerime karşı koyamıyorum. Gardırobumda bulunan balon, kalem, pilili, kloş ve tütülü etek yığınına aldırmadan ilk görüşte kalbime oku saplayan her eteğin flörtöz bakışına kanıyorum. Kısa süren bu bakışma anında hislerimin yoğunluğunda bir değişme olmazsa bir anda kendimi kasada buluyorum. Yeni eteğimle başlayan mutlu birlikteliğimiz sorunsuz bir şekilde devam ediyor. Ta ki eve gelip gardırobumun kapaklarını açana kadar. Üstüme üstüme gelen giysilere bakarken başlayan iç hesaplaşma sırasında kararımı veriyorum: “Bu gardırobun detoksa ihtiyacı var.”
Şimdi hep birlikte gardıroplarımızı ‘toksin’ giysilerden arındırıp yenilere yer açma projesine başlıyoruz. Temizlenip yenilenmek her gardırobun hakkı!

Eskilerden kurtulma
Eskilerden kurtulmaya karar vermenin ne kadar zor olduğunu biliyoruz. Ama 2 yıldır üzerinize geçirmediğiniz bir kıyafetin daha fazla gardırobunuzu işgal etmesine izin vermemelisiniz. Bir de geçtiğimiz sezonlarda üzerinizden çıkarmadığınız halde bu kış izine rastlanmayacak olanlar var. Daha fazla vakit kaybetmeden tüm bu parçalarla vedalaşın.
Babydoll elbise: 2006 yazında özellikle göbekli kadınların yüzünü güldüren bu hacimli elbiseler artık imha edilmeli. Zira, erkeklerin o elbiselerden ne kadar nefret ettiğini hepimiz gördük. “Ne o hamile misin?” esprisiyle karşılaşmayanımız kalmış mıdır acaba?
Tayt: En son 80’lerde karşımıza çıkmış olan tayt ve füzo ikilisi dendiğinde gözümüzün önüne aerobik yapan Jane Fonda imgesinin gelmesine engel olamıyoruz. Sanırız bu imge, geçen kış tüniklerle birlikte tayt giyenlerin aklının ucundan bile geçmedi. Artık tayta doyduk. Bu sezon taytın tacı da tahtı da pantolonun eline geçti.
Poşu: Son derece geleneksel bir aksesuar olmasına rağmen Avrupa’dan ülkemize yayılan poşu salgını geçtiğimiz kış dört bir yanımızı sarmıştı. Özellikle Berlin ve Londra’nın ‘indie’ gençliğinin tekelindeyken nasıl olup da bir anda her yere yayıldığı hala merak konusu. “Trend avcıları sağolsun” demekten başka bir şey gelmiyor elden. Sayelerinde poşu gördüğümüz yerden koşarak uzaklaşmak istiyoruz artık. Poşuların antidotu patchwork desenli şalları kutsuyoruz.
Bebe yakalı ceket: Truvakar kollu bebe yakalı ceketlerinizi yok edin. Moda, artık küçük kız çocukları gibi görünen kadınlar istemiyor. Modanın kutsal kitabı Vogue’a göre, bu sezon kadınlar ya sade ve güçlü ya da olgun ve vakur görünmeli.
Neon renkler: 80’lerin kitsch parçalarından kurtulmanın tam zamanı. Neon renkli kıyafetler bu kitsch parçaların başında geliyor. Akla 80’lerin Thierry Mugler’ını getiren keskin hatlı ve yapısal tasarımlarla bir alıp veremediğimiz yok tabii. Nicolas Ghesquiere, Marc Jacobs ve Stefano Pilati, Mugler’a selam gönderen kıyafetler tasarladıklarına göre bir bildikleri vardır.
Kuru kafa deseni: Kuru kafa desenli kıyafet ve aksesuarlar rocker ve punk görünümün tamamlayıcısı olmanın ötesine geçmişti. Alexander McQueen imzalı kuru kafa desenli şallar ve onların bilumum high street mağaza tarafından üretilen kopyaları da tıpkı poşular gibi kabak tadı verdi. Elveda kuru kafalar!

Bir süreliğine vedalaşılması gerekenleri bulma
Modanın reankarne olma yetisine sahip olduğunu göz önünde bulundurarak bazı giysilerinizi nadasa bırakın. Gardırobunuzdaki nadas bölümü bu sezon giymeyeceğiniz ama önümüzdeki sezonlarda yeniden hayat bulacağına inandığınız kıyafetlere ayrılmalı.
Mini etek: 2006 yazından bu yana minilerden haber alınamıyor. Moda tarihçisi James Laver, etek boylarının ekonomiyle arasındaki ilişkiyi ortaya koyarken yanılmamış demek ki. Laver, 1963 yılında yayınlanan kitabında ekonomik durgunluk dönemlerinde etek boylarının uzadığını söylemişti (bkz. Sonbahar-kış 2008 koleksiyonları). Mini eteklerinizi yeniden giymek için ekonominin canlanmasını dört gözle beklediğinizi biliyoruz.
Skinny jean: Her şey Kate Moss’un skinny jean’i babetlerle giyip Londra sokaklarında arz-ı endam etmesiyle başladı. Atlantik’in öteki yakasına ulaşıp LA kadınları tarafından da giyilmeye başladığında skinny’nin yerini alabilecek bir jean modeli var olmayacağına inanmıştık. Yelken paçalar gelse de skinny’ye olan saygımızdan kendisini gardırobumuzda saklamak istiyoruz.
Pilili etek: Geçtiğimiz kış podyumlarda pili fırtınası esmişti. Bu sezon pili yerini drapeye bırakmış gibi görünüyor. Ama piliden tamamen vazgeçmek için henüz çok erken. Pilili etekler gardırobunuzun bir köşesinde yeniden giyilecekleri günü beklemeli.
Puantiye deseni: Yeni sezonun ruhuyla kıyaslandığında fazla çocuksu kalabileceğini düşündüğümüz için puantiye desenli kıyafetler de rafa kaldırılmalı. “Minik puantiyeler olgun şıklığı temsil eder. Kocaman Minnie Mouse puantiyelerine benzemez” diye düşünebilirsiniz. “Podyumlarda en ufak bir beneğe rastlamadık” dersek puantiyeleri giymemeniz gerektiğine inanırsınız belki.
Hayvan baskıları: Tek tük leopar desenli elbisenin dışında hayvan baskıları bu sezon podyumlarda kendine yer bulamadı. Ama hayvan baskılı kıyafetlerden sonsuza dek kurtulmak büyük hata olur. ‘Günün birinde ihtiyaç duyabilirim’ felsefesiyle hareket edip onları bir kenarda saklayın.
Battal boy çanta: Mary ve Kate Olsen kardeşler boylarından büyük çantalarını taşırken gülünç göründükleri için bütün kadınların battal boy çantalardan mahrum bırakıldıklarını sanmayın. Vazgeçin artık kocaman çantalardan. Geçen kıştan bu yana aksesuar dünyası clutch’ların hakimiyetinde.
Uzun hippi elbisesi: Bütün yaz yerleri süpüren elbiselere teslim olduk. Sağımız, solumuz, önümüz, arkamız uzun hippi elbiseleriyle doluydu. Bir süre kendilerini görmek istemiyoruz. Bu sezon Anna Sui ve Gucci için hazırladığı koleksiyonla Frida Gianni hippileri andı. Folklorik desenler, püsküller ve saçaklar başrollerdeydi.

Dolabın bir köşesinde göz ardı edilenlere hayat verme
Birkaç sezondur trendlerin kıyısından köşesinden geçtiği halde baskın bir etkisi olmayan kıyafetler, gardırobunuzun bir köşesinde gözünüzden kaçmakta ısrar ediyor olabilirler. Şimdi bu giysileri bulup hayata kazandırmanın tam zamanı.
Dantelli bluz: Büyükannenizin dolabından aşırıp da bir kenarda unuttuğunuz dantelli bluzu giymek için daha iyi bir sezon olamaz. Miuccia Prada ana kahramanı dantel olan koleksiyonu için ‘Tam bir femme fatale’ diyor. Dantel bluzunuzu giydiğinizde masumiyetten çok kışkırtıcılığı çağrıştırmalısınız.
Ceket: Küresel ısınmanın da etkisiyle ceketlerin yeni paltolar olduğu haberini geçen kış aldık. Bu sezon erkek arkadaşınızın gardırobundan çalınmış gibi görünen bol modeller, smokin ceketleri, blazerlar ve etekleri volanlı ceketlerle karşılaştık. Sizin de gardırobunuzda bu modellerden en az birine rastlayacağınıza şüphe yok.
Ekose deseni: Desenlerin en klasik ve en ‘İngiliz’ olanı yeni sezonda etekler, gömlekler ve pantolonların üzerindeki yerini aldı. Gardırobunuza iyi bakın. Bir yerlerde gözünüzden kaçan ekose desenli bir etek bulursanız “Tamamdır” demeyin. Domenico Dolce ve Stefano Gabbana, diz altı ekoseli etekleri ekoseli gömleklerle kombinlememizi öğütlüyor. İkili, başımıza eşarp bağlamamızı da istiyor. Türban değil, çene altı modeli.
İspanyol paça jean: Gardırobunuzda İspanyol paça jean’lerin bulunması için illa gençliğinizin 70’lerde geçmiş olması gerekmiyor. Modanın gel-gitlerinden birinde sahile vurmuş olan bu jean modelini gardırobunuzun bir köşesinde bulacaksınız.
Farbalalı bluz: Dalgalanan fırfırlara sahip bir bluzu geçmişte alıp unutmuş olabilirsiniz. Bluzlarınızı tek tek çıkarıp araştırmalara başlayın. Bulamazsanız, bu feminen parçayı Givenchy defilesinde görüldüğü gibi motorcu ceketiyle birlikte giyemeyeceksiniz demektir. Endişeye mahal yok. Hemen detoksumuzun son şıkkına geçiş yapın.

Eskilerin yerini kapmak için sabırsızlanan yeni giysileri tespit etme
Sıra geldi detoksun en keyifli kısmı olan yeni sezon alışverişine çıkmaya. Yenilere yer vermeyeceksek eskilerden kurtulmanın bir anlamı olur muydu sanıyorsunuz?
Deri ceket: “Bu ceket bende var” deyip geçmeyin. Sezonun deri ceketleri vücudu ikinci bir deri gibi sarıyor. Bol paçalı pantolonunuzu neyle giyeceğinizi kara kara düşünmeye başlamadan önce bir deri ceket edinmenizi şiddetle tavsiye ediyoruz.
Dökümlü pantolon: Pantolonların güçlü ayak seslerini geçtiğimiz kış duymaya başladık. Bir anda feminen elbiseleri ortadan kaldırıp tozu dumana kattılar ve bu sezon da hiçbir yere gitmediler. Dökümlü pantolonlarınızı giyerken Catherine Hepburn ve Marlene Dietrich’i düşleyin. Maskülen kıyafetlerin içinde bile göz alıcı görünmeyi başardıkları için bu konuda onlardan daha iyi birer ilham perisi olamaz.
Tayyör: Tayyörlerin öğretmenlerle özdeşleştirilmesini kınıyoruz. Ceketin düğmeleri iliklenip içine de beyaz gömlek giyilirse akla öğretmenlerden başkası gelmez tabii. Sezonun tayyörleri hırkalar ve ince kemerlerle birlikte giyiliyor ve düğmeler mutlaka açık bırakılıyor. Öğretmeninizin yerine Kim Novak ve Grace Kelly’li Hitchcock filmlerini düşünmeye başlarsanız ve Diane von Furstenberg’in koleksiyonuna göz atarsanız ne demek istediğimizi anlayacaksınız.
XL kolyeler: Kibar ve mütevazı kolyeleri unutun. Bu sezon boyunlarda koskocaman kolyelere yer açılması gerekiyor. Bu XL ebatlardaki metal, taşlı veya altın kolyeleri taktığınızda başka hiçbir aksesuara ihtiyacınız kalmayacak.
Midi boy etek: Bu etekle çok hanım hanımcık veya seksi sekreter gibi görünmek sizin elinizde. Kloş midi boy etek ağırbaşlı bir şıklığın habercisi olurken diz altında biten kalem etek etrafa seksapel yayar. Midi boylarla babet giymeyi aklınızdan bile geçirmeyin.


Time Out Ekim'08

29/09/2008

MODANIN KUTSAL MABETLERİ


Alışveriş merkezleri şehrin her köşesinde mantar gibi türüyor. Sanılanın aksine, moda, yüzlerce mağazanın iç içe girdiği bu mekanlarda hayatını idame ettiremiyor. Biz de bunun için modanın asıl ikametgah adreslerinin izini sürdük. Bakın karşımıza hangi butikler çıktı.

1. Kop-Art
Trendlerin üzerine basan ve hatta onlarla dalga geçen Kop-Art, nev-i şahsına münhasır tarzlara hizmet veriyor. Burada satılan her şeyden bir tane üretiliyor. Fotokopi makinesinden çıkmış gibi görünmek isteyen kızlarımızın tercih edeceği bir üretim şekli değil tabi bu. Kop-Art’ı Beyoğlu’ndaki türevlerinden ayıran ise buranın bir giysi dükkanından çok daha fazlasını ifade ediyor olması. Kop-Art’ın yaratıcıları Gamze Fidan ve Cansu Aybar giysi tasarlamanın dışında video art çalışmaları ve p(art)i organizasyonlarıyla da fikirlerini dışavuruyorlar. Fanzinler, müzik CD’leri ve aksesuarlar da kıyafetler kadar ilgi çekici.
Turnacibasi Sokak No:34/A Beyoglu
www.kop-art.com

2. Atölye Mariposa
Amélie Poulain bir film kahramanı olmasaydı, Virginia Woolf da hala yaşasaydı birlikte alışverişe çıktıklarında ilk uğrayacakları yer Atölye Mariposa olurdu. Viktorya döneminin İngiltere’sini yad eden çiçek desenli elbiselerden hangisini alacaklarını şaşırırlardı. Alışverişlerini geniş kenarlı birer şapka alarak tamamladıktan sonra burada satılan porselen fincanlarda çaylarını yudumlarlardı.Hafta içi 10.00-20.00, hafta sonu 11.00-21.00 arasında açık. Kredi kartları geçerli.
Şimşirci Sokak No:11/A Cihangir-Beyoğlu
Tel: 0212 249 04 83

3. Mine Kerse
Metrekare başına düşen yaratıcı insan bolluğuyla ünlü Çukurcuma’da, Mine Kerse kendi ismini taşıyan dükkanında çanta, şapka ve ayakkabı satıyor. Moda dergilerinin her ay yeni bir ‘must-have’ çanta ilan ettiği günlerde Mine Kerse’nin tasarladığı çantalar tam da aradığımız şey aslında. Onun çantalarını farklı kılan hem tasarımını hem de dikim ve yapımını bizzat kendisinin üstlenmesi. Kerse, tasarımlarında kanvas, çadır bezi, deri, yün ve keçe gibi malzemeleri, dikiş makinesi kayışı, köpek tasması ve palaska gibi alışılmışın dışında materyallerle birleştiriyor.
Faik Paşa Yokuşu No:1/A Çukurcuma-Beyoglu
Tel: 0212 249 35 61

4. Art.i.choke
Türkçe meali ‘boğazıma takılan sanat’ veya ‘enginar’ olan Art.i.choke, kendisini keçe tasarımcısı olarak tanımlayan Öykü Thurston’ın tasarımlarını ağırlıyor. Thurston Japonya’da eğitim aldığı sırada keçeye o kadar tutkuyla bağlanmış ki, üniversite bitirme projesinde keçeden tasarladığı bir ev projesi sunmuş. ‘Keçeden giysi mi olurmuş?’ demeden önce Thurston’ın tasarımlarını görmeniz gerekiyor. Tamamı el yapımı olan hırkalar, ceketler, çantalar ve şallar çok kaliteli bir yünden yapıldığı için terletmiyor, sertleşmiyor ve batmıyor.Pazar hariç her gün 10.00-19.00 arasında açık. Kredi kartları geçerli.
Faik Paşa Yokuşu No:1 Çukurcuma-Beyoğlu
Tel: 0212 249 98 92
www.artichoke212.com

5. Cashmere in Love
Adı üstünde ‘Cashmere in Love’ hepimizi kaşmir aşığı yapmayı hedefleyen bir butik. Halihazırda kaşmiri sevmek için birçok nedenimiz var zaten. Vücutta yokmuşçasına yumuşak bir dokuya sahip olması ve lüks olduğunun 5 metre öteden bile fark edilmesi bu nedenlerden bazıları. Esra Bezek’in tasarladığı kaşmir trikolar ‘casual chic’ kategorisinde yer alıyor. Yani, günlük kıyafetlerinizi tamamlayabileceğiniz şık parçalar. İngiliz old school tarzını seven erkekler de ‘Cashmere in Love’da aşık olacakları süveter, hırka ve kazaklar bulacaklar.
Pazar hariç her gün 9.00-19.00 arasında açık. Kredi kartları geçerli.
Teşvikiye Caddesi İzgu Apartmanı No:172/2 Nişantasi
Tel: 0212 343 92 28
www.cashmereinlove.com

6. Inui
Nişantaşı’nın ‘Benden alışveriş yap!’ diye bağıran butiklerinin arasında daha mütevazı bir duruşu olan Inui, avangart tasarımcıları bir araya getiriyor. Inui’deki avangart tasarımların giyilebilenden ziyade seyirlik parçalardan oluştuğunu sanmayın sakın. Hüseyin Çağlayan, Anne Valerie Hash ve Noir gibi isimlerin tasarımları, kendi tarzının DNA’sını çözmüş olanların giyebileceği türden.
Pazar hariç her gün 10.30-19.00 arasında açık. Kredi kartları geçerli.
Maçka Caddesi Zekipaşa Apartmanı No:12/A Teşvikiye
Tel: 0212 296 60 10

7. Sedef Çalarkan Design Shop
Sedef Çalarkan Design Shop’a adımınızı attığınızda ilk dikkatinizi çekenler butiğin çarpıcı renkleri ve Çalarkan’ın imzası haline gelen Osmanlı padişahlarının baskıları oluyor. Çalarkan’ın tasarımlarını kitsch bulacak olursanız Ezra ve Tuba Çetin kardeşlerin Etcetura markasına göz atmalısınız. İkilinin yarattığı heykelsi formlara sahip tasarımlar tam da yeni sezonun ruhuna uygun. Butikte, 1921 Jeans, Johnson Motors ve Steve McQueen tişörtlerin yanı sıra Aziz Sarıyer’in tasarladığı mobilyalar da satılıyor.
Her gün 9.30-21.00 arasında açık. Kredi kartları geçerli.
Abdi İpekçi Caddesi Milli Reasurans Pasajı No:7-8 Teşvikiye
Tel: 0212 241 34 87

8. Ece Sükan Vintage
Ece Sükan, butiğini açana kadar ikinci el kıyafetlere ‘başkalarının eskisi’ gözüyle bakıldığı için bu tarz kıyafetler satan tek tük mağaza ancak Beyoğlu’nda var olabiliyordu. Ece Sükan Vintage, Nişantaşı’nın göbeğinde açılınca vintage kıyafetlerin öyle ‘eski püskü şeyler’ olmadığı da anlaşıldı. Her fırsatta vintage kıyafetler giymeyi çok sevdiğini söyleyen Sükan, butikte satılanları yurtdışından kendi getiriyor. Burada Yves Saint Laurent, Chanel, Prada ve Lanvin gibi ünlü markaların vintage parçaları satılıyor. Gözlük ve şapka gibi aksesuarlar özel bir ilgiyi hak ediyor.
Pazar hariç her gün 11.30-19.30 arasında açık. Kredi kartları geçerli.
Ahmet Fetgari Sokak No:152 Tesvikiye
Tel: 0212 233 54 39
www.ecesukanvintage.com

9. Bilstore
Bir tutam Brit gençliği stilini retro öğelerle karıştıran Fred Perry’nin kadın ve erkek koleksiyonlarını satması Bilstore’u sevmem için yeterli bir sebep aslında. Mağazanın geniş marka yelpazesinin sadece Fred Perry’le sınırlı olmaması orayı daha da çok sevmem anlamına geliyor. Poetic Licence’ın oyunbaz ayakkabıları, Bil’s’in birbirinden farklı modellerdeki beyaz gömlekleri, Puma ve Nike’ın özel koleksiyonları ve Uslu Airlines’ın makyaj malzemelerini bir arada bulabileceğiniz başka bir mağaza var mı bildiğiniz?
Her gün 10.00-22.00 arasında açık. Kredi kartları geçerli.
Büyükdere Caddesi No:185 Kanyon Alışveriş Merkezi Kat:-1 Mağaza 87 Levent
Tel: 0212 353 05 40
www.bilstore.com

10. Midnight Express
Ülkenin kara lekesi ‘Midnight Express’le dalga geçmek ve sarkastik olmak için bu ismi butiğine seçmek her babayiğidin harcı değildir. Moda tasarımcısı Banu Bora ve mimar Tayfun Mumcu’nun ürünü olan Midnight Express’in Galerist’ten sonra Mısır Apartmanı’nın başına gelen en güzel şey olduğunu söyleyebilirim. Butik, Ümit Ünal, Bora Aksu, Hakan Yıldırım, Avshalom Gur, Yazbukey ve Apriati tasarımlarının yanı sıra Banu Bora’nın Midnight Express koleksiyonlarına ev sahipliği yapıyor. Ayrıca, Kapalıçarşı’dan zanaatkarların ürettiklerini ve Tayfun Mumcu’nun tasarımlarını da burada bulacaksınız.
Pazar hariç her gün 10.00-19.30 arasında açık. Kredi kartları geçerli.
İstiklal Caddesi Mısır Apartmanı No:163/5 Galatasaray
Tel: 0212 251 19 68
Cevdet Paşa Caddesi Germencik Sokak Bebek Palas Apartmanı No:1 Bebek
Tel: 0212 257 95 14
www.midnightexpress.com.tr

11. Second Chance
Second Chance’in sahiplerinden biri kendine has tarz yaratma konusunda usta olan model Ahu Yağtu. Kıyafetlere ikinci bir şansın verildiği butikte 50’lerden günümüze birçok döneme ait parçalar bulunuyor. Burada satılanlardan elde edilen gelirin bir kısmı Anadolu Çağdaş Eğitim Vakfı’na bağışlanıyor.
Pazar hariç her gün 10.00-19.30 arasında açık. Kredi kartları geçerli.
Küçük Bebek Caddesi Bebek Bostanı Sokak No:7 Bebek
Tel: 0212 265 07 51

12. Pied de Poule
Pied de Poule’ün sahibi Şelale Gültekin anneannesinin 1940’lı yıllara ait giysilerini saklayarak başlamış ikinci el kıyafetleri biriktirmeye. Butikte vintage kıyafetlerin yanında çok geniş bir aksesuar seçkisi bulunuyor. Özellikle sayısı 300’ü bulan şapkalar harika. Şelale Hanım’dan özel istekte bulunursanız, korseler, ipek çoraplar ve enteresan formlu sütyenlerden oluşan 1900’lerden kalma iç çamaşırı koleksiyonunu sergilemekten büyük keyif alacaktır.
Pazar hariç her gün 12.00-18.30 arasında açık. Kredi kartları geçerli.
Faik Paşa Yokuşu Çukurcuma-Beyoglu
Tel: 0212 245 81 16

13. Zeckié
Zeckié markasının yaratıcısı Zekiye Koçarslan kendi deyimiyle neo art deco takılar tasarlıyor. Koçarslan, Milano’da aldığı moda eğitiminin ardından İtalyan heykeltraş ve tasarımcı Davide de Paoli’yle birlikte çalışmış. Yurda dönünce Zeckié için antik İstanbul motifleriyle modern materyalleri birleştirdiği takılar tasarlamaya başlamış. Galatasaray’daki şirin butikte Koçarslan’ın takılarının dışında dekorasyon objeleri ve ilginç tişörtler de satılıyor.
Firuzağa Mahallesi Hayriye Sokak No:18/B Beyoglu
Tel: 0212 245 91 56
www.zeckie.com

14. Bis Wear
Zeckié’ye gelmişken yan komşusu Bis Wear’e uğramadan Galatasaray’dan ayrılmak olmaz. Uğraşısız cool görünmenin kitabını yazmaya kalksam hiç şüphesiz Bis Wear’de satılan her parçaya yer vermek isterdim. Reyhan ve Risalet Ertürk adlı iki kız kardeşin eseri olan Bis Wear’de kıyafetler, kadın ve erkekler için sınırlı sayıda üretiliyor. “Yeni sezon trendlerinin sözünden dışarı çıkmam” diyorsanız, bu cool butiğin civarında dolaşmamanızı tavsiye ediyorum.
Pazar hariç her gün 9.00-19.0 arasında açık. Kredi kartları geçerli.
Hayriye Sokak No:20/3 Galatasaray
Tel: 0212 244 77 35
www.biswear.com.tr

15. Lazy
Lazy’nin televizyon ekranı şeklindeki vitrininin gözden kaçması olanaksız. Zaten vitrini görür görmez ‘İçerde neler var kim bilir?’ sorusu kafanızı kurcalamaya başlıyor. Lazy’de satılan çoğu Japon tasarımcılara ait kıyafet ve aksesuarlar çok eğlenceli. Oradan aldığınız bir giysiyi üzerinizde gören arkadaşınızın “Nerden buldun bunu? Ne kadar? Ay bayıldım” gibi cümleleri ardı ardına sıralaması muhtemel. Sena Çevik ve Seray Cengiz’in yarattığı Boa markasının, moda tasarımcısı Canan Hancıoğlu’nun desteğiyle hazırlanan yüzde yüz organik pamuktan üretilen koleksiyonlarını Lazy’de bulabilirsiniz. Daha bitmedi. Bilge Köprülü’nün Cicci Cocco adı altında sunduğu şahane ayakkabılar da burada.
Pazar hariç her gün 12.00-20.00 arasında açık. Kredi kartları geçerli.
Yeniçarşı Caddesi No:9/A Galatasaray-Beyoğlu
Tel: 0212 252 31 55

16. Porto Bello
Her Cumartesi Notting Hill Gate metrosundan çıkıp yağan yağmur eşliğinde Portobello markete gidemiyorsanız, Cihangir’deki Porto Bello butiğe gitmenizi öneriyoruz. Yani, Londra’yı ayağınıza getiriyoruz. “Hiçbir şey Portobello marketin yerini tutmaz” demeyin. Buradaki vintage elbise ve gelinlikleri, binbir çeşit maskeleri, şapkaları ve eldivenleri görünce bana hak vereceksiniz.
Pazar hariç her gün 10.00-19.00 arasında açık. Kredi kartları geçerli.
Cihangir Caddesi No:31 Lalezar Apartmanı Cihangir-Beyoğlu
Tel: 0212 292 71 27

17. A46
Abartıdan, takıp takıştırmaktan hoşlananlar için ideal bir butik A46. Tuvana Büyükçınar’ın tasarladığı taşlı, çiçekli, böcekli kıyafetler, süslü püslü genç kızlara hitap ediyor. A46’daki gece elbisesi çeşitleri burayı mezuniyet töreni, düğün ve kına gecesi gibi okazyonlar için çıkılan alışverişin vazgeçilmez adresi haline getiriyor. Benim içinse Manoush ve Hello Kitty markalarının varlığı A46’yı özel kılmaya yetiyor.
Pazar hariç her gün 10.00-19.30 arasında açık. Kredi kartları geçerli.
Abdi İpekçi Caddesi No:46 Nişantasi
Tel: 0212 233 90 31

18. NR 39
Siz de benim gibi ayakkabı almadan duramamak gibi kronik bir hastalıktan muzdaripseniz NR 39’a uğramayın. Ya da bir arkadaşımın dediği gibi “Bir kadının asla çok fazla ayakkabısı olamaz” mottosunu kulağınıza küpe yapıp buraya sık sık uğrayın. İpek Yılmaz’ın tasarladığı tamamı el yapımı, gerçek deriden ayakkabıların her birine birer sanat eseri muamelesi yapın. Hatta beğendiğiniz bir modelin ‘peep toe’ versiyonunu istediğinizi söyleyin size özel bir tasarım yapılsın.
Pazar hariç her gün 08.30-20.30 arasında açık. Kredi kartları geçerli.
Süleyman Nazif Sokak No:39 Nişantaşı
Tel: 0212 241 40 59
www.nr39.com

19. Yegi Nim
Büyükannelerin ördüğü kazakların kalplerimizde özel bir yeri vardır. Ama usta bir elden çıkmış trikolara da yer açabiliriz bence. Deniz Yeğin’in tasarladıklarını Kanyon’daki butiğinde gördüğünüzde bu yeri açmaktan çekinmeyeceksiniz. Nüktedan ve otantik olarak tanımladığı triko kazaklar, hırkalar ve elbiseler, her gardırobun ihtiyaç duyacağı cinsten.
Her gün 10.00-22.00 arasında açık. Kredi kartları geçerli.
Büyükdere Caddesi No:185 Kanyon Alışveriş Merkezi Levent
Tel: 0212 353 06 80
www.yeginim.com

20. Atmospheres
Kokoş kadınların alışveriş rehberlerinde mutlaka bulunması gereken bir adres Atmospheres. Fransa, İtalya ve Amerika’dan ithal edilen kıyafetlerin yanı sıra Cengiz Abazoğlu ve Özlem Kaya’nın tasarımları da satılıyor. Marka skalasında Abercrombie, Arden B ve Maje gibi ünlü isimler bulunuyor.
Maçka Caddesi No:59/D Teşvikiye
Her gün 10.00-19.00 arasında açık. Kredi kartları geçerli
Tel: 0212 230 22 84
Time Out Ekim'08

16/09/2008

Moda mı sanattan? Sanat mı modadan?


Dada onların dedesi. Kendilerini kariyer stratejisiz kamikaze pilotlarına benzetiyorlar. Gamze Fidan, Cansu Aybar ve Zeynep Turuthan, ‘biricik’ üretimler sundukları Kop-Art’ı anlatıyorlar.

Kop-Art giysi sattığınız bir dükkan olmanın ötesinde Dadacılıkla sıkı fıkı ilişkisi olan bir sanat akımı. Bir Kop-Art manifestosu hazırlayacak olsanız ilk maddesi ne olurdu?
2006 yılında Hafriyat'ta yer alan ‘Müdahale’ isimli sergiye (aynı zamanda ilk sokak sanatı sergisi) ‘DaDa Bizim Dedemiz’ konseptli çalışmamızla katıldık. Bu, DaDa nidasını bilinçle sarf ettiğimiz ilk motto olmasına rağmen, aslında kolektifimiz daha doğmadan da yaptığımız hazır işler, fanzinler, defterler ve pek çok çalışmamızda kolaj, anlamdışılık, şiir ve saçmaya vurgu yapıyorduk. DaDa sevgisiyle dolu tüm bu çalışmalar, Kop-Art'ın mayasında bolca yer aldı. Bizim zaten on maddelik bir manifestomuz bulunuyor. Her maddede DaDa'nın kural tanımazlığı, sistem karşıtlığı ve anarşist tavrına göndermeler olmasına karşın, son madde olan 'Yaratıcılığın elçileri hayatla sanat arasındaki sınırları tanımaz' DaDa'yla bütünleşmemizin en güzel örneği.

Trendlere aldırmadan ve hatta onları ciddiye almadan tasarım yapıyorsunuz. Bu anarşist tavrı nasıl koruyabiliyorsunuz?
Sizin de belirttiğiniz gibi, en başından beri ‘mainstream’ tasarım anlayışının dışındayız. Trendleri bilinçli olarak es geçiyor ve ciddiye almıyoruz. Bunun icin en ufak bir çaba harcamıyoruz. İçimizden geldigi gibi, kişisel ve sanatsal vizyonumuzu yansıtmak için yaratıyoruz. Anarsişt tavrı korumanın ağır bir bedeli de var tabii. Uzun yıllardır maddi kazanım hayal etmeden, kariyer stratejisiz kamikaze pilotları gibi yaşıyoruz. Hatta, mekanımızda yer alan çalışmalarımız ‘biricik’ üretimler olmalarına rağmen gerçek bedellerinin altında, mütevazı bedellerle ‘alıcı’sını bekliyor. Bizim için satmanın da ötesinde, o çalışmanın doğru kişiyle buluşması önem taşıyor.

Underground olarak ortaya çıkan tüm hareketler eninde sonunda mainstream hale geliyor. Sizin mainstream olmak gibi bir kaygınız var mi?

Ana akım olmak gibi bir kaygımız yok. Ancak, kendimizi seslenebileceğimiz insanlara tam olarak duyuramıyoruz. Daha çok ilgi görmek, tanınmak ve yaratımlarımızın daha çok insana ulaşması bizi hem memnun eder hem de tetikler.


P(art)i organizasyonlarınızı ne sıklıkta gerçekleştiriyorsunuz? Bu p(art)ileri farklı kılan ne oluyor?
Her yıl en az bir p(art)i yapmak istiyoruz. Mekanımız 2006 yılında açılmadan önce, gece kulüplerini tek gecelik galeri, hatta butik olarak değerlendiriyorduk. Bir Kop-Art p(art)isini farklı kılan şey, p(art)inin özel konseptinin çok katmanlı olarak (üst baş, video-art çalışmaları, enstelasyonlar, zamanın ilerisinde müzikler, performans ya da happenningler ve avangart mekan tasarımlarıyla) işlenmesidir. Kop-Art'la işbirligi yapan pek çok sanatçının da katkılarıyla, p(arti)ye katılan kişilere bir gecelik de olsa -piyasa yapmanın ötesinde-anlamlı bir deneyim yaşama şansı verir.

Tasarladığınız giysileri kimlerin giymesini istiyorsunuz?
Onlara bizim verdiğimiz değeri veren, taşıyabilen, ‘biricik’lerin.

Kop-Art'ın 'ziyaretçilerini' neler bekliyor?
Çok katmanlılık (hazir-iş'ten giysiye, fanzinden, retrospektif enstelasyon parçalarına, aksesuardan flyer ve sticker’a uzanan fikirler, uygulamalar), campy gusto, samimiyet, eşsiz parçalar, kediler, sürprizler.


Time Out Ekim'08

15/09/2008

İtinayla eğlenceli ayakkabılar yaratılır


Cicci Cocco markasının yaratıcısı Bilge Köprülü, giyenleri gülümseten ayakkabılar tasarlıyor.

Tasarladığın ayakkabıların esprili ve oyuncu bir yanı var. Satın alanlara neler anlatıyor bu ayakkabılar?
Cicci Cocco’nun isminde bile insanı gülümseten bir etki var. Tasarımlarım neşeli ve naïf. Renklerin de hayatımızda olması gerektiğini, alıştığımız kalıplardan uzaklaşabileceğimizi ve daha cesur olabileceğimizi anlatıyorlar bence.

Hem estetik görünen hem de rahat ayakkabılar bulmak oldukça zor. Sen tasarımlarında rahatlığa öncelik veriyorsun. Ama estetikten de vazgeçmiyorsun. Rahat ve estetik ayakkabılar yaratmanın çok az tasarımcınn bildigi ozel bir formülü mü var?
Kadınların estetik uğruna acılarını hissetmeme kabiliyetlerine inanamıyorum. Rahat ve estetik ayakkabı tasarlamanın çok da özel bir formülü yok aslında. Neredeyse bütün modelleri kendim de kullandığım için giyemeyeceğim, rahat edemeyeceğim ya da beğenmeyeceğim bir ayakkabıyı tasarlamıyorum.

Özel sipariş üzerine de ayakkabı tasarlıyorsun. Daha çok ne tür talepler alıyorsun?
İnsanlar çoğunlukla yapamayacağım şeyler talep ettikleri için her talebi değerlendiremiyorum malesef. Benim özel siparişle anlatmak istediğim, o kişiye uygun gördüğüm ayakkabının yapımı. Ben insanların hayallerindeki ayakkabıyı gerçeğe dönüştürecek kişi olmak istemiyorum. Şu ana kadar neredeyse sadece özel erkek ayakkabısı siparişi yaptım.

Erkeklere mi yoksa kadınlara mı tasarım yapmak daha zevkli?
Tasarım yapmak benim için öncelikli olarak insanların ihtiyaçlarına cevap verebilme amaçlı. Bunu yapabiliyorsam her şey daha keyifli oluyor. Kadınlar bir şekilde erkeklere göre daha şanslı; daha çok seçim hakları var. Bu yüzden erkekler için ayakkabı tasarlamayı daha keyifli buluyorum.

Ne tür ayakkabılar giymeyi seviyorsun? "Asla giymem" dediğin modeller var mi?
Jelly shoes. Bu da, o suni koku, plastik ve petrole karşı hissettiğim soğuklukla ilgili sanırım. Giydiğim ayakkabılar ise, belli bir döneme aidiyeti olan kendi tasarımlarım ya da o anda en sevdiğim rengi anlatan modeller oluyor. Ayakkabılar, hayatla ve insanlarla iletişimimi kolaylaştırıyor

Sence kadınlar neden ayakkabılara karşı koyamıyorlar?

Ayakkabıların tıpkı bir peri masalındaymış gibi onları düşledikleri karaktere dönüştürebilme yetisine sahip olduğunu düşünüyorlar. Bir kadın beğendiği ayakkabıyı ayağına giyince sanki birden dünya duracak, bütün gözler onda olacak gibi hissediyor. Bu, yeni alınan bir elbiseyle yaşanmıyor bence. Ayakkabıya dair istisnai bir his. Belki de yeryüzüne değdiğimiz tek nokta olmasıyla başlayan farklı bir durum.
Time Out Ekim'08