05/01/2018

Füreya’yı yaratmak

Türkiye’nin ilk kadın seramik sanatçısı Füreya Koral, ayrıcalıklı yaşantısının hizasında şekillendirdiği kimliğini üzerinden çıkardıktan sonra, sanatı aracılığıyla kendini yeniden var etti. Kırkından sonra sanatıyla nefes alıp verdiği yeni bir yaşam inşa eden, bu süreçteki cesaretiyle hayranlık uyandıran sanatçı, en kapsamlı retrospektif sergisiyle Akaretler Sıraevler’de.


Hayatınızda yer tutan şeyleri şöyle bir gözünüzün önünden geçirin. Mesleğiniz, ilişkileriniz, sahip olduklarınız... Tam beni anlatıyor diye düşündüğünüz şeylerin, gerçekte olduğunuz kişiyle uzaktan yakından ilgisi olmadığını fark etseniz ne yapardınız? 19 yıldır iyi giden bir evliliğiniz var, zenginlik içinde yaşıyorsunuz, kendinizi envai çeşit giysi ve mücevherle donatıyorsunuz, dünyanın farklı yerlerine seyahatler ediyorsunuz. Fakat içinizde bir yerlerden gelen bir ses size rahat vermiyor: “Bu, sen değilsin.” Füreya Koral, ruhunun derinlerinden gelen bu sesi işittikten sonra, varlık zannettiklerindeki yokluğu görüp, kendine ait varlığını yarattı. “Özgürlüğüm,” demişti, “o kadar önemli ki benim için, karşılığını vermeye, her bedeli ödemeye hazırım. Zaten ödedim de. Ama özgürlüğümü hep korudum.” Onun için özgürlük, üretken olmak ve yaşamını sanatıyla kazanmak demekti. Gazeteci Zeynep Oral’ın bir söyleşisinde, özgürlüğü uğruna verdiği mücadeleyi ve katettiği yolu bir anlamda özetleyen bir cümle sarf etmişti: “Ada’daki konakta, büyükbabamın, babamın ataerkil aile düzeninden hani neredeyse feodal düzeninden, bugünkü özgür, ayakları üzerinde tek başına durabilen kadın oldum.”


1950'lerde Fahrelnissa Zeid'le birlikte 

Meşhur Şakir Paşa ailesi, Füreya’nın dünyaya geldiği 1910 yılında Büyükada’da, sanat ve edebiyatla iç içe yaşayan, yüzü Batı’ya dönük, modern bir ailedir. Bu varsıl ailenin giyim kuşamından, yaşam tarzına kadar her şey, köklü bir kültürel birikimin üzerinde temellenmiştir. Füreya’nın gözdesi ve en yakını olan yeğeni Sara Koral Aykar, ailesinin soy ağacında çok sayıda yaratıcı ismin bulunmasını kalıtıma bağlıyor. “Füreya’nın anneannesi Sare İsmet Hanım 16 yaşında resim öğretmenliği yapmaya başlamış. Dedesi Şakir Paşa ve II. Abdülhamid’in sadrazamı olan kardeşi Cevat Paşa, sanat ve tarihe büyük ilgi duyarmış. İki kardeş, gençlik yıllarında fotoğrafa merak salıp Paris’te bir fotoğraf sergisine katılmışlar. Öte yandan farklı konularda kitaplar yazmışlar.” Şakir Paşa’nın çocuklarından Fahrelnisa Zeid, Aliye Berger ve Cevat Şakir’le (nam-ı diğer Halikarnas Balıkçısı) birlikte ailenin, yaşamını sanata adayan kuşağı ortaya çıkar. Aykar, Paşa’nın büyük kızı olan babaannesi Hakkiye Hanım’dan çok otoriter ve sevgi dolu bir kadındı diye söz ediyor. “Annesi Hakkiye Hanım, Füreya’nın üzerine titrermiş ve onu gerçekten çok farklı yetiştirmiş.” Füreya, ailedeki kadınlar arasında özellikle teyzeleri Fahrelnisa ve Aliye’yle sıkı fıkı bir ilişki kurar; eğitimini de onlar gibi Notre Dame de Sion’da tamamlar. Aykar’ın deyimiyle ailenin en baskın karakteri Fahrelnisa’nın, Aliye ve Füreya’yı sanata teşvikiyle bu arkadaşlık, bir ortak paydaya daha kavuşmuş olur.


İsviçre'de kaldığı sanatoryumda köpeği Şeytan'la

Hastalık: Şanssızlık mı? Şans mı?
Füreya’nın yaşamının miladı, 1947’de yakalandığı verem hastalığı oldu. Hastalığın ve tedavi sürecinin, gözlerini gerçeğe, kendi gerçeğine açmasına vesile oluşunu şu sözlerle anlattı: “Müzik dinliyor, kitap okuyordum. Ama yalnızca bunlar tatmin etmiyordu beni. Sonra insan, kendisiyle baş başa kalınca yoğun bir hesaplaşmaya da girişiyor. Orada anladım ki benim ciddi bir şeye bağlanmam lazım. Tiyatroya, konsere gitmek, kitap okumak yeterli değil. Sonra şuna da inanıyordum ki bütün bu hastalıklar psikosomatik. Amaç edinebilirsem, hastalıktan da kurtulurum, hayatın bir mânâsı olur.” İki yıla yakın İsviçre’de bir sanatoryumda kalan Füreya, Aliye Berger’in getirdiği kile benzer plastik malzemeyle oynamaya başlayarak kendini yeniden keşfetme ve yaratma sürecinin içine girmiş oldu.


Kılıç Ali'yle evli olduğu dönemde Florya'da

Peki öncesinde nasıl bir kadındı? İstanbul Üniversitesi felsefe bölümünde eğitim gördükten bir süre sonra, 1930 yılında evlendi ve Bursa’da bir çiftlikte yaşamaya başladı. Büyük bir macera olarak gördüğü kısa süren bu evliliğin sonunda dokuz aylık bebeğini dünyaya getiremeden kaybetmekle kalmadı, kendisi de ölümden döndü. Yaşadığı hüznü üzerinden atması için teyzesi Fahrelnisa onu kanatlarının altına aldı; Atina, Paris ve Mısır’da altı aya yakın bir süre birlikte gezip tozarak, alışveriş yaparak zaman geçirdiler. 1935’te, Atatürk’ün silah ve mücadele arkadaşı Kılıç Ali’yle evlendiğinde, onun için en önemlisi, “Atatürk’ün muhitinde olmak”tı. Nitekim Ankara’da geçirdiği yıllarda, Atatürk ve misafirlerini ağırladığı sofralar dillere destan oldu. Atatürk’ün, Türkiye’yi çağdaş uygarlığa dayanan bir kültür temeline oturtma çabası ve Füreya’nın buna duyduğu hayranlık, onun şu sözlerinde yankılandı: “Yaşamımda nice iktidarlar değiştirdik. Savaşı, mücadeleyi, Cumhuriyet’in ilanını, saltanatın gidişini, tek parti, çok parti dönemlerini yaşadım. Savaş yıllarında çocuktum ama onu babamla yaşadım. Savaş sonrasında babam Emin Paşa’yla İzmir’e gittim. Ne çok yokluk yaşadık. Ve ne çok umut. Atatürk yaşadığı sürece sürdü bu umut. Tek umut, tek amaç vardı: Çağdaşlaşmak.” Edebiyatçı Ahmet Cemal’in, Türk Aydınlanması’nın başlıca temsilcilerinden saydığı Sabahattin Eyuboğlu, Halikarnas Balıkçısı, Azra Erhat ve Vedat Günyol’un yanı sıra Füreya’nın da aralarında bulunduğu bir grup yazar ve sanatçının ortaya çıkardıkları yapıtlar, kültürel anlamda bu umutların dallanıp budaklandığı dönemin simgeleri olarak Türkiye tarihinde yer etti.


Füreya ve Şirin Devrim

Füreya kabuk değiştiriyor
Fahrelnisa Zeid’ın kızı Şirin Devrim, Şakir Paşa Ailesi kitabında Füreya’nın değişimini, “Sosyetenin şık bir elemanından sanat dünyasının ciddi bir ustasına dönüştü,” diyerek anlatır. “Değerleri değişince yaşam tarzı ve arkadaşları da değişti. Kocası Kılıç Ali bu durumdan hiç memnun değildi. O, karısının eskisi gibi güzel bir ev sahibesi olmasını istiyordu. Yemek davetleri versin, şimdiye kadar olduğu gibi yemekten sonra iskambil oyunları oynansın, yani bir “kil çılgınlığına” (Füreya’nın sanatını böyle nitelendiriyordu) tutulmadan önceki gibi olsun istiyordu.” Oysa Füreya, eski Füreya değildi artık. Verem tedavisinin ardından Lozan ve Paris’te seramik atölyelerinde çalışmış, sanatını da sefa sürerek değil, cefa çekerek üretmiş bir kadına dönüşmüştü. Sonradan, Paris’teki buz gibi atölyeye gitmek için günde dört saatini metroda, otobüste ve yürüyerek geçirmesiyle ilgili, “Bunların hepsine razıydım,” demişti. “Paris’teyim ve bana hiçbir şey söylemeyen Avrupa seramiği var. Çok güzel şeyler fakat ben onu istemiyorum. Ben kendi seramiğimi yapmak istiyorum. Benim köküm burası. Zannetmeyin ki burada milliyetçilik filan giriyor işin içine. Ama bir kök lazım, bir yerden başlamak lazım.” Böylece, çini geleneğine modern bir yorum getirerek duvar panolarını oluşturmaya başladı. İlk kişisel sergisini 1951’de Paris’te açan Füreya, ilerleyen aylarda da Türkiye’nin ilk özel çağdaş sanat galerisi Maya Galerisi’nde eserlerini sergiledi. Kılıç Ali’den ayrıldıktan sonra Nişantaşı’ndaki aile apartmanına taşınıp atölyesini küçük dairesinde kurdu. O dönem Hilton’dan 50 tane masa siparişi aldığında duyduğu memnuniyeti yıllar sonra, “Daha seramikten hiç para kazandığım falan yok. Param yok, pulum yok. İlk defa hayatımı kazandım,” diye anlatmıştı bir söyleşide.


Füreya atölyesinde çalışırken

Bir zamanlar Schiaparelli, Chanel ve Worth gibi ünlü modaevlerinden giyinen Füreya, artık bambaşka bir kadındır. Tek bir broşu hariç bütün mücevherlerinin çalınması üzerine hayatının sonuna kadar mücevher almamaya ve takmamaya karar vermesi de aşağı yukarı aynı döneme rastlar. Sadece çamura biçim vermekle kalmamış, benliğine de el atmış ve onu dilediği şekle sokmuştu. 1951’de annesine gönderdiği bir mektupta, “Ben kendimi bulacağımı hiç zannetmiyordum. Kendimi buldum, geçirdiğim her şeyi unuttum; hatta geçirdiğim bütün ıstıraplara şükrediyorum çünkü onları geçirmeseydim ben, ben olmazdım. Hasta olduğuma şükrediyorum çünkü o beni kurtardı,” yazması, bu benlik yaratımının kısacık bir özetidir adeta.


Füreya'nın, Harbiye'deki Divan Oteli için yaptığı ve bugün halen otelde bulunan duvar panosundan bir kesit

Sanatla başkalaşan yaşam
Akaretler Sıraevler’deki Füreya sergisi, işine tutkuyla sarılan bir ekibin, tam anlamıyla hummalı çalışmasının ürünü. Serginin fikir annesi, Kale Grubu Kurumsal İletişim Müdürü Zeynep Özler Kıroğlu, uzun yıllardır çıkarılan Kale Ailesi dergisinin geçmiş sayılarından birinde Füreya’yla yapılmış bir röportaja denk gelmesinin ardından sanatçının yaşamını araştırmaya başladığında, özellikle kendini gerçekleştirme hikayesinden çok etkilendiğini söylüyor. Sara Koral Aykar’ın arşivlerini açmayı kabul ederek destek verdiği proje, Kale Grubu’nun 60. kuruluş yıldönümü kutlamaları çerçevesinde hayata geçirilir. Kıroğlu’nun “Gecemiz gündüzümüz Füreya oldu” diye özetlediği çalışmanın esas kahramanlarıysa küratörlüğü üstlenen Károly Aliotti, Nilüfer Şaşmazer ve Farah Aksoy. Aliotti, ailenin diğer sanatçı kadınlarıyla kıyaslandığında Füreya’nın eksantrikliğin ya da zenginliğin arkasına saklanmadan bütün çıplaklığıyla mücadele veren bir kadın portresi çizmesinin kendisini etkilediğini vurgularken, Şaşmazer sanatına ilişkin mühim bir noktaya değiniyor: “Füreya mitinin arkasında saklanmış, neredeyse sanat tarihine konumlandırılmamış bir üretim söz konusuydu. En erken desenlerinden litografilerine, küçük panolarından mimari işlerine bütün üretimlerine hem sergide hem de hazırladığımız kitapta yer verdik.” 18 Ocak 2018 tarihine kadar Akaretler’deki Sıraevler’de gösterimde kalacak Füreya sergisi, “Beni hayata bağlayan tek şey sanat. Sanat büyük laf, bir şey yapmak diyeyim,” sözleriyle kendini anlatan bir sanatçının yaşamını, sanatını ve varoluşunu hakkını vererek işliyor.

*Vogue Türkiye Aralık sayısında yayınlandı.