19/02/2013

"If Coco Chanel had a music production center"


Lovefest: Puppy <3 a=""> on Nowness.com.

Whinnie Williams, Nowness'da başlıktaki gibi tarif ediyor müziğini. Bugün başıma gelen en güzel şey bu şarkıyı keşfetmek. Oh la la la la la!

14/02/2013

Modayı yaratan kadınlar


Geçmişten günümüze modayı şekillendiren 25 güçlü kadını seçtim. Modanın üzerinde meteor etkisi yaratan kadınları takdimimdir. 


Miuccia Prada
Miuccia Prada, günümüz modasının gideceği yönü en iyi tayin eden moda tasarımcılarından. Prada ve Miu Miu için hazırladığı koleksiyonlarla daima modanın trend belirliyicilerinden olmayı başarıyor. 1985’te, ‘sıradan’ bir naylon çantaya üçgen Prada logosunu ekleyerek ‘it-bag’ fenomenini başlatanlar arasında yer aldığından bu yana pek çok trendin fitilini ateşleyen o oldu. “Modada bir şeyi gerçekleştirdiğin anda yeni bir şeyi düşünmeye başlaman gerekiyor. Belki de bu biraz çılgınca. Artık her gün değişimi düşünüyorum” diyen Prada, değişim yaratma mütehassısı.



Audrey Hepburn
“Givenchy’ye olan bağımlılığım, Amerikalı kadınların psikiyatristlerine bağımlılığından farksız” demişti Audrey Hepburn. İlk kez 1954 yapımı ‘Sabrina’ filmi için Hubert de Givenchy’le birlikte çalışan yıldız, tasarımcının ilham perisi olmasının yanı sıra dönemin moda ikonu haline geldi. Funny Face, Paris When It Sizzles ve Breakfast at Tiffany’s filmleriyle moda gezegeni üzerindeki çekim gücünü daha da artırdı. Kadınlar, filmlerdeki Hepburn’e olduğu kadar günlük hayatta balıkçı yaka kazaklar, kapri pantolonlar ve babetlerle sade bir stil yaratan Hepburn’e de hayranlık besliyorlar. 



Mary Quant
60’ların üniforması mini etek Londra’yı sallarken, şehrin içinden geçtiği bu dönem ‘Swinging London’ adı altında moda literatüre geçti. Dönemin optimizminin simgesi, Kings Road’da açtığı butiği Bazaar’la modayı demokratikleştiren Mary Quant oldu. Genel inanış Quant’ın mini eteğin mucidi olduğu yönünde olsa da o, André Courreges’nin icad ettiği bu parçayı popüler hale getirdi. Göz alıcı grafik desenler, kısacık etekler ve diz üstü çizmeler Quant sayesinde Londra sokaklarını renklendirdi. Dönemin bir başka büyük icadı doğum kontrol hapıyla özgürleşen kadınlar, mini etekleriyle özgürlüklerini meşrulaştırdılar.



Jane Birkin
Hermes’in en çok arzulanan çanta modeline isim anneliği yapmış olmak, Jane Birkin’in moda üzerindeki tesirini kanıtlıyor aslında. İngiliz aktris ve oyuncu, 60’lar ve 70’lerde bohem ve ‘tomboy’ stiliyle modaya ilham periliği yaptı. Bambi gibi incecik ve kırılgan görüntüsünü tamamlayan minicik elbiselerle de jean pantolonlarla da aynı oranda özgün oldu. Kadınlar, efor sarf etmeden şık görünmek konusunda halen ondan çok şey öğreniyorlar.



Jacqueline Kennedy
Yıl 1962. Amerika’nın ‘first lady’si Jacqueline Kennedy’nin yıllık kıyafet harcaması 150 bin dolar. Kennedy’yi, tüm zamanların en stil sahibi Beyaz Saray leydisi yapan, kıyafetleri için bu kadar çok para harcaması değildi tabii. O, doğuştan zarafet ve şıklık bahşedilmiş şanslı bir kadındı. Kennedy’nin gardırobunu emanet ettiği tasarımcıların başında Oleg Cassini geldi. Jackie O. tarzını yaratan abartıdan uzak tasarımlar, modanın her döneminde etkisini gösterdi.



Brigitte Bardot
Modanın, seksi tanrıça Brigitte Bardot’ya olan tutkusu hiçbir zaman tükenmiyor. Bardot modaya yaklaşımıyla, 60’ların dertsiz ve tasasız yaşam tarzını en iyi ifade eden yıldızlardan oldu. St. Tropez’de geçirdiği sefahat günlerinde bikininin popülaritesini artırdı. Babeti sokaklara taşıdı. Seksi görünmekten asla çekinmedi. Fransız yazar François Sagan onun için “Kendinden utanmıyor. İşte bunun için skandallara sebep oluyor” yazmıştı.



Suzy Menkes
Suzy Menkes isminin, modayla haşır neşir olan kolektif hafızalardaki karşılığı, Samurai Suzy’dir. Menkes, International Herald Tribune’de moda yazarlığı yapmaya başladığı 1988 yılından bu yana kullandığı enteresan saç modeliyle bu lakaba sahip oldu. Kalemiyle modaya yön veren bu müthiş otorite, gazetecelikle, Cambridge Üniversitesi’nde moda ve İngiliz edebiyatı üzerine eğitim alırken tanıştı. Okul gazetesi Varsity’nin ilk kadın yayın yönetmeni oldu. International Herald Tribune’den önce 10 yıl süresince The Times’ın moda editörlüğünü üstlendi. Menkes, her yıl erkek ve kadın koleksiyonlarının sergilendiği defilelerin yanı sıra haute couture şovlarına da katılarak yüzlerce makale kaleme alıyor. Paris’in daima modanın merkezi olarak kalacağına inanan Samurai Suzy, modaevlerinin kendisine gönderdiği hediyeleri, American Hospital of Paris’e bağışlıyor.


Phoebe Philo
Birkaç sezondur Céline markasının modada yarattığı gözle görülür etkiyi, 2001-2006 yılları arasında Chloé markası gerçekleştirmişti. Her iki olayın ortak noktası, bu markaların tasarımcılığını üstlenen Phoebe Philo adlı mucize. Önce, ‘babydoll’ elbiseler, bebe yakalı bluzlar, kloş eteklerle kadınlara ‘girlie’ estetiği aşıladı Philo. Ardından kariyerinin zirvesindeyken Chloé’den ayrıldı. Mazaretiyse günümüzün kariyer kadınlarından beklenmeyecek ölçüde naifti. Philo, çocuğuyla daha çok vakit geçirmek istemişti. Neyse ki moda dünyasından ayrılığı çok uzun sürmedi. Geri dönüşüyle birlikte bu kez Céline, modanın spot ışıklarını üzerine çekti. Philo’nun ‘girlie’ kadınları, yerlerini ‘gerçek’ kadınlara bıraktılar. 



Kate Moss
Moda fabrikası her yıl yüzlerce model üretiyor ve nadiren de olsa bazı modeller ‘Yeni Kate Moss’ adı altında lanse ediliyor. Halbuki, modelliğin ötesinde bir mertebede yer alan Kate Moss’un bir varisi olmadığı apaçık ortada. Henüz 14 yaşındayken keşfedilen Moss, 90’ların Twiggy’si oldu. Grunge estetiğiyle şekillenen bu dönemde ‘heroin chic’ adlı aşırı zayıf imajın simgelerindendi. Yıllar, Moss’un lehine işledi ve ünlü model tesirinden hiçbir şey kaybetmedi. 90’lardan bu yana stiliyle sayısız trendin altına imzasını attı. Çabalamadan şık görünmenin kuralları hep ondan öğrenildi. Müzik festivallerinde jean şort ve plastik yağmur botla, Londra sokaklarında skinny jean ve babetle, partilerde vintage elbiselerle ‘cool’ görünmenin mümkün olduğunu moda ahalisine dikte eden o oldu. Bugün Kate Moss ismi bir marka haline geldi. Süpermodel, Topshop ve Longchamp gibi farklı markalar için koleksiyonlar hazırlayarak, kendi tarzını yakalamaya çalışanlara ‘a la Kate Moss’ parçalar yaratıyor.



Rei Kawakubo
Rei Kawakubo, 80’lerde Comme des Garçons markasıyla modaya dair bilinen her şeyi ters yüz etmeye başladı. Modaya, yap-bozla uğraşan bir çocuğun heyecanıyla yaklaşan tasarımcı, asimetrik kesimleri, kafa karıştırıcı kalıpları ve şaşırtıcı kuplarıyla müthiş bir devrim yarattı. Onun avangard estetiği ve bitmek tükenmek bilmeyen yaratıcı fikirleri halen modaya tazelik katmaya devam ediyor. Günümüzde popülerleşen ‘pop-up mağazalar’, ilk kez onun yarattığı ‘gerilla mağazacılık’ konseptiyle ortaya çıktı. Kawakubo 2004 yılında, kendisi gibi avangard tasarımcıları ağırladığı Londra’daki The Dover Street Market adlı konsept mağazasıyla mağazacılığa da yepyeni bir boyut kazandırdı. Modaya entellektüelite katan bu gözüpek kadın, modanın sanat olmadığını savunuyor.



Vivienne Westwood
İngiliz modasının büyükannesi, sıradışı fikirleri ve anarşist ruhuyla 70’lerden bu yana modaya radikallik pompalıyor. Londra’da punk akımının gelişmesinde başrol oynayan Westwood’un önceleri öğretmenlik yaptığına inanmak güç. 1965’te Malcolm McLaren’le tanışmalarının ardından, ikili açtıkları butiklerle dönemin anarşist gençliğine hitap eden kıyafet ve aksesuarlar sattılar. Westwood, 1981’de ‘Pirates’ adlı koleksiyonunu podyuma yolladığı andan itibaren modanın konformizmine karşı duracağını göstermiş oldu. Başkaldırıyı seven tasarımcı, koleksiyonlarına daima kostüm tarihçesinden öğeler ekliyor ve bunları beklenmedik şekillerde yapıyor. Geleneksel İngiliz kumaşları tartan ve Harris tüvidi, 19. yüzyıl giyim kodunun parçaları krinolin ve korse, Westwood’un kreasyonlarını egzantrikleştirme görevini üstlenen öğelerden sadece bazıları. Moda arenasının Westwood’a özgü kışkırtıcılığa her zaman ihtiyacı var. 



Annie Leibovitz
Annie Leibovitz, çektiği yüzlerce moda ve portre fotoğrafıyla modanın görsel lisanını zenginleştiren bir fotoğrafçı. 70’li yıllarda Rolling Stones dergisi için her deklanşöre basışı onu müthiş bir üne kavuşturdu. Ölümünden saatler önce John Lennon’ı çırılçıplak bir şekilde Yoko Ono’ya sarılmışken fotoğraflayarak ismini kült statüsüne taşıdı. Dergi için çalıştığı 10 yıl süresince tam 142 kapak fotoğrafı çekti. 1983’te Vanity Fair dergisinin ekibine katıldı ve doygun renklerdeki realist fotoğraflarıyla bu dergiyi de ihya etmeye başladı. 1991’de, hamile Demi Moore’u çırılçıplak kapağa taşıması, Leibovitz ismini bir fenomene dönüştürdü.



Patti Smith
Patti Smith, kaleme aldığı ‘Çoluk Çocuk’ adlı kitabında, modayla ilişkisini şöyle tarif eder: “Giyinme meselesine yaklaşımım, Yeni Akım Fransız filminde rol alan bir figüranınkine benziyordu. Birkaç farklı görünümüm vardı, mesela Dehşet Yolcuları’ndaki Yves Montand gibi kayık yaka çizgili bluz giyer ve boynuma kırmızı fular takardım. Ayrıca, yeşil tayt ve kırmızı bale pabuçlarıyla Left Bank Beat görünümüm vardı. Ya da Audrey Hepburn’ün Şahane Macera’daki halini kendime uyarlardım; uzun siyah bir süveter, siyah tayt, beyaz çorap ve siyah Capezio ayakkabılar. Hangi senaryo olursa olsun, hazırlanmak için ihtiyacım olan süre, genellikle on dakikaydı.” Müzisyenliğinin ötesinde bir ozan olan Smith, modaya karşı da entellektüel bir yaklaşım geliştirdi. Beş parasız gezdiği yıllarda da, ünlü olduğunda da moda onun için önem teşkil etti. Androjen stili ve rock’n’roll tavrı halen modaya etki etmeye devam ediyor.



Isabella Blow
İngiliz moda editörü Isabella Blow bir modern zaman kaşifiydi. Bu gösterişli kaşif, Alexander McQueen ve Philip Treacy gibi önemli isimleri keşfederek onlara tüm desteğini verdi. Alexander McQueen’in mezuniyet defilesindeki parçaların hepsini satın alarak tasarımcının önünü açtı. Moda, onun oyun parkıydı. Moda haftalarında günde yedi kez kıyafet değiştirdiği bile olurdu. “Bazıları yemek yapmayı sever, bazıları bahçeyle uğraşmayı. Benim malzemem kıyafetler” demişti. Sevdiklerinin onu çağırdığı ismiyle ‘Issy’, 2007 yılında intihar ederek hayatına son verdi.



Anna Piaggi
Moda editörlüğünün duayenlerinden Anna Piaggi’nin giyim kodunun kilit kelimesi teatrallik. 70’ler boyunca Manolo Blahnik, Dolce&Gabbana ve Stephen Jones’un kariyerlerini besleyen Piaggi, aynı zamanda Karl Lagerfeld’in de ilham perisi oldu. Lagerfeld onun için, “Rol yapar gibi giyiniyor. O müthiş bir oyuncu ve kendi oyununu yazan bir yazar” demişti. Modanın artan homojenliğine Piaggi’nin cevabı her zaman orijinallik oldu. Tarihin farklı dönemlerine atıfta bulunan kıyafetleri ustalıkla bir araya getirmesi ve akla hayale gelmeyecek renkleri birlikte kullanması Piaggi’nin alamat-i farikaları. Kaleme aldığı moda yazıları da en az kendisi kadar sıradışı olmalarıyla dikkati çekiyor. Piaggi’yi, mutluluk halesine benzettiği envai çeşit şapkalarından birini takmamışken görmek neredeyse imkansızdır.



Donna Karan
Bir kadının gardırobu sadece yedi parçayla baştan yaratılabilir mi? Donna Karan, 1980’lerde kadınlara bunun mümkün olduğunu ispatladı. Tasarım yaparken tek bir kadından ziyade evrendeki tüm kadınları göz önünde bulundurduğunu söylemiş olan Karan, daima, gerçek anlamda giyilebilir kıyafetler yaratmakla ilgilendi. Mucizevi parça ‘body’le kadınların hayatlarını değiştirdi. Karan için hayatı kolaylaştıran kreasyonlar üretmek halen önemini koruyor.



Susan Sontag
Susan Sontag, Amerika’nın dünyaya armağan ettiği en provokatif entellektüellerden biri oldu. 1964’te ‘Notes on Camp’ adlı denemesiyle eşcinsel estetiği ele aldı ve bunun üzerinden yüksek ve alçak kültür arasında sanıldığı gibi bir uçurum olmadığını iddia etti. Zevkin ve estetiğin, yüksek kültürün tekelinde bulunmadığını öne sürdü. 1977’de yayınlanan ‘On Photography’ kitabıyla, bu kez de fotoğrafın kalıcılığını ve gerçekliğini sorguladı. Popüler kültür unsurlarını ele almaktan asla imtina etmedi. “Çok kötü olan aslında iyidir” yazdığında zevk ve zevksizlikle ilgili doğru bilinenleri tümüyle altüst etti. Sontag’ın öne sürdüğü tüm fikirler halen modanın da içinde bulunduğu farklı disiplinleri etkilemeye devam ediyor. Son olarak, Louis Vouitton’un 2011 ilkbahar-yaz koleksiyonunun sunulduğu defilede oturma yerlerinde ‘Notes on Camp’ten bir cümlenin bulunduğu kağıtlar yer aldı: “Bayağı zevkle sıkıntı arasındaki ilişkiye fazla değer biçilmemeli.”



Diana Vreeland
Diana Vreeland, 1936 yılında Harper’s Bazaar dergisinde kadınlara vermek istediği altın değerindeki moda öğütlerine tek bir sualle başladı: “Why Don’t You...” “Neden bileğinize siyah bir tülden fiyonk yapmıyorsunuz?” veya “Neden yatak odanızdan kütüphanenize özel bir merdiven yaptırıp her basamağını en sevdiğiniz şarkıyı oluşturan notaların bulunduğu işlemeli bir halıyla kaplamıyorsunuz?” diye sordu. Vreeland, bu yenilikçi sorularla, zamane kadınlarına ilham vererek onların kalıplarının dışına çıkmalarını sağladı. 1963’te Vogue dergisinin yayın yönetmeni olduğunda da sıradışı fikirlerinden hiçbir şey kaybetmedi. Ne yazık ki modanın kaygan zemininde ayakata durmak kolay değildi. 1971’te, dergideki işine son verildi. Yaratıcılığı durmak bilmeyen Vreeland 69 yaşında, New York’taki The Costume Institute of The Metropolitan Museum of Art’ın danışmanı oldu. Gelmiş geçmiş en etkileyici moda editörü, aforizmalarını moda tarihine kazıdı: “Moda gelip geçici bir şey. Şıklık, doğuştan gelir. İyi giyinmekle alakası yoktur. Şıklık, reddetmektir.”



Marlene Dietrich
Ernest Hemingway’in “Sesiyle bile kırabilir kalbinizi. Ve sonra tek bir sözcükle iyileştirebilir yaralarınızı” dediği güçlü bir personaydı Marlene Dietrich. Beyazperdenin gizemli ve görkemli ikonu, androjen bir kimliğe bürünmesine rağmen sinema tarihinin seksapeli en yüksek yıldızlarından oldu. Kabarelerde sahne aldığında silindir şapka takarak maskülen görünmekten imtina etmedi. Pantolon-ceket takımlar, imajının bir parçasıydı. 1932 yılında ‘The Sign of The Cross’ filminin prömiyerine, kavalyeleri Maurice Chevalier ve Gary Cooper gibi smokin takım giyerek katıldığında büyük bir skandala sebep oldu. İmajı için giyindiğini her zaman vurguladı ve şöyle dedi: “Kendim, toplum, moda veya erkekler için giyinmiyorum.”



Edith Head
Hollywood’un altın çağını yaşadığı 40’lı ve 50’li yıllarda film stüdyolarının yıldızları, aktrisler olduğu kadar onları giydiren kostüm tasarımcısı Edith Head’di. O, 44 sene boyunca Paramount Pictures’da Veronica Lake’den Grace Kelly’ye kadar pek çok göz kamaştırıcı isim için film kostümleri tasarladı. Kadınların, modaya dair izlenimlerini televizyon ve filmler vasıtasıyla edindiği yıllarda, Head onların yol göstericisi oldu. 1967’de Universal Studios’ta baş tasarımcı olarak görev yapmaya başladı. 35 adaylığı ve sekiz ödülüyle Oscar Ödülleri tarihinin en çok şereflendirdiği kostüm tasarımcısı ve kadın ünvanına sahip oldu. Lassie haricinde şımarmamış bir yıldızla karşılaşmamış olduğunu beyan etmesi sinema tarihinin unutulmayan vecizelerindendir. 



Elsa Schiaparelli
1930’larda sanat arenası sürrealist akımla hareketlenirken Elsa Schiaparelli bu akımla kol kola girdi. Sürrealizmin sanatta yaptığını o moda dünyasına uyarladı: Kadınlara, beklenmedik ve şok edici tasarımlar sundu. Çekmece şeklinde cepler, ıstakoz ve akrobat formlu düğmeler, ayakkabı görünümlü şapka... Bunlar, Schiaparelli’nin dahiyane tasarımlarından sadece bazılarıydı. O, moda aracılığıyla sanatın yanağına bir öpücük konduran yegane tasarımcılardan oldu. Ünlü sanatçılar Salvador Dali, Jean Cocteau ve Christian Bérard’la birlikte çalıştı. Renklerle arası daima iyi oldu. ‘Shocking pink’ adını verdiği cart pembeyi kullanmayı çok sevdi. Otobiyografisi ‘Shocking Life’da, bir moda tasarımcısı olmasa, hokkabaz, doktor, yazar, aşçı, zenginlerle düşüp kalkan bir fahişe veyahut bir rahibe olabileceğini yazdı. İşte gerçek bir egzantrik! 



Coco Chanel
Coco Chanel, modanın gelmiş geçmiş en devrimci şahsiyeti. Onun devrimciliğinin emareleri, hem döneminin en aykırı tasarım fikirlerini üretmesinde, hem de bu fikirlerin yıllar boyu geçerliliğini korumasında gözlemlenebilir. En büyük başarısı, kendi ihtiyaçlarından yola çıkarak kadınların gereksinimlerini keşfetmesi oldu. 1900’lerin başında kadınların, kuş tüyleri, tüller ve kuru çiçeklerden yapılma abartılı şapkalar taktıklarını fark ettiğinde onlara süs püsten arınmış şapkalar yaratarak tasarımcılığa adım attı. Şapka tasarlayarak başlayan serüveninde ona eşlik eden büyülü kelimeden asla vazgeçmedi. Bu kelime, “sadelik”ti. 1916’ya kadar sadece iç çamaşırlarında kullanılan jarseyi dış giyime uyarladığında da, tüvit etek-ceket takımlar yarattığında da bu kelimeye sıkı sıkıya bağlı kaldı. “Moda, şevkle ve makul bir şekilde ele alınmalı. Bir elbise, ne bir tragedya, ne de bir yağlıboya tablodur. Kısa ömürlü ve albenili bir kreasyondur; ebedi bir sanat eseri değil” diyecek kadar realist bir kadındı o. Günümüz modası, modernizasyonunu bu realist kadına borçlu.



Jeanne Lanvin
20’li ve 30’lu yıllarda modanın modernleşme süreci hız kazanmışken Jeanne Lanvin, geleneksel ve romantik moda anlayışıyla varoldu. Lanvin markasının gelenekçi yaklaşımı, logosunda da kendini gösterdi. Jeanne Lanvin’in kızına elbise giydirirken resmedildiği logo, halen markanın resmi logosu olarak kullanılıyor. Jeanne Lanvin’in en büyük ilham kaynaklarından olan kızı, tasarımcının anneler ve kızları için koleksiyonlar hazırlamasında etkili oldu. Göğüs bölümü vücuda oturan, etekleri kloş şekilde tasarlanan ‘robes de style’, Lanvin’in modaya kazandırdığı en mühim icatlarındandı. Markasına, parfümden iç çamaşırına, dekorasyon objelesinden erkek kıyafetine kadar pek çok farklı parçayı dahil etmesi, yaratıcılığının yanında kıvrak zekalı bir iş kadını olduğunu kanıtladı.  



Madame Grés
Efsanevi fotoğrafçı Cecil Beaton’a göre Madame Grès, hiçbir Yunanlı’nın hayal edemeyeceği Grek elbiseleri yarattı ve müşterilerini yürüyen heykellere dönüştürdü. Onun bir heykeltraş olmak üzere eğitim aldığı göz önünde bulundurulduğunda kadınları birer heykele dönüştürecek elbiseler tasarlamış olması sürpriz değil. 1934’te Alix adıyla açtığı modaeviyle birlikte tasarladığı drapeli ipek ve jarse elbiseler modada çığır açtı. II. Dünya Savaşı’nın ardından markasına Madame Grès ismini verdi. Atölyesi, sekiz odasında görev alan 180 çalışanıyla Paris’in en büyüklerinden biri oldu. Tam bir işkolik olan Grès, kuaföre gitmek için bile vakit ayıramadığı için saçını bir türbanla örtmeye başladı ve bu aksesuar onu tanımlayan bir parça haline geldi. 1993 yılında beş parasız bir şekilde Fransa’nın güneyinde öldüğünde moda arenasına, tasarım harikası drapeli elbiseler miras bıraktı.
  

Madeleine Vionnet
Madeleine Vionnet, Belle Epoque döneminin korse ve bir sürü gereksiz detayla kadın vücudunu cendereye sokan elbiselerini reddeden bir tasarımcı oldu. Verev kesim tekniğinin duayeni kabul edilen Vionnet’nin moda anlayışı, varolan kurallara başkaldırıp kadın vücudunu özgürleştirmekten yanaydı. Bunun için de elbiselerin kesimleriyle işinin ehli bir şekilde deneyler yapmaktan hiçbir zaman kaçınmadı. Çizim yapmayan Vionnet, tahta bir oyuncak bebek kullanarak elbise modellerine karar verirdi. Vücudun bir parçasıymış izlenimi veren akışkan elbiselerde, verev kesimler ve drapelelerle mucizeler yaratmayı da bu sayede başardı. “Bir ressamdan ziyade heykeltraşım. Renklerden çok formlara duyarlıyım” diyerek moda tarihindeki ayrıcalıklı yerini aldı. 

*ELLE Nisan 2011 sayısında yayınlanmıştır.

08/02/2013

Monsieur Balloon

Kuzey Avrupa'dan bildirmeye devam ediyorum. Bu kez Stockholm'dan bir fotoğrafçıyı takdim etmek isterim: Viktor Gårdsäter. Balloonman serisindeki naiflik sevilesi.










04/02/2013

Miu Miu'nun femme fatale kadınları



2013 ilkbahar-yaz koleksiyonundaki parçalardan ziyade, Inez and Vinoodh'un fotoğrafladığı kampanya fotoğraflarına vuruldum!