21/12/2008

GALATA'NIN TADI


Gözden düşmüş Galata, etnik ve kültürel çeşnisinin tadına bakmak isteyenler sayesinde son zamanlarda ‘yükseliş devri’ni yaşıyor.

O zaman
“Galata’ya deryadan yokuş yukarı bir saatte çıkılır” demiş Evliya Çelebi. Mübalağa sanatının ustası olan seyyahın ‘Seyahatname’sinde yer alan bu bilginin, yazıldığı dönem için bile abartılı olabileceği söylenebilir. Lakin, bu harikulade semt, Abidin Dino’dan Ahmet Hamdi Tanpınar’a, Sait Faik Abasıyanık’tan Orhan Veli’ye kadar birçok sanatçıyı ağırlamış ve onlara ilham perisi olmuş. Yani, Galata’ya sahilden ulaşmak için değil 1 saat, 3 saat bile gerekebilir hikaye biriktiricilerine. Çünkü burası, tarihle yoğurduğu kıvrım kıvrım yokuşlarında, dar sokaklarında binbir hikaye gizler. Tarihçilerin “Cenova yıkılırsa buraya bakılarak yeniden inşa edilebilir” dedikleri Galata’yı böylesi özel kılan, semtin yüzyıllardır sahip olduğu etnik ve kültürel zenginlik. Burada Cenevizlilerin de Osmanlıların da izleri sürülebilir.


Kamondo Merdivenleri

Sadece, 14. yüzyıl ortalarında Cenevizliler tarafından inşa edilen Galata Kulesi’ne bakarak bile onların varlığını hissetmek mümkün. Semtin etnik cümbüşü, Cenevizlilerle başlayıp, yüzyıllar boyunca Yahudiler, Ermeniler, Rumlar, Süryaniler ve Levantenlerle çeşitlenmiş. Geçmişte Yüksekkaldırım’ın eski kitapçıları, plakçıları, pulcuları ve şapkacılarının Lefteris Bert, Pepo, Hancıyan ve Talya Nomidis gibi sahipleri olması tesadüf değil.
İlhan Berk, ‘Galata’ adlı eserinde 1961 yılının Galata’sının sakinlerini şöyle sıralar: “İki kahve, dört berber, bir kadın berberi, dört bakkkal, dört kasap, beş manav, iki helvacı, dört tuhafiyeci, üç elektrikçi, iki mezeci, iki kolacı, iki eskici, üç tenekeci, bir kontraplakçı, bir basımevi, bir mermerci, bir eczane, bir balıkçı, iki terzi, iki nalbur, bir tekel bayii, bir hurdacı, bir fotoğrafhane.” Semtin o zamanlardaki gözdesi Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomisine yön veren Avram Kamondo tarafından yaptırılmış olan Kamondo Han’dı. 56 numaradaki büyüleyici Doğan Apartmanı’ysa uzun süre zengin Levantenler ve Yahudileri ağırladıktan sonra Anadolu’dan gelen taşralıların sığınağı haline gelmişti.
Geçmişin kozmopolit Galata’sı 70’li yıllarda yavaş yavaş lümpenleşmeye başladı. Her geçen yıl, Galata’nın özünden bir şeyler aldı götürdü adeta. Bu etkileyici semt, zaman içinde gözden düştü ve değer kaybetti. Hatta, turistik çekim merkezi Galata Kulesi’ne sahip olmanın dışında hiçbir işlevi kalmadı. Beş yıl öncesine kadar Galata dendiğinde akla ıssız ve tehlikeli sokaklar gelir olmuştu.

Bugün

Yüksekkaldırım’dan salına salına Galata’ya doğru yürürken ilk dikkatı çeken birbiri ardına sıralanmış egzotik meyve satıcıları oluyor. Tezgahlarda ananastan hindistan cevizine, mangodan avakadoya kadar birçok meyve var. Satıcılardan biri “Pahalı oldukları için halkımızın egzotik meyve yeme imkanı yok. Bizim sayemizde eskiden çiçek zannettikleri meyveleri yiyebiliyorlar” diyor. Yüksekkaldırım esnafının arasında Galata’nın hareketlendiğini söyleyenler olduğu gibi sadece turist mekanı olduğunu düşünenler de var.


Ünlülerin ünlüsü Doğan Apartmanı

Ünlü ev sahipleri vesilesiyle son zamanlarda ismini daha sık duyar olduğumuz Doğan Apartmanı’nın bulunduğu Serdar-ı Ekrem Caddesi’ndeki bir bakkal 20 senedir Galata’da yaşadığını ve son birkaç yıldır buradaki kira fiyatlarındaki artışa inanamadığını söylüyor. “Buralarda daha çok yabancılar yaşıyor. Zaten binaları alıp yenileyenler de onlar. Ondan sonra da büyük paralara satıyorlar” diyor. Civarda renove edilen binalardaki dairelerin kira fiyatları 2000 dolardan başlıyor. Toplu bir renovasyon gerçekleşmediği için Doğan Apartmanı’nın yan sokağındaki Kölemen Çıkmazı’ndaki apartmanlarda daireler arasında gerilmiş iplerin üzerinde asılı duran çamaşırları görünce şaşmamak gerekiyor.
Serdar-ı Ekrem Caddesi’nin yeni konuklarından Mavra Design Store & Cafe’nin sahibi seramik sanatçısı Yonca Akçay, beş yıl önce Doğan Apartmanı’nda bir daireyi atölye olarak kullanmaya başlamış. “O zaman buralara ıssız ve tekinsiz yerler gözüyle bakıyordum. Mahalle havasında olduğu için makyaj yapmamaya ve etek giymemeye özen gösteriyordum. Fakat zaman içinde gayet güvenli bir yerde yaşadığımı anladım. Evim de burada ve hatta çingene komşularım var” diyerek anlatıyor Galata macerasını. Sokaklarda düzenlenen partilere mahallelinin de katıldığından ve hiçbir şekilde dışlanmadıklarından bahsediyor.
Galata sokaklarında gezdikçe insanın aklına Mavra gibi sıcak bir atmosfere sahip olan birkaç mekanın daha açılmasıyla Galata’nın da Cihangir’in geçirdiği dönüşümü yaşama ihtimali geliyor. Galata Moda ve Galata Tasarım festivalleri derken semte olan ilgi her geçen gün artıyor. Bu ilgi, artan konut fiyatlarıyla da birleşince ortaya yeni bir Cihangir çıkar mı acaba?

01/12/2008

Rüyalar Gerçek Olsa


Emel Kurhan’ın tasarımı olan ‘Genç Kız Rüyası’ isimli şapkayı gördüğümüzden beri düşlerimizi beyaz atlı prensler süslemiyor. Artık tek düşümüz, bu şapkaya sahip olmak ve onunla tüm bakışları mıknatıs gibi üzerimize çekmek. Kurhan, kitsch, oyunbaz ve renkli dünyasının nadide parçalarından biri olan şapkayı, Galeri Splendid’in ‘Uyuyan ID’ sergisi için tasarladı. ‘Genç Kız Rüyası’ 19 Kasım-19 Aralık tarihleri arasında Katia Şapka’da sergilenecek. ‘Bu sanat eserine sahip olup, onu en yakın arkadaşımın düğününde çiçekli uçuş uçuş bir elbiseyle birlikte takmak istiyorum’ diyenler bilgi için info@galerisplendid.com adresine başvurabilir.
Time Out Aralık '08

Güncel Sanata Hayat Öpücüğü

Sayıları hızla artan genç ve alternatif galerilerle şehrin güncel sanat çehresi değişiyor. Genç sanatçıların yepyeni ve taptaze fikirleri, bu galerilerde hayat buluyor. Hepinizi sanat arenasının ‘yenileriyle’ tanışmaya davet ediyoruz.

Birçoğumuzun sanat anlayışını tepetaklak etmiş olsa da güncel sanat, günümüzün en büyük fenomenlerinden biri. Kimilerinin ‘Aman bu da sanat mı?’ diye burun kıvırdığı güncel sanat yapıtları, sanat piyasasını yerinden oynatma gücüne sahip. Örneğin, güncel sanat süper starlar takımının as oyuncularından biri olan Damien Hirst, dünyada ikinci Büyük Buhran’ın yaşandığı günlerde (15 Eylül’de dünya finans piyasaları altüst olurken) düzenlenen müzayededeki satışlardan toplam 200.7 milyon dolar kazandı. Sotheby’s’in, 1993 yılında Picasso’nun 88 eserini 20 milyon dolara sattığı düşünüldüğünde Hirst’ün kazancı dudak uçuklatıcı olarak nitelendirilebilir.
Tüm dünyanın pür dikkat izlediği güncel sanat arenası büyük bir hızla gelişiyor ve evriliyor. Tabi bunda disiplinler arasındaki çizgilerin iyice birbirinin içine geçmesinin de payı büyük. Sanat modayla flört ederken mimariye de kur yapabiliyor. Bu sahneyi gözünüzün önüne getirmekte zorlanıyorsanız işte size bir örnek: Chanel’in gezici güncel sanat projesi Zaha Hadid tarafından hazırlanan bir konteynerde sergileniyor. Böylece, izleyiciler, sanat, moda ve mimari üçlüsünün mutlu birlikteliğine tanık oluyorlar.
Dünyada tüm bu gelişmeler yaşanırken İstanbul’un olanlara izleyici kaldığını sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Aslında 2000’lerden bu yana ivmesi hızla artan bir hareketlenme söz konusu sanat alanında. Büyük banka galerileri, özel müzeler, bağımsız galeriler, sanatçı inisiyatifleri, bienaller derken sanat, şehrimizin gündem maddelerinden biri olma yolunda hızlı adımlarla ilerledi.
Galeri Splendid’in ortaklarından küratör Derya Demir, “Artık ne izleyici, ne de koleksiyoner güncel sanata mesafeli yaklaşmıyor. Sonunda müze ve galeri gezmek, birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi burada da günlük hayatın bir parçası haline gelmeye başladı” diyor. Demir’i sanatçı Leyla Gediz’le birlikte Galeri Splendid’i açmaya iten, çevrelerinde farklı işler yaparken bir yandan da sanatsal üretimlerini devam ettirmeye çalışan genç sanatçıların varlığı olmuş. “Sanatçı olarak hayatlarını idame ettirmek için iş satmaları gerekiyor. Fakat koleksiyonerlerin onların yapıtlarını görebileceği genç galerilerin sayısı çok az. Birçok galeri genç sanatçılarla çalışmak istese de yılların getirdiği ağırlaşmayla bunu yapamıyor” diyerek anlatıyor durumu Demir.
Son zamanlarda açılan sergi mekanlarını, alışkın olduğumuz galerilerden ayıran çok önemli bir özellik var: Genç sanatçıları öne çıkarmayı hedeflemeleri. Taze galerilerden Play Studio’nun ortakları Ersan Çürüklü ve Ömer Zapsu, “Galeri politikamız, ismini daha önce duymadığınız genç isimleri desteklemek üzerine kurulu. Burada satılan işler için sanatçılardan çok cüzi komisyonlar alıyoruz” diyorlar. Galeri Splendid de henüz görünürlük kazanmamış sanatçıların sanat marketinin içinde yer almasına yardımcı oluyor.
Şehirde bu heyecan verici gelişmeler olurken 2009 yılının ilk aylarında Sotheby’s tarafından bir Türk güncel sanat müzayedesi düzenleneceği haberi kulaktan kulağa yayılmaya başladı. Sizce de güncel sanata olan ilginizi gözden geçirme vakti gelmedi mi?


Vasıf Kortun
Platform Garanti Güncel Sanat Merkezi’nin yöneticisi küratör Vasıf Kortun, genç galerileri
n açılmasının geçici bir furya olduğunu düşünüyor.


Siz Türkiye’de genç sanatçılara destek olunmasına ilk ön ayak olanlardansınız. Yeni kuşak sanatçılar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Gençleri hala destekliyorum. Fakat şu anda gelen kuşağın çok iyi olduğunu düşünmüyorum. Onlarda ’95 kuşağının dinamizmi yok. Tabi aralarında çok iyi olanlar da var. Onların en büyük sorunu da Türkiye’de kendilerini destekleyecek galeri bulamamak.

Birçok yeni sergi mekanı genç sanatçıları ön plana çıkarmayı hedeflediğini söyleyerek sanat piyasasına giriş yapıyor. Bunu başarabilecekler mi sizce?
Bundan 3 yıl önce de sanatçı inisiyatifleri furyası vardı. Şimdi bu furya yerini galeri furyasına bıraktı. Bir galerinin tek bir amacı vardır; o da para kazanmak.

Peki bu yeni oluşumlara destek veriyor musunuz?
Bu oluşumların başındaki insanların hepsi benim öğrencim sayılır. Tabi hepsini destekliyorum. Ama eleştiriyi de elden bırakmıyorum. Risk alıp beklenmeyeni yapan galerinin her zaman kazanacağını düşünüyorum.

Sizce hangi sanat oluşumlar bu dediğiniz kritere uyuyor?

Tütün Deposu’ndaki Rodeo Galeri oldukça cesur ve güçlü. Aynı şekilde PİST’in de sanata hayatını koyduğunu düşünüyorum.

Murat Pilevneli
Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nın şehrin çekim merkezlerinden biri olmasında Galerist’in kurucusu Murat Pilevneli’nin rolü büyük. İstanbul’da güncel sanatın çehresini değiştiren Pilevneli’yla galericiler, sanatçılar ve koleksiyonerler ekseninde sanat piyasasını konuştuk.

Bugün sanat alanındaki yeni oluşumlara ve galerilere baktığımızda birçoğunun genç sanatçılara destek olmayı şiar edindiklerini görüyoruz. Galerist de 7 sene önce böyle bir söylemle ortaya çıkmıştı. Burada sergilenen sanatçılar hala bu söyleme göre mi seçiliyor?
Galerist ilk kurulduğunda temsil edilmeyen, genç sanatçıları destekleyen bir galeriydi. Bu anlamda Türkiye’de galericiliğin vizyonunu değiştirdiğimizi söyleyebilirim. Fakat bizim gibi köklü kurumlar, bir noktadan sonra genç sanatçılara destek veremez oluyor. Büyümeyle birlikte maliyetlerin yükselmesi kaçınılmaz. Bugün Galerist olarak, Art Basel’den FIAC’a kadar birçok uluslararası sanat fuarına katılıyoruz. Dolayısıyla, artık genç bir sanatçının 1500-2000 dolarlık işini sergileyemiyoruz. Bu noktada genç galeriler devreye giriyor ve genç sanatçılara alternatif bir platform oluşturuyor.

İstanbul’da genç ve alternatif galeriler çoğalıyor. Bunlar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Şu sıralar sanat anlamında iyi ve heyecan verici gelişmeler var. Bu kurumların ortaya çıkmasının sebeplerinden biri, genç sanatçıların sayısındaki artış. Artık sanat eğitimi alanlar ‘Sanatta para yok. Başka nereden para kazanabilirim?’ düşüncesini bir kenara bıraktılar. Ayrıca, ülkemizde sanata olan ilgi yoğunlaştı. Tabi bunda sanat alıcılarının sayısının artmasının da büyük etkisi var. Alıcı kesimle birlikte sanata belirli bir para akmaya başladı. Böylece, daha genç galeriler ortaya çıkma şansını yakaladı.

Yeni oluşumlar ve inisiyatifler uzun vadede başarılı olabilecekler mi sizce?
Bu konuda bir şey söylemek için henüz çok erken. Bu oluşumların başarılı olup olmayacağını hep birlikte göreceğiz. Kurumlar bazında kendime göre tahminlerim var. Ama onlara haksızlık olmaması açısından tahminlerimi kimseyle paylaşmıyorum.

Genç sanatçıları takip ediyor musunuz? Beğendiğiniz isimler var mı?
Üniversitelerin yıl sonu sergilerine gitmeye çalışıyorum. Galerist’e portfolyo getiren birçok sanatçı oluyor. İyi bir sanatçının bunu yapmasına gerek olduğunu düşünmüyorum. Çünkü iyi olan bir şekilde görünürlük kazanır. Şu an genç sanatçıların yapıtlarına ‘İyi mi, kötü mü?’ diye bakmıyorum. Bu elemeyi yapabilecek noktaya gelmedik bence. Ortaya çıkan her şeyi sonuna kadar desteklemek taraftarıyım.

Genç bir sanatçının kendini burada kabul ettirmek için illa yurt dışında eğitim alması veya işlerini orada sergilemesi gerekiyor mi?
Bir dönem böyle bir inanış vardı ama artık bu inanış miyadını doldurdu. Aslında ilk kurulduğumuzda biz de bu söylemi kullandık. Çünkü 6-7 sene önce yerel eğitimden geçen gençler dünyada geçerli olabilecek bir dil kullanmıyorlardı. Bunun için biz de yurt dışında yaşayan Türkleri buraya çektik. Kuşkusuz yurt dışında eğitim hala iyi bir şey. Ama illa olması gerekmiyor. Günümüz sanatında zanaatın yanında fikir de çok önemli.

Türkiye’de ‘Güncel sanatın miladı’ dediğiniz bir dönem var mı?
2001 kriziyle birlikte her şey değişti. Bu kriz, güncel sanat piyasasının ortaya çıkmasına yol açtı.

Sanat piyasasını Avrupa mı belirliyor?
Londra ve New York belirliyor aslında. Sanat piyasasının değerinde güçlü ekonomilere sahip ülkelerin etkisi büyük oluyor. Para nerede yoğunlaşıyorsa orası otomatikman sanat piyasasına yön veriyor. Son dönemde Rusya’daki koleksiyonerlerin sayısı inanılmaz bir artış gösterdi. Geçtiğimiz günlerde yapılan bir müzayedede Rus ve Türkmen alıcılar ağır bastı. Dünyada sanat piyasası son yıllarda iyice globalleşti. Batılı koleksiyonerler İran, Hindistan ve Pakistan gibi ülkelerden sanat eseri alıyorlar. Yakında Türkiye’ye olan ilgi de artacak.

Güncel sanat Türkiye’de yatırım aracı olarak görülüyor mu?
Koleksiyonerlerin sayısı gün geçtikçe artıyor. Bir tarafta sanatı çok sevdiği için sanat yapıtları alanlar var. Diğer tarafta da yatırım aracı olarak görüp alanlar oluyor. Türkiye’de güncel sanat eserlerinin fiyatları hala oldukça makul. Fiyat marjı ortalama 1000’le 10.000 Euro arasında değişiyor. Bu ortalama, Avrupa’yla kıyaslandığında çok düşük sayılır. Mesela, Almanya’da yetenekli birisi ortaya çıktığı zaman işlerini 8000-10.000 Euro arasında bir fiyattan satmaya başlıyor.

Sanat alanında da modada olduğu gibi trendlerin varlığından söz edilebilir mi?
Aslında kısmen böyle olduğu söylenebilir. Bir süre video art çok ön plandaydı. Derken fotoğraf sanatı çok popüler oldu. Sonra resme geri dönüş yaşandı. Son dönemde Ortadoğu sanatı yükselişte.


Azra Tüzünoğlu
‘İhraç fazlası sanat eseri de olur muymuş?’ demeden önce Azra Tüzünoğlu’na kulak verin. Boğazkesen’de açtığı ‘Outlet’ adlı sanat mekanında, ismi duyulmamış genç sanatçılar izleyiciyle buluşuyor. Tüzünoğlu, sergilenen yapıtlarda hiçbir defo bulamayacağınızın garantisini veriyor.

Outlet’te sergilenen yapıtlar gerçekten ihraç fazlası mı? Yoksa bu ismin ironik bir tarafı mı var?
Ben tezimi 90’lı yıllarda Türkiye’de güncel sanatın dönüşümü üzerine yazdım. Bu tezi yazarken aslında sanatsal üretimin çok fazla olduğunu fakat bunların büyük çoğunluğunun yurtdışına gönderildiğini gördüm. Burada değeri bilinmediği, gösterim alanları kısıtlı olduğu için eserler yurtdışına ihraç edilmiş. Bu durum, 2000’lerde İstanbul Bienali’nin güçlenmesi ve yeni galerilerin açılmasıyla birlikte değişmeye başladı. Outlet ismini, ihraç edilen sanatın artık buraya döndürüldüğünü göstermek için seçtim. Üretilen işlerin çoğunun derdi yerel olanla ilgiliyken Türkiye’de sergilenmemelerinin abesle iştigal olduğunu düşündüm. Diğer yandan da insanların kafasında güncel sanatın yüksek sanat olduğuna dair oluşmuş algıyı değiştirmek istedim.

Outlet’in lokasyonunu nasıl belirlediniz? Seçtiğiniz lokasyonla sanatın uzak ve elitist algısını değiştirmeyi mi hedeflediniz?
Boğazkesen hem merkeze çok yakın hem de merkezden çok kopuk bir yer. Burada bir mahallenin içinde yer almak enteresan bir tecrübe. İlk geldiğimizde mahalleli çok şaşkındı. Şimdi mahallenin bir parçası haline geldik. İçeri girmeyip kapıdan videoları izleyenler oluyor. Küçük çocuklar çok daha cesurlar. Okuldan çıkıp gruplar halinde gelenler oluyor. Bir çocuk istisnasız her gün buraya gelip Merve Şendil’in enstalasyonunu izliyor.

Güncel sanat alanında gerçekten bir kıpırdanma söz konusu mu sizce? Kesinlikle. Aslında bu kıpırdanma çok yeni bir şey de değil. Hikayeyi biraz daha geriye sarıp oradan okumaya başlamanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Türkiye’deki güncel sanat üretimi 1950’lerden beri var. 1980’lere gelindiğinde hayatın her alanında olduğu gibi sanat alanında da büyük bir kesinti yaşandı. 90’ların başında o kesintiye bir tepki olarak yapılan üretimler artmaya başladı. Bugün, bütün bu üretimin kabuk değiştirdiği bir dönemin içindeyiz.

Güncel sanatın kendilerine hiçbir şey ifade etmediğini söyleyenler var. Bu sanata vakıf olmak için belirli bir görgü ve bilgi edinilmesi mi gerekiyor?
Güncel sanatı takip etmek için sadece algınızı değiştirmeniz gerekir. İşin sırrı değişime açık olmakta gizli. İzleyicilerin çoğu modern sanatta karşısına geçip saatlerce seyrettikleri yapıtlar görmek istiyorlar. Bu noktada izleyici daha edilgen bir pozisyonda oluyor. Günümüzün sanatındaysa daha etken bir izleyici profili var. Çok hayatın içinden, açık ve net işler yapılıyor. İzleyicinin, ‘Bunun altında bir bit yeniği var’ diye düşünmekten vazgeçmesi gerekiyor.

Outlet’te sergilenen sanatçıları bizzat siz mi buluyorsunuz?
Evet, hepsini ben seçiyorum. 2005 yılından beri Art-İst dergisinin editörlüğünü yaptığım için birçok sanatçı tanıyorum. Bir yandan da yeni sanatçılarla tanışıp onlara yer vermek için ekstra çaba harcıyorum. İzmir, Hatay, Gaziantep gibi şehirlerdeki sanatçılarla yazışıyorum. Bundan sonraki sergilerde yurtdışından sanatçıların işlerini de sergileyeceğiz.

Bugünkü güncel sanat çevresinin içinde yer almak için belirli kişileri tanımak, onların onayını almak önem teşkil ediyor mu? Genç sanatçıların önünde uzanan yol ne kadar engebeli?
Genç sanatçılar açısından baktığımda hiçbir şeyin eskisi kadar zor olmadığını düşünüyorum. Çünkü iletişim teknolojileri sayesinde artık herkes ulaşılabilir. Sanatçıların da bir yerlerde olmak için birilerine gitmelerine gerek yok. Zaten kayda değer işler mutlaka bir şekilde keşfediliyor. Öncelikle kendilerine ve yaptıkları işlere güvenmeleri gerekiyor.

Uğur Köse
Kapılarını üretmek isteyen herkese açan bir mekan inisiyatifi Tershane. Uğur Köse, yarattığı bu alternatif atölyeyi ve burada ortaya çıkan taptaze işleri anlatıyor.


Sahibi olduğunuz tersanede yatların iç dekorasyonuyla uğraşırken nereden aklınıza geldi Tershane gibi bir inisiyatifi oluşturmak?
Bireysel düzlemde baktığımda bu proje, kendimle ve toplumla bir hesaplaşma. Gümüşsuyu’nda çalışırken çeşitli nedenlerden ötürü işimi Tuzla’daki tersaneler bölgesine taşımak zorunda kaldım. Şehrin merkezinden periferiye zorunlu bir gidiş oldu benimkisi. Oraya gidince tersaneyi dönüştürmek istedim. Buna, bir nevi sosyal sorumluluk projesi gözüyle baktım.

Tershane nasıl bir oluşum?
Tershane, hiçbir zaman kurumsallaşmayacak, tamamen gerilla faaliyetlerle hareket edecek olan kar amacı gütmeyen bir organizasyon. En önemli kriteri, kritersizlik üzerine kurgulanmış olması. İnsanların gelip özgürce istediklerini yaratmasına olanak sağlıyoruz.

Tershane’nin kapılarını kimlere açık?
Burayı salt üretmek üzerine kurguladık. Matematikçi, sosyolog, usta... İsteyen herkesin gelip üretim yapabileceği bir alan. En önemli özelliklerinden biri tüm disiplinlere açık bir mekan olması. Bu interaktif üretim alanında, marangozhane, kaynak, video ve ses atölyeleri gibi imkanlar sunuluyor. Ayrıca, Tershane’nin yatılı sanat programı olma özelliği de bulunuyor. Yani, buraya gelenlere konaklama alanları da sağlıyoruz. Sunulan bu imkanlar dahilinde üretilen eserler hazırladığım sergilerle izleyiciyle buluşuyor.

Sergi mekanı olarak Küçük Çiftlik Parkı, Sirkeci Garı gibi kamusal alanları seçerek sanatı, galerinin steril ortamından çıkarıp daha ulaşılabilir hale getirmeyi mi hedefliyorsunuz?
Sınırların kalkmasından yana olduğum için kamusal alan kavramıyla yakından ilgiliyim. Kamusal alanları kullanmanın her kesimden insanı birbirine yaklaştırdığını düşünüyorum. Mesela, geçen yıl Bienal’e paralel olarak Boğazkesen’de ramazan aylarında Kuran kursu olarak kullanılan bir mekanı kiraladık. Tüm bu kamusal alanlarda sanatı paylaşmış olduğumuza inanıyorum. Sanat veya sanatçı çok ulaşılmaz geliyor insanlara. Yaptıklarınızı kimsenin anlamayacağı cümlelerle kurgularsanız insanlar ürker. Oysa ki tane tane, büyük puntolarla ve açıklayıcı olursanız herkes sanattan eşit düzeyde faydalanabilir.

Sirkeci Garı’nda gerçekleştirdiğiniz son serginin ismi ‘Taze Beyinlere İhtiyacımız Var’dı. Sizce taze fikirler ortaya koyanlar genç sanatçılar mı?
Bence mühim olan genç olmaktan ziyade yeni fikirlere sahip olmak. Louis Bourgeois’yı düşünün. O kadar yaşlı olmasına rağmen güncel sanatın en etkileyici yapıtlarını üretiyor.

Tershane’de üretilen işler sergilendikleri zaman satılıyorlar mu? Yani, Tershane bir galeri gibi de hareket ediyor mu?
Biz alıcıyla sanatçıyı karşılaştırıyoruz. Fakat bunun için galerilerde olduğu gibi sanatçıdan herhangi bir komisyon almıyoruz. Sanatçının yapıtı, kendisinin öngördüğü fiyata satılıyor.

Tershane, birçok sanatçının üretim yaptığı bir mekan. Buraya gelen genç insanların işlerine baktığınızda gelecek vadedip etmeyeceklerini kestirebiliyor musunuz?
Hangi işin iyi, hangisinin kötü olduğunu ve bu işlerin sanat tarihindeki yerini sorgulayabilirim. İleriye dönük yorum yapmaksa çok mümkün değil. Bu, sadece eserle değil, eseri yapan kişinin karakteriyle de ilgili. Ancak, ‘Devam etse çok iyi olabilir’ hükmünde bulunduklarım oluyor. Genç sanatçılarda gördüğüm en büyük eksikliklerden biri, tekniklerini oturtamamış olmaları. Bu noktada yurt dışında eğitim alarak Türkiye’de bir şeyler yapmaya çalışan sanatçıların daha çok şansı oluyor.

‘Siz bu işi neden yapıyorsunuz? Hiç bir çıkarınız yok mu?’ sorularıyla karşılaşıyor musunuz?
Hem de çok. İnsanlar kuşkuyla yaklaşıyorlar. Ben Türk sanat tarihinin genç kuşağının arşivini tutuyorum.


Serra Özhan
Sanatın kalbinin en hızlı attığı merkezlerden Londra ve Berlin’de yaşamış olan genç bir küratör Serra Özhan. Şu sıralar Vehbi Koç Vakfı tarafından Berlin’de kurulan sanat mekanı Tanas’ta, genç Türk sanatçıların yer alacağı bir sergi için çalışmalar yapıyor. Bir küratörün gözünden sanat dünyasının nasıl göründüğüne bakıyoruz.


Apartman Projesi’nin ‘İade-i Ziyaret’ projesi ilk küratörlük deneyiminiz olacak. Bu projeden biraz bahseder misiniz?
Yüksek lisans uzmanlık alanı olarak coğrafyalar üzerine çalışmıştım. Özellikle haritaların yarattığı sınırlılıkları yumuşatmak için alternatif haritalandırmalar üretmekle ilgiliyim. Bu bağlamda, Selda Asal’ın konseptini oluşturduğu ‘İade-i Ziyaret’ projesini sınırları ve kalıplaşmış tanımları kırmak, ya da kırmaktan ziyade kalıplaşmış anlamlarını bulandırmak için çok heyecan verici buldum. Ülkeler arasında fiziksel sınırların dışında, onların birbirleriyle olan politik meselelerinden doğan, sınırı duvarlaştıran ikinci bir sınır daha bulunuyor. Aslında ülkelerin bu kavgasına inat, önemli kültürel alışverişler söz konusu. Biz de bunlara dikkat çekmek için Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ve İran’da seçtiğimiz sanatçıları ziyaret edeceğiz. Sonra da onlar üretmek için Türkiye’ye iade-i ziyarete gelecekler. Bu sınırları bir otobüsle gezeceğiz ve sanatçılar yapıtlarını bu otobüste ortaya çıkaracaklar. Önümüzdeki yıl kasım ayında tüm bu çalışmalar Tütün Deposu’nda sergilenecek.

‘Her küratörün belirli bir sanatçı kitlesi olur ve hep onlarla çalışır’ inanışı doğru mu?
Genelde böyle oluyor ama bu durum, olumsuz olarak algılanmamalı. Ben de sanatsal anlayışını kendime yakın hissettiğim sanatçılarla birlikte çalışıyorum. Bir araya gelip fikirleri çarpıştırmak, sergi oluşana kadar beraber bu süreci yaşamak olası bir iktidarı ortadan kaldırıyor. Böylece, hikayeyi anlatan kişi oluyorum daha çok.

Sanat aracılığıyla sınırların sınırsız kılınabileceğine inanıyor musunuz?
‘İade-i Ziyaret’ projesini barış elçiliği ya da hümanizm olguları adı altında yapmıyoruz. Sınırlar var olan, ciddi bir gerçek. Sanatçı ‘o mekanda ve o anda’ günlük paylaşımlardan sınırların çok dışına çıkabilir. Bu, tamemen onun, o an kendini nasıl anlattığıyla ilgili.

Apartman Projesi kar amacı gütmeyen ve sergilenen işlerden kendine pay çıkartmayan bir sergi mekanı. Orada sergilenen yapıtların satışı yapılıyor mu?
Hiç bir sergiyi satış odaklı olarak yapmıyoruz; burası bir galeri değil. Ama zaman zaman sattığımız işler oluyor. Mesela, bir keresinde René Block orada sergilenen genç bir sanatçının yapıtını satın almak istedi. Eserin fiyatını o anda sanatçıyla birlikte belirledik.

Yeni açılan genç galerileri ve inisiyatifleri takip ediyor musunuz? Tatmin edici sonuçlar var mı sizce?
Yeni sanat oluşumlarının ortaya çıkmasının hiçbir götürüsü olduğunu düşünmüyorum. Hepsini destekliyorum. Eleştirel yaklaşılmasını da doğru bulmuyorum. İyi işler çıksın ya da çıkmasın her şey desteklenmeli. İstanbul’un sanat anlamında gelişmesini istiyorsak eleştiriyi bir kenara bırakmalıyız.

Genç bir küratör olduğunuz için genç sanatçıları tanıyorsunuz. Mesela, Mimar Sinan’dan yeni mezun olan öğrenciler neler yapıyorlar?
Türkiye’de sanat eğitimleri biraz eksik kalıyor malesef. Buralardan mezun olan öğrencilerin yurt dışında rezidanslara başvurmaları kendilerini geliştirmeleri açısından çok önemli. İstanbul’da Tersane gibi birçok mekanın kapılarını gençlere açması gerekiyor. Bu tarz mekanlarda iyi işlerin seçilebileceği büyük sergiler yapılmalı. Londra’da sanat okullarının bitirme sergileri kocaman mekanlarda yüzlerce insanın katılımıyla gerçekleşiyor.

İstanbul’daki sanat çevresiyle Berlin’dekini kıyasladığınızda ne gibi farklar veya benzerlikler görüyorsunuz?
Berlin, 600 tane galerinin yanı sıra çok sayıda enstitü ve inisiyatifin olduğu bir şehir. Özellikle son yıllarda tam anlamıyla sanat mekanı patlaması yaşanıyor. Aynı gece 100 tane sergi açılışı oluyor. Devlet, sanatçı inisiyatiflerine bedava mekan sağlıyor. İstanbul’daki en büyük eksikliklerden bir tanesi küçük sanat oluşumlarına inancın olmaması. Sanat anlamında Berlin’in İstanbul için çok zor bir model olduğunu düşünüyorum.

Sizce güncel sanat nasıl bu kadar konuşulan ve hip bir şey haline geldi?
İçinde yaşadığımız dönem bunu gerektiriyor. Artık bütün disiplinler iç içe geçmiş vaziyette. Sosyal bilimler, tasarım, moda ve sanat sürekli birbirlerinin alanlarına giriyor. Bir yandan da gelişen teknolojiler sayesinde her şeyin çok daha hızlı dolaşıma giriyor olması konusu var. İstediğiniz her sanatçının işlerine internette ulaşabilmek büyük bir lüks.

Ebru Özdemir
Bir koleksiyoner için sanat yapıtlarını özel kılan nedir? Limak Holding’in yönetim kurulu üyesi Ebru Özdemir, güncel sanata olan merakını ve koleksiyonerlik yolculuğunu anlatıyor.


Güncel sanat koleksiyonerliğine nasıl başladınız?
Önceleri ailemin cumhuriyet dönemi resim koleksiyonunu geliştirmekle uğraşıyordum. Daha sonra yakın bir aile dostumuzun verdiği davette evindeki güncel sanat yapıtlarını gördüm ve çok etkilendim. Başta bir koleksiyon fikriyle yola çıkmadım aslında. Konuyu araştırıp inceledikçe daha çok sevmeye başladım. Güncel sanat sevgim beni koleksiyonerliğe itti.

Güncel sanat yapıtlarında sizi cezbeden ne oluyor?
Sanatçıların yeniden yorumlamalarından etkileniyorum. Normal insanlarin fark etmedigi şeylerin, sanatçılar tarafından tuvale veya videoya yansıtılmasını görmek çok güzel.

İlk satın aldığınız eser hangisiydi?
2003 yılında Galeri Nev’deki bir sergiden aldığım Neşe Erdok’un iki adet eseri.

Hiç bir yapıtı alırken çok beğendiğiniz fakat zaman içerisinde ona olan ilginizi kaybettiğiniz oldu mu?
Olmadı. Zaten satın aldığım tüm işleri asamıyorum. Uzun zaman görmediğim eserleri sakladığım yerde rastlayınca çok mutlu oluyorum. Eski bir arkadaşımı görmüş gibi ya da eskiden okuduğum bir kitabın sayfalarini çeviriyormuş gibi hissediyorum. Yıllar geçtikçe sahip olduğum eserleri tamamen farklı bir şekilde de yorumlayabiliyorum.

Bir eseri seçmeye karar vermenizde ne etkili oluyor? İçgüdüsel olarak mı yoksa tamamen zevkinize uygun olup olmamasına bakarak mı satın alıyorsunuz?
Öncelikle takip ettiğim, koleksiyonumda eserleri olan sanatçılar var. Genç sanatçılar söz konusu olduğunda nereden nereye gelmiş, ne yapmaya çalışıyor, ne mesaj vermek istiyor gibi konuları inceliyorum. Çalıştıkları galerilerden ve arkadaşlarımdan görüş alıyorum. Gelecek vadettiğine inandığım genç bir sanatçı olursa onun yapıtını mutlaka alıyorum.

Satın aldığınız yapıtları birer yatırım aracı olarak görüyor musunuz?
Sanatı hobi olarak görüyorum. Satın aldığım yapıtları, iş hayatımdan veya yatırım konularından kesinlikle uzak tutuyorum. Ama değeri olmayan bir eser almak da istemem.

Alımlarınızı yaparken özellikle tercih ettiğiniz galeriler var mı?
Galerist, Galeri Nev, Galeri Apel ve Pi Artworks sürekli alışveriş yaptığım galeriler.

İstanbul’da birçok genç ve yeni galeri açılıyor. Bunları ziyaret etme fırsatı buluyor musunuz?
Elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum. Bazılarını fuarlarda görüyorum. Bazı galeri sahipleri eserlerin görsellerini mail yoluyla bana ulaştırıyorlar. Bu şekilde seçim yapmam da kolaylaşıyor.

Genç Türk sanatçılar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Takip ettiğim genç sanatçılar var. Güncel sanat çevresinin gün geçtikçe daha da hareketlendiğini düşünüyorum.

Ödediğiniz meblağa değecek işler satın alıp almadığınızdan nasıl emin oluyorsunuz?
Öncelikle bende bir his uyandırmayan hiçbir işi satın almıyorum. Güncel sanat piyasası Türkiye’de yeni yeni gelişiyor. Sözünü ettiğim ufak bir sanat marketi var. Güzel işleri kendimce uygun fiyatlara satın almaya çalışıyorum.

Mihda Koray
Sanat galerileri hakkında tüm bildiklerinizi unutun. Müzikle sanatın kucaklaştığı bir mekan olan URA’ya buyrun. Kurucusu ve yöneticisi Mihda Koray’dan sanat dünyasına tazelik getiren URA’nın hikayesini dinliyoruz.

Uzun yıllar Londra’da yaşadıktan sonra İstanbul’a geldiniz. URA’yı kurma fikri nasıl ortaya çıktı?
İstanbul’a birkaç haftalık tatil için gelmişken 3 ay kaldım. Buraya ilk geldiğimde Güzel Sanatlar’dan yeni mezun olmuştum ve ne yapacağım konusunda pek de bir fikrim yoktu açıkçası. Bu kadar enerjik ve hareketli bir şehirde alternatif konserlerin yapılmadığını gördüm. Mısır Apartmanı’ndaki bu dairenin önce küçük bir konser mekanı olmasını düşünmüştüm. Konser için buraya davet ettiklerimin yanında bir grup sanatçı da vardı. Böylece, konsere paralel bir sergi de gerçekleştirilmesine karar verdik. Açılışımız bienalle aynı zamana rastlayınca URA bir proje mekanı olarak ortaya çıktı.

URA neler vadediyor gelenlere?
URA, insanların gözünün önünde büyüyüp gelişen bir mekan oldu. Aslında henüz çok genciz. Burası açılalı bir yıl oldu. Sergiler düzenledikçe URA’yı fiziksel olarak değiştirip daha galeri havasına soktuk. Artık buranın işlevinin de tam bir galeri gibi olmasını istiyorum. Bundan böyle senede dört sergi yapmayı hedefliyoruz. Buranın bir parti mekanı olarak görülmesinden hoşlanmıyorum. Benim derdim bilgi dağıtmakla. Bunu çıkardığımız dergiyle, düzenlediğimiz sergi ve konserlerle yapıyoruz. İnsanlara biraz da hiçbir şeyin keskin sınırları olmadığını göstermeyi hedefliyorum. Birkaç disiplinin bir araya gelmesi fikrini seviyorum.

Mısır Apartmanı’nda Galerist ve Galeri Nev gibi köklü galerilere komşusunuz. Bu galerilerin yanında URA’yı nasıl konumlandırıyorsunuz?
URA’nın Mısır Apartmanı’nda olması sadece bir tesadüf aslında. Yani, burayı çok ‘in’ bir lokasyon olduğu için seçmedik. Burayı ‘indie’ bir mekan haline getirmek gibi bir derdimiz de yok. Zaten ‘indie’ kelimesinden de hiç hoşlanmıyorum. URA, yeni ve heyecan verici işlerin sergilendiği bir sanat ve müzik alanı.

URA sayesinde Londra’yla İstanbul arasında bir köprü oluşturdunuz bir anlamda. Londra’dan bakıldığında buradaki sanat çevresi nasıl görünüyor?
Burada sanat adına güzel gelişmeler oluyor. Ama bunda İstanbul’un 2010 Kültür Başkenti olması hikayesinin etkili olduğunu düşünüyorum. Sırf bunun için biraz şişiriliyor bir takım şeyler. Tabi ki etrafta daha çok sanatçının olması ve sanat mekanlarının açılması çok güzel. Ama İstanbul’un da Berlin’e yapıldığı gibi ‘yükselen cool şehir’ ilan edilmesine karşıyım.

URA’da sergilenen işleri neye göre seçiyorsunuz?

İşin sanat kısmı şimdiye kadar biraz içgüdüsel olarak ilerliyordu. Ama buraya öğrenci galerilerini, Londra’nın kıyıda köşede kalmış sanatçılarını getirdiğim sanılmasın. Şu an Hats Plus’ın ‘Either Or’ sergisi yer alıyor. Bu yapıtlar, Londra’da eski bir şapka dükkanında sergilendiğinde mekan, Charles Saatchi, Jay Jopling gibi isimler tarafından bile ziyaret edildi.

Londra’dan buraya gelen sanatçılar nasıl bir tecrübe yaşıyorlar?
Orada sanatın kendisi ve insanların sanata bakışı, sürekli değişen olgular. Londralılar bir takım şeylerden sıkılmış oldukları için sürekli yeni arayışlar içindeler. İstanbul’a gelmek insanları heyecanlandırıyor. Burada farklı bir enerji olduğunun farkındalar. Bir yandan da bizim çalışma tarzımızı seviyorlar. Hem çok profesyonel hem de çok rahat olduğumuzu söylüyorlar.

URA’ya daha çok kimler geliyor?
Daha çok gençlerin ilgilendiği bir mekanız. Sanat çevresinden insanlar pek uğramıyor buraya. Sanırım bizi ‘ciddiyetsiz’ buluyorlar.

İstanbul’la aranız nasıl? Seviyor musunuz bu şehirde yaşamayı?
Çok seviyorum. Arkadaşlarımla akşam yemeklerine gitmekten hoşlanıyorum. Favorim Karaköy Balıkçısı. Geceleri de nerede beğendiğim bir konser varsa oraya gidiyorum.

Time Out Aralık '08