Kurulduğu 2010 yılından bu yana aktif bir Instagram kullanıcısıyım. Sayısız görselle birlikte deneyimlerimi seyirlik bir malzeme haline getirip tükettiğimi ve kendime yabancılaştığımı fark ettiğim için detoks yapmaya karar verdim. Teşhir fetişizminin çaresi detoks olabilir mi?
Anı kıskıvrak yakalıyorum, donduruyorum, filtreliyorum ve her gün ortalama
70 milyondan fazla fotoğrafın paylaşıldığı uçsuz bucaksız görsel okyanusu
Instagram’a yüklüyorum. Ardından ‘like’ların çetelesini tutmaya başlıyorum. Burada
günde 2 buçuk milyar ‘like’ söz konusu ama olsun, her ‘like’ takdir görmek ve
onaylanmak anlamına geliyor. İki boyutlu, ambalajlı kimliğimi cilalıyorum. Bir
yandan takip ettiğim kişilerin hayatlarını dikizliyorum. Birinin yeni açılan bir
mekanda fotoğrafı mı var? “Hemen gitmeli ve oranın fotoğrafını çekip
Instagram’da paylaşmalıyım” diyorum. Böylece küçük Instagram klanlarından
birinin mensubu olduğumu gösteriyor ve aidiyet duygumu doyuruyorum. Neredeyse
saat başı telefonumu elime alıp Instagram’ı kontrol ediyorum. Kaçırdığım bir
şey olmamalı! Tüm bunları yaparken benliğimden öylesine uzaklaşıyorum ki
Instagram girdabının içinde kaybolup gidiyorum. Ne kendimi, ne de baktığım
görselleri görebiliyorum. Tam anlamıyla bir körleşme yaşıyorum. Bilgi
Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Aslı Tunç, “Instagram gibi sanal ortamlarda gerçek hayatta itici
olabilecek kendini övme, kendine hayranlık, başkalarını hor görme gibi tavırlar
oyunun kuralı haline gelebiliyor” diyor. “Burası alçakgönüllü olmanın bir
“kaybeden” davranışı olarak görüldüğü bir dünya. Yapay ve içi boş bir özgüven
içinde her daim âdeta “Bana
bak, bana bak” diye yalvaran ve “like” almak için olmadık şeyler yapan Instagram
kullanıcıları. İşte size Instagram’ın kısa özeti.”
Instagram’ın altın çağı
2012’de Facebook tarafından 1 milyar dolara satın alındığında Instagram’ın
kullanıcı sayısı 30 milyondu. Bugün dünyada 300 milyondan fazla kişi Instagram
kullanıyor. Instagram, 288 milyon kullanıcısı bulunan Twitter’ı sollamış
durumda. Rakamlardaki bu inanılmaz artışta Facebook gibi bir devin etkisi
olduğu yadsınamaz. Ancak insanların filtreledikleri bir fotoğraf karesiyle ne
kadar mutlu, kusursuz, dertsiz ve tasasız olduklarını göstermek istemelerinin
altında yatan daha derin bir neden olmalı. Amerikalı düşünür Susan Sontag,
Fotoğraf Üzerine adlı yapıtında her şeyin fotoğrafını çekme ihtiyacının
sebeplerinden birinin tüketim mantığının kendi içinde bulunabileceğini öne
sürüyor. “Tüketmek demek yakıp yok etmek, hepsini bitirmek ve bu yüzden,
tazelenmeye gerek duymak demektir. Biz görüntüler üretip onları tükettikçe daha
da fazla görüntüye ihtiyaç duyarız – sonra daha da fazlasına. Gerçekliğin
doğrulanma ve tecrübe edilme ihtiyacının fotoğraflarla pekiştirilmesi, artık
herkesin alışkanlık edindiği bir estetik tüketimciliktir.” Yaşamın her alanında
tüketici olmak üzere koşullanmış günümüz insanı için Instagram, anlık ve tek
atımlık tüketim “fırsatı” yaratıyor.
Kalabalık yalnızlık
Instagram’a yüklenen her fotoğraf insanın bir kez daha kendine tutulmasını
sağlayarak narsisizmini besliyor. Takipçilerin huzurunda sahneye konan piyeste
ne kadar alkış, yani “like” alacağınıza bağlı olarak özgüveniniz ve kendinize
duyduğunuz hayranlık artıyor. Prof. Dr. Aslı Tunç, “Sosyal medyada tek umursadığımız ve ölesiye önemsediğimiz şey nasıl
göründüğümüz ve başkalarının bizim hakkımızda ne düşündüğü. Bıkıp usanmadan
görüntü paylaşıyor, kendi sanal kimliğimizi bir heykeltıraş gibi
biçimlendiriyoruz çünkü çirkin, başarısız ya da yalnız görünmekten müthiş
korkuyoruz” diyor.
Instagram’da idealleştirilmiş görüntüler ve
kimlikler kurgulanırken hakiki benlikler gözden kayboluyor. Gerçeklik algısı da
netliğini yitiriyor ve hayat “–mış gibi” yaşanmaya başlanıyor. Psikanalist Karen
Horney’in 1950’de yayınlanan Nevrozlar ve İnsan Gelişimi kitabından bir alıntı
bu durumu mükemmel şekilde özetliyor. “Ve dünya büzüldü, son sibernetik
devrimin yarattığı teknolojiyle her gün biraz daha gözler önüne serilen sonsuz
olasılıklarla birlikte küçüldü, küçüldü. Kendi küçük dünyasında, en temel
ihtiyaçlarından yoksun bırakılan, sevgisizliğe, nefrete itilen küçücük insan,
kendisi olmanın verdiği umutsuzlukla, orada, bir yerlerde onu bekleyen sonsuz
seçeneklerin varolduğu duygusuyla, olmadığı bir şey olmaya, “ideal” olmaya
karar verdi. Gündelik yaşamın ezici zorunluluklarından kurtulup, sonsuz güçlere
ulaşmak için Faust gibi şeytanla anlaşma yaptı. Benliğini sürgüne gönderdi.
Ruhunu sattı. Kendine yabancılaştı. Kendini, benliğini, doğallığını, özünü
kaybetti. Kendi yarattığı mekanik, robotsu dünyanın mekanik bir parçası oldu.” Horney
bu kitabı yazdığında ne akıllı telefonların, ne de Instagram’ın esamesi okunmuyordu
ama öngörülü düşünceleri bugüne ışık tutuyor. Tüm teknolojik cihazlarımızla
hangimiz mekanikleşmedik ki?
Çare detoksta
Bir süredir Instagram’a her gün sadece bir kez bakıyorum. Fotoğraf
paylaşımlarımda da ciddi bir düşüş var. İçinde bulunduğum anı gerçekten
yaşamakla, o anı bir fotoğraf karesine dönüştürmeye çalışmak arasında nasıl bir
fark olduğunu görmeye başladım. Kendimi ve insanları fotoğraflar üzerinden
seyretmek yerine doğrudan bakıyorum. Görüntüler daha net.