İşinin ehli
bir heykeltıraşın elinden çıkmışçasına zamana kafa tutan bir fizik. Modanın
statükosuna karşı başkaldıran, mücadeleci bir ruh. Naomi Campbell, siyah modellerin yadsındığı 80’lerde, moda dergilerini ve podyumları azmi ve
güzelliğiyle kuşattı. Teslimiyet halen sürüyor.
Yıl 1988. Vogue Paris, provokatif ve ayrıksı kimliğine
henüz kavuşmamış olacak ki, 23 yaşındaki Naomi Campbell’ı kapağa taşıyıp
taşımamakla ilgili tereddüt yaşıyor. Tasarımcı Yves Saint Laurent bir tehdit
savuruyor ve bunun gerçekleşmemesi durumunda dergiye vereceği tüm reklamları
durduracağını söylüyor. Böylece Campbell, derginin kapağına çıkma “şerefine
erişen” ilk siyah model oluyor. Bir yıl sonra, Vogue Amerika’nın en tantanalı
sayısında (meşhur Eylül sayısı) da yine bir ilk gerçekleşiyor. Modanın öznesi
olarak seçilen “ideal” modellerin arasında Campbell, dişli bir kısrak gibi
başkaldırmaya başlasa da mücadelesi hiç bitmiyor. Bugün dahi modada siyah
modeller eşit şekilde temsil edilene kadar emekliliğe niyeti olmadığını
söylüyor. Geçtiğimiz yıl, moda fotoğrafçısı Nick Knight’la yaptıkları bir söyleşide,
“Irkçılık kelimesini kullanmaktan hoşlanmıyorum bile. Bunu mülkiyetçilik olarak
adlandırıyorum. İnsanlar ideallerini değiştirip daha açık görüşlü olmak ve
güzel bir modeli ten rengine bakmaksızın seçmek istemiyorlar” dedi. Haksız
sayılmaz. Ünlü markaların 2016 ilkbahar-yaz kampanya çekimlerindeki mankenlerin
yüzde 78,2’si beyaz. Yani, sözde çeşitliliğe kucak açmış görünen moda sistemi,
uyguladığı çifte standarda sadık kalmayı sürdürüyor.
Erken
başlayan moda kariyeri
Jamaicalı dansçı bir annenin kızı olan Naomi Campbell
babasını hiç tanımadı. Londra’da, üzerinde üniformasıyla okul çıkışında
arkadaşlarıyla takılırken, bir modellik ajansı tarafından keşfedildiğinde 15
yaşındaydı. 16’sında çekimler için Paris’e gidip gelmeye başlamıştı bile. Bu
seyahatlerden birinde başından geçenleri kendi cümleleriyle anlatıyor: “Bir
keresinde tüm param çalındı. Şehirde kimseyi tanımıyordum. Çekim esnasında tanıştığım
bir model, prova için bir tasarımcının atölyesine gidiyordu; beni de çağırdı.
Azzedine Alaia’yı böyle tanıdım. Elbette kim olduğuna dair en ufak bir fikrim
yoktu. Azzedine’e, Londra’dan yeni geldiğimi ve tüm paramı çaldırdığımı
anlattığımda bana evinde kalabileceğimi söyledi. Ertesi gün oraya taşındım.
Sanırım hayatımdaki baba figürünün eksikliğinden ötürü, saygı duyduğum ve
hayran olduğum erkeklerde babacan tavırlar arıyorum. Bu, ‘papa’ (baba) diye
çağırdığım Azzedine için de geçerli. O da bana ‘ma fille’ (kızım) diye
seslenir.” Bu alıntı, modelin hayatının ve kariyerinin tam anlamıyla bir
retrospektifi olan iki ciltlik, sınırlı sayıda basılan Naomi Campbell
kitabından.
Kitabın 496 sayfalık ilk cildinde, 80’lerden 2000’lere
kadar Campbell’ı fotoğraflamış olan Helmut Newton, Patrick Demarchelier, Steven
Meisel, Mario Testino, Peter Lindbergh, Richard Avedon ve Jean Paul Goude gibi
çok sayıda duayen fotoğrafçının ikonik kareleri yer alıyor. Otobiyografi
niteliğindeki ikinci ciltteyse, Londra’daki çocukluk günlerinden, Alaia ve
Gianni Versace’yle arasındaki yakın ilişkiye, 90’ların top model klanının bir
parçası olduğu zamanlardan, moda çekimlerinin arka planında yaşananlara kadar özel
hayatına dair detaylar yer alıyor.
Daima zirvede kalmak
Daima zirvede kalmak
Modellik kariyerinin bir miadı olduğu herkesçe bilenen
bir gerçek. Top modeller bile belirli bir yaştan sonra alternatif mesleklere
geçiş yapıyorlar. 45 yaşındaki Naomi Campbell bu konuda bir istisna. Kate
Moss’u da anmadan olmaz. Her ikisi de halen podyuma çıktıklarında birer ilahe
muamelesi görüyor. Campbell’ın fiziksel kusursuzluğa sahip olmasını bir kenara
koyarsak, en büyük başarılarından birinin, kariyerini zedeleyebilecek her türlü
talihsizliği lehine çevirebilme gücü olduğunu söyleyebiliriz. Söz gelimi,
1993’te Vivienne Westwood defilesinde 30 santimlik platform topuklularla yere
kapaklandığında moda tarihine bir çentik atmış oldu. Talihsizlik mi demiştik? Düşüşü
o kadar “başarılıydı” ki başka tasarımcılar da ün kazanmak için defilelerinde
bunu yapması konusunda Campbell’a yalvardılar.
Öfke patlamaları gazete sayfalarına taşındığında
itibarının yerle bir olduğu düşünüldü. 2007’de, hizmetçisine cep telefonu
fırlattığı için kamu hizmeti cezasına çarptırıldı. Basın onu tefe koymuşken ve
paparazziler cezasını çekmeye gittiği binanın etrafını abluka altına almışken
Campbell beklenmedik bir hamle yaptı. Orada, Steven Klein’ın kendisini fotoğraflamasına
izin verdi. W Magazine’ın Haziran 2007 sayısında The Naomi Diaries (Naomi
Günlükleri) başlığıyla çıkan çekime, ünlü modelin beş gün boyunca yerleri
temizleyerek hizmet verdiği zamanı anlattığı yazı eşlik etti. “Cezamı çekmeye
giderken giydiğim kıyafetlerle, içeri girdiğimde yapacaklarım arasında hiçbir
bağlantı yok. Ne yapmamı bekliyorlar? Pasaklı görünmemi mi? Hayatım boyunca
öyle görünmedim ki.” Kendisiyle yüzleştiği yazıda, erken yaşta başladığı
kariyerini, lunaparkta inişli çıkışlı giden bir hızlı trene benzetti. 23’ünde
uyuşturucu kullanmaya başladığını itiraf etti. “Kısa süre sonra, kötü bir
olaydan kaçmak ya da onunla baş etmek için uyuşturucuya başvurmaya başladım.
Alkol ve uyuşturucu bağımlılığım için ilk kez 1999’da tedavi gördüm.” Kanımca
yazının en vurucu itirafı, yüzeyin altında kendi içine ve derinine hiç
bakmadığını söylemesiydi. İçe dönmek hangi insan için kolay ki? Görüntülerin
hakimiyetindeki moda dünyasında, zirvedekilerden biri için biraz daha zor belki
de.
Son olarak, Campbell’a popüler kültürün penceresinden
bakarak, onu öfke kontrolü sağlayamayan kaprisli bir diva gibi görmek kolaycılığından
kaçmak için sözü, moda dünyasının en saygı uyandıran moda tasarımcılarından Azzedine
Alaia’ya bırakıyorum: “Naomi’yi ilk tanıdığınızda onun devamlı savunma halinde
olduğunu düşünebilirsiniz. Zorluğuyla nam salmış olsa da aslında hiç zor
değildir. Şefkate ve sevgiye ihtiyaç duyan çok kırılgan biridir. Kaprisli olmak
için haklı nedenleri var.”
*Vogue Türkiye Haziran 2016 sayısında yayınlandı.