Ekşilik, başkaldırı, birlik ve güç. Tatlılıksa itaat, uyum ve yok oluş. Bize
ekşilik yaraşır.
Yılmaz Erdoğan’ın son filmi Ekşi Elmalar’ın ilk sahnesinde, Reis karakteri aşı
tutmayan ağaçla “hesaplaşıyor”: “Değiştir bu huyunu diyorsun. Ekşi olma ahmak,
tatlı ol. Yeşil kalma, kıpkırmızı ol. Ağaçlar da tıpkı insanlar gibi, terbiye
edeceksin. Her insan işin başında ekşidir, kekredir. Eğitirsin, öğretirsin, bal
gibi tatlı olur.” Reis’in tedrisatından geçen üç kızı, babalarına karşı gelmek
şöyle dursun, gelenekler uyarınca saçının kınasını sürmekten, kıyafetlerini ve
ayakkabılarını giydirmeye kadar her türlü hizmeti görüyorlar. Uygunsuz bir
davranışta avuçlarının içinde Reis’in kemerinin sert darbesini hissediyorlar. Onun
tahakkümünde, hayatlarına dair her kararın onun iki dudağının arasından
çıkmasını bekleyerek yaşıyorlar. Film boyunca, Yılmaz Erdoğan’ın teyzelerinden
esinlenerek yarattığı bu üç kadın karakteri, onlar gibi yüzlercemizi,
binlercemizi düşündüm. Reis ve Reis gibilerin de filmin geçtiği 70’lerden beri
palazlana palazlana nasıl bugünlere geldiklerini... Kız çocuklarını
tecavüzcüleriyle evlendirmeyi yasalaştırmaya çalışan çürümüş zihniyetleri...
Karısı Ayda’yı henüz 14’ündeyken nikahlayanlardan Reis. Kadın kızlarına, istemeye
gelecekleri gün başına giren ağrıyı anlatırken “Hâlâ da devam ediyor” diyor. O yaşta “küçüğün rızası” olmuyor
işte! Ancak sessiz bir çığlık oluyor. Öyle bir çığlık ki, kuşaktan kuşağa her
kadının ruhunu ve bedenini tırmalayan. Hatta onları benzer kaderler yaşamaya
yazgılayan... Nitekim bugün Türkiye’de her üç doğumdan biri 18 yaş altında
gerçekleşiyor. KAMER’in Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da 23 ilde yaptığı bir
araştırmaya göre, bölgede yaşayan kadınların yüzde 51’i 18 yaşın altında evlendirilmiş.
Ayda’nın 14’ünde başlayan çilesi hiç bitmiyor. Evin büyük kızları evlenip
gidince Reis ev işlerini görmesi için bir kuma getirmeye niyetleniyor. Karısı
kabul etmeyeceğini söylediği için vazgeçiyor ama “Gene de getireceğim deseydim
ne söyleyecektin?” diye sormaktan geri durmuyor. Lütfedip getirmiyor o kumayı
yani. Otoritesinin verdiği güçle kurum kurum kurumlanıyor. En nihayetinde kızlarının
kiminle evlenip evlenemeyecekleri konusunda tek söz sahibi de o. Her mesele,
ama özellikle mülkiyetindeki kadınların meseleleri Reis’ten sorulur!
En büyük kız Türkan’ın sevdiğiyle evlenmesine izin çıkmayınca, bir köşede babasının
kendisine reva göreceği kaderi beklerken annesine döküyor derdini, “Çok uzak,
belki Şemdinli yakınlarında bir yere verecek beni biliyorum. En çok on haneli
bir köy, dağlar arasında hapis. Kışın 6 ay yollar kapanır sizi de göremem
artık. Bir sürü çocuk doğururum, onları büyütürüm, şişmanlarım. Zamanla kabuk
tutar yaralarım. Ara sıra da herkesten gizli bir köşe bulurum, sessizce
ağlarım.” Bir babanın kızını evlendirmesini anlatan “vermek” kelimesinde bir
duralım. Kadın bir eşya mıdır ki verilir? Aslında sadece bir hapisten çıkıp,
bir başkasına tıkılır. O yüzden de bir eşya kadar cansızlaşır. Nihayetinde
Türkan araya bir ağayı sokarak babasını ikna etmeyi başarır bu arada. Ne de
olsa her iktidarı dize getirecek bir başka iktidar mevcuttur.
Velhasıl, bu toprakların sert, muhafazakâr ve otoriter babaları tatlı elma gibi eşler ve evlatlar isterler. Aşı
tutmayan kadınlarsa bu babalara boyun eğmezler.