Kemerlerinizi bağlayıp koltuklarınızı dik duruma getirin. Sizleri 1950’lerden günümüze mutluluk tasvirlerinin gösterdiği değişime tanık olacağınız bir yolculuğa çıkarıyoruz. Yolculuk boyunca her dönemde mutluluğa atfedilen anlamların nasıl şekilden şekle girdiğini görme şansına sahip olacaksınız.
Seda Yılmaz
İki ölçek sağlık, bir kaşık para ve üç avuç dolusu aşk karıştırılarak elde edilebilir mi mutluluk? Bu kıvamı tutturanlar bir ömür boyu mutlu yaşayabilirler mi? Tarifinin göreceliliğinden dolayı her insanın mutluluk tanımı farklı olagelmiştir. Sosyal, ekonomik ve kültürel koşullar da insanların her dönem mutluluğu tarif etme şekillerini etkilemiştir. Şimdi her dönemden bir tutam mutluluk tarifi alarak mutluluğun resmini çiziyoruz.
1950’ler
50’lerle birlikte II. Dünya Savaşı boyunca sıkılan kemerleri gevşetme zamanı gelmiş oldu. Savaşın yarattığı ümitsizlik ve mutsuzluk bulutları dağılmalıydı. İnsanların, savaşın üzerlerinde bıraktığı depresif ve karamsar ruh halinin izlerini silmeleri tüketimle tanışmalarıyla gerçekleşti. Mutluluğun sırrı tüketmek, tüketmek ve daha çok tüketmekte gizliydi. İngiltere başbakanı Harold Macmillen hiç bu kadar iyi bir dönem yaşamadıklarını söylüyordu. Kısıtlamalarla geçen savaş yıllarının ardından bollukla tanışmanın tam sırasıydı. Henry Ford’un, seri üretimle yarattığı Ford marka arabalar, seri üretimin can dostu seri tüketimin ufukta göründüğünün habercisi oldu. Buzdolabı, elektrikli süpürge ve televizyon gibi bilumum aletin seri şekilde üretilmeye başlaması Ford’un dahiyane icadı montaj bandı sayesinde gerçekleşti. Oyuncak bebekleri andıran ve yüzlerine yapışmış olan gülümsemeleriyle daima mutluymuş gibi görünen ev kadınları, banliyölerdeki müstakil evlerinde evcilik oynar gibi hayatlar sürüyorlardı. Kadınlar için mutluluk demek, kocaları ve çocuklarını mutlu etmek demekti. Oynadıkları mutluluk oyunundan bunaldıklarında ‘annelerin minik yardımcısı’ olan Valium adlı antidepresandan yutmaları yeterliydi. Evcilik oyunlarının sahnelendiği evlerde yaşayanları hipnotize etmek televizyonun göreviydi. Amerika’da 50’lerin başında 3,1 milyon olan televizyon satışları beş yıl içinde 32 milyona ulaştı. Televizyonun yarattığı konformist toplulukların antidotu 50’lerin sonunda ortaya çıkan Beat jenerasyonu oldu. Varoluşsal sorular soran avangart Beat’lerin ve asi rock’n’roll gençliğinin mutluluk tanımlamaları ailelerininkinden çok farklıydı. ‘Gençlik depremi’nin gerçekleşmesi kaçınılmazdı.
1960’lar
Gençler, dünyanın merkezinde yer almaya başladıkları için 60’larda önemli olan onların mutluluğu ne şekilde tanımladıklarıydı. Londra’da, mini eteği icad eden Mary Quant ve androjen görünümlü model Twiggy’nin öncülüğünde başlayan gençlik sarsıntısının etkileri Atlantik’in diğer kıyısına ulaşmakta gecikmedi. Pop art sanat akımının haşarı çocuğu Andy Warhol ve stüdyosu Factory’nin sıra dışı müdavimleri Amerikan gençliğinin sesi oldular. Dönemin Vogue dergisi editörü Diana Vreeland, Londra’da başlayan bu sarsıcı hareketi ‘youthquake’ olarak adlandırdı. 50’li yılların tutuculuğu yerini özgürlüğe bırakmaya başlamıştı. Bunun için de seksten modaya birçok alanda büyük devrimler gerçekleşmesi şaşırtıcı değildi. Gençlerin mutluluk kaynakları, müzik, uyuşturucu, seks ve modaydı. Beatles üyelerinden John Lennon’ın, grubun İsa’dan bile daha popüler olduğunu söylemesi, ‘Beatlemania’nın tüm dünyayı sardığının göstergesiydi. Doğum kontrol hapı, tüm kadınların yüzünü güldürerek sekste özgürlük döneminin miladı oldu. 50’lerde kadınların eldiven ve şapka takmadan sokağa çıkmaları tahayyül edilemezken 60’larda sokaklar mini etekli kadınlarla doluydu. Mutluluk, kadınların diledikleri gibi özgürce hareket etmelerinden başka ne olabilirdi ki? 60’ların sonuna doğru San Francisco’da ortaya çıkan aşk ve özgürlük çocukları hippiler, Vietnam Savaşı’na, orta sınıf değerlerine ve toplu tüketime karşıydı. Onların mutluluk anlayışına göre, herkesin maddi nimetlerinden arınarak Uzakdoğu’nun mistik öğretileri doğrultusunda yaşaması gerekiyordu. İlerleyen yıllarda materyalizme verilen önemin katlanarak artacağından habersizdi hippiler.
1970’ler
‘Ben’ dönemi olarak adlandırılan 70’lerde mutluluğa giden yol, bireylerin salt kendilerini düşünmelerinden geçiyordu. Bu dönemde, kişisel mutluluk her şeyden önce geldi. Bunda 1973 yılında yaşanan uluslararası petrol krizinin büyük etkisi vardı. Dünyanın Büyük Buhran’dan bu yana tanık olduğu en büyük ekonomik darboğaz, 50’li ve 60’lı yılların iyimser bakış açısını bir anda yerle bir etti. Sefahat ve refah yıllarının ardından yoklukla tanışanların yeni uğraşları can sıkıntısı oldu. Çalışacak bir iş bulamadıkları için hayatlarını sıkılmanın ve eğlenmenin üzerine kurmaya başladılar. Hiçliği savunan ve sisteme karşı duruşlarını sergilerken olaylar çıkaran punkçı gençler clublarda eğlenirken, hedonizm düşkünleri, Mick ve Bianca Jagger, Elton John, Liza Mineli, Andy Warhol, Halston ve Truman Capote’nin müdavimi oldukları New York’un ünlü diskosu Studio 54’un yolunu tuttular. Disko, tüm dünyada müzikten çok daha fazlasını ifade eder hale geldi. Zevk-ü sefanın simgesi olan bir hayat tarzını temsil etmeye başladı. 70’lerde bir yandan bireysellik önem kazanırken diğer taraftan kadınların ve eşcinsellerin hakları gibi konularda duyarlılık arttı. Erkek egemen toplumlarda bir kenara itilen kadınlar ve eşcinsellerin mutlulukları da son derece önemliydi.
1980’ler
Amerikan başkanı Ronald Reagan, İngiltere’nin ‘Demir Lady’si Margeret Thatcher’la el ele vererek mutluluk için bir formül yarattı. Bu formül, toplumların tüketim ve popüler kültürle uyuşturulmalarını öngörüyordu. Turgut Özal, kapitalizmin babalarının izinden yürüyerek serbest piyasa ekonomisine geçiş sayesinde Türkiye’yi daha önce hiç görmediği bir bollukla tanıştırdı. Mutluluk için tek bir şeye ihtiyaç vardı o da para, para, para. Ne kadar çok paranız olursa lüks ve gösterişçi tüketim toplumunun bir parçası olmanız o kadar kolay hale gelirdi. Amerika ve İngiltere’de ‘yuppies’ olarak adlandırılan genç şehirli profesyoneller, statülerini görünür kılan tüm lüks tüketim ürünlerine minnettardılar. Onlar için lüks olan her şey mutluluk kaynağıydı. Yuppie ‘klan’ı mensupları, hem giyim tarzlarıyla hem de dış görünümleriyle ‘halk’tan farklılıklarını ortaya koymalıydılar. Bu yüzden spor salonları, onların fit ve kaslı vücutlara kavuştukları ibadethaneleri haline geldi. Yuppie’ler kadar çok para kazanma ayrıcalığına sahip olmayan ‘sıradan’ gençlerin mutluluk haritasında 1981 yılında kurulan ilk müzik kanalı MTV, Commodore 64, lambada, break dance ve walkman yer aldı. 80’lerin aerobik kraliçesi Jane Fonda, “15 saatlik çalışmanın ardından eve gitmek yerine birkaç saat bale yaparak hem rahatlıyorum hem de kendimi mutlu hissediyorum. Bu mutluluğu da düzenli spor yaptığım için vücudumun salgıladığı endorfin hormonuna borçluyum” dediğinde spor, kadınların yeni mutluluk kaynağı haline geldi.
1990’lar
Teknolojik gelişmeler ve küreselleşmeyle birlikte dünyanın küçük bir köye dönüştüğü bu döneme, X jenerasyonu damgasını vurdu. 1965-77 yılları arasında doğanlardan oluşan bu kayıp kuşak, 90’lar boyunca mutluluk arayışı içindeydi. 16 Temmuz 1990 tarihli Time dergisi X jenerasyonundan, “Karar vermekte zorluk çekerler. Kariyer basamaklarını tırmanmaktansa Himalayalara tırmanmayı tercih ederler. Birkaç kahramana sahip olmanın dışında milli marşları ve kendilerine ait bir stilleri yok. Eğlenceyi arzuluyorlar ama dikkat süreleri televizyonun kumandasına bağlı olan zaplama süresi kadar kısa. Boşanmaktan ödleri koptuğu için evliliği erteliyorlar” diye bahsetti. İnternet kullanımın yaygınlaşmasıyla bu jenerasyon, mutluluğu sanal dünyada aramaya başladı. İzole bir yaşam sürerken hayatın anlamını bulmaya çalıştılar. Nirvana grubunun solisti Kurt Cobain, bu öfkeli gençliğin simgesi haline geldi. 1987 yılında piyasaya sürülen Prozac adlı antidepresan, 90’larda yapay mutluluğun yaratıcısı oldu. Tüm dünyada 38 milyondan fazla insan bu kerameti kendinde gizli ilaçla mutluluğu yakalamaya çalıştı. Popüler kültür de bir nevi Prozac gibiydi. İnsanları uyuşturarak mutluluk dağıtmak eğlence dünyasının iş oldu. Bu dünyanın ayrılmaz bir parçası olan ünlüler ve onların hayatları sıradan insanları mutlu etmek için yeterliydi. İnsanların tek istedikleri özendikleri hayat tarzlarına medya sayesinde daha yakın olmaktı. 90’ların sonuna doğru medya ve teknoloji daha da güçlenerek mutluluk dağıtan postacılara dönüştüler.
2000’ler
Milenyuma girmeden önce dört bir yanımız 2000’lerle ilgili kehanetlerle sarıldı. Korkulanların hiçbiri gerçekleşmese de içinde bulunduğumuz dönemde 11 Eylül 2001 tarihi dönüm noktası oldu. El Kaide’nin New York’un kalbi İkiz Kulelere yaptığı terörist saldırıyla birlikte yeni yüzyıla dair mutluluk umutları yıkıldı. Özellikle bu tarihten sonra insanlar kişisel gelişimle mutluluğun yakalanacağını düşünmeye başladılar. Reiki, meditasyon ve yogaya olan ilgi arttı. Kabala ve Scientology gibi alternatif spiritüel öğretiler önem kazandı. ‘Celebrity’ kültürü büyük bir canavara dönüştü ve ‘hiç kimse’ olarak adlandırabileceğimiz sıradan insanlar bile ünlü olmanın peşinde koşmaya başladı. Ünlü, ünsüz herkesin hayatına dair bir şeyler öğrenme açlığı dünyanın dört bir yanında yayınlanan ‘Big Brother’ yarışmalarıyla bastırıldı. Mutluluk buydu işte! Tek kullanımlık yıldızlar üreterek onları bir anda tüketivermek. Tüketimin hızına yetişilemez oldu. Hızlı tüketim, anlık mutluluklar için bire bir hale geldi. Teknoloji de tüketim kadar hızlı hareket eder oldu. Bizler, internet konusunda gelebileceğimiz son noktadayız diye düşünürken Bill Gates, 2000 yılında yaptığı açıklamada henüz internet çağının başlangıcında olduğumuzu söyledi. Gates’e göre ilerleyen yıllarda internet etkisini daha yoğun bir şekilde kendini göstermeye başlayacaktı. İlerde mutluluğu nerede arayacağımızı tahmin etmek güç. Tek dileğimiz, daha az popüler kültür bağımlılığı, daha az tüketim çılgınlığı ve daha az gençlik ve güzellik obsesyonunun olduğu bir dünyada da mutlu olmayı başarabilen insanlar görmek.
İki ölçek sağlık, bir kaşık para ve üç avuç dolusu aşk karıştırılarak elde edilebilir mi mutluluk? Bu kıvamı tutturanlar bir ömür boyu mutlu yaşayabilirler mi? Tarifinin göreceliliğinden dolayı her insanın mutluluk tanımı farklı olagelmiştir. Sosyal, ekonomik ve kültürel koşullar da insanların her dönem mutluluğu tarif etme şekillerini etkilemiştir. Şimdi her dönemden bir tutam mutluluk tarifi alarak mutluluğun resmini çiziyoruz.
1950’ler
50’lerle birlikte II. Dünya Savaşı boyunca sıkılan kemerleri gevşetme zamanı gelmiş oldu. Savaşın yarattığı ümitsizlik ve mutsuzluk bulutları dağılmalıydı. İnsanların, savaşın üzerlerinde bıraktığı depresif ve karamsar ruh halinin izlerini silmeleri tüketimle tanışmalarıyla gerçekleşti. Mutluluğun sırrı tüketmek, tüketmek ve daha çok tüketmekte gizliydi. İngiltere başbakanı Harold Macmillen hiç bu kadar iyi bir dönem yaşamadıklarını söylüyordu. Kısıtlamalarla geçen savaş yıllarının ardından bollukla tanışmanın tam sırasıydı. Henry Ford’un, seri üretimle yarattığı Ford marka arabalar, seri üretimin can dostu seri tüketimin ufukta göründüğünün habercisi oldu. Buzdolabı, elektrikli süpürge ve televizyon gibi bilumum aletin seri şekilde üretilmeye başlaması Ford’un dahiyane icadı montaj bandı sayesinde gerçekleşti. Oyuncak bebekleri andıran ve yüzlerine yapışmış olan gülümsemeleriyle daima mutluymuş gibi görünen ev kadınları, banliyölerdeki müstakil evlerinde evcilik oynar gibi hayatlar sürüyorlardı. Kadınlar için mutluluk demek, kocaları ve çocuklarını mutlu etmek demekti. Oynadıkları mutluluk oyunundan bunaldıklarında ‘annelerin minik yardımcısı’ olan Valium adlı antidepresandan yutmaları yeterliydi. Evcilik oyunlarının sahnelendiği evlerde yaşayanları hipnotize etmek televizyonun göreviydi. Amerika’da 50’lerin başında 3,1 milyon olan televizyon satışları beş yıl içinde 32 milyona ulaştı. Televizyonun yarattığı konformist toplulukların antidotu 50’lerin sonunda ortaya çıkan Beat jenerasyonu oldu. Varoluşsal sorular soran avangart Beat’lerin ve asi rock’n’roll gençliğinin mutluluk tanımlamaları ailelerininkinden çok farklıydı. ‘Gençlik depremi’nin gerçekleşmesi kaçınılmazdı.
1960’lar
Gençler, dünyanın merkezinde yer almaya başladıkları için 60’larda önemli olan onların mutluluğu ne şekilde tanımladıklarıydı. Londra’da, mini eteği icad eden Mary Quant ve androjen görünümlü model Twiggy’nin öncülüğünde başlayan gençlik sarsıntısının etkileri Atlantik’in diğer kıyısına ulaşmakta gecikmedi. Pop art sanat akımının haşarı çocuğu Andy Warhol ve stüdyosu Factory’nin sıra dışı müdavimleri Amerikan gençliğinin sesi oldular. Dönemin Vogue dergisi editörü Diana Vreeland, Londra’da başlayan bu sarsıcı hareketi ‘youthquake’ olarak adlandırdı. 50’li yılların tutuculuğu yerini özgürlüğe bırakmaya başlamıştı. Bunun için de seksten modaya birçok alanda büyük devrimler gerçekleşmesi şaşırtıcı değildi. Gençlerin mutluluk kaynakları, müzik, uyuşturucu, seks ve modaydı. Beatles üyelerinden John Lennon’ın, grubun İsa’dan bile daha popüler olduğunu söylemesi, ‘Beatlemania’nın tüm dünyayı sardığının göstergesiydi. Doğum kontrol hapı, tüm kadınların yüzünü güldürerek sekste özgürlük döneminin miladı oldu. 50’lerde kadınların eldiven ve şapka takmadan sokağa çıkmaları tahayyül edilemezken 60’larda sokaklar mini etekli kadınlarla doluydu. Mutluluk, kadınların diledikleri gibi özgürce hareket etmelerinden başka ne olabilirdi ki? 60’ların sonuna doğru San Francisco’da ortaya çıkan aşk ve özgürlük çocukları hippiler, Vietnam Savaşı’na, orta sınıf değerlerine ve toplu tüketime karşıydı. Onların mutluluk anlayışına göre, herkesin maddi nimetlerinden arınarak Uzakdoğu’nun mistik öğretileri doğrultusunda yaşaması gerekiyordu. İlerleyen yıllarda materyalizme verilen önemin katlanarak artacağından habersizdi hippiler.
1970’ler
‘Ben’ dönemi olarak adlandırılan 70’lerde mutluluğa giden yol, bireylerin salt kendilerini düşünmelerinden geçiyordu. Bu dönemde, kişisel mutluluk her şeyden önce geldi. Bunda 1973 yılında yaşanan uluslararası petrol krizinin büyük etkisi vardı. Dünyanın Büyük Buhran’dan bu yana tanık olduğu en büyük ekonomik darboğaz, 50’li ve 60’lı yılların iyimser bakış açısını bir anda yerle bir etti. Sefahat ve refah yıllarının ardından yoklukla tanışanların yeni uğraşları can sıkıntısı oldu. Çalışacak bir iş bulamadıkları için hayatlarını sıkılmanın ve eğlenmenin üzerine kurmaya başladılar. Hiçliği savunan ve sisteme karşı duruşlarını sergilerken olaylar çıkaran punkçı gençler clublarda eğlenirken, hedonizm düşkünleri, Mick ve Bianca Jagger, Elton John, Liza Mineli, Andy Warhol, Halston ve Truman Capote’nin müdavimi oldukları New York’un ünlü diskosu Studio 54’un yolunu tuttular. Disko, tüm dünyada müzikten çok daha fazlasını ifade eder hale geldi. Zevk-ü sefanın simgesi olan bir hayat tarzını temsil etmeye başladı. 70’lerde bir yandan bireysellik önem kazanırken diğer taraftan kadınların ve eşcinsellerin hakları gibi konularda duyarlılık arttı. Erkek egemen toplumlarda bir kenara itilen kadınlar ve eşcinsellerin mutlulukları da son derece önemliydi.
1980’ler
Amerikan başkanı Ronald Reagan, İngiltere’nin ‘Demir Lady’si Margeret Thatcher’la el ele vererek mutluluk için bir formül yarattı. Bu formül, toplumların tüketim ve popüler kültürle uyuşturulmalarını öngörüyordu. Turgut Özal, kapitalizmin babalarının izinden yürüyerek serbest piyasa ekonomisine geçiş sayesinde Türkiye’yi daha önce hiç görmediği bir bollukla tanıştırdı. Mutluluk için tek bir şeye ihtiyaç vardı o da para, para, para. Ne kadar çok paranız olursa lüks ve gösterişçi tüketim toplumunun bir parçası olmanız o kadar kolay hale gelirdi. Amerika ve İngiltere’de ‘yuppies’ olarak adlandırılan genç şehirli profesyoneller, statülerini görünür kılan tüm lüks tüketim ürünlerine minnettardılar. Onlar için lüks olan her şey mutluluk kaynağıydı. Yuppie ‘klan’ı mensupları, hem giyim tarzlarıyla hem de dış görünümleriyle ‘halk’tan farklılıklarını ortaya koymalıydılar. Bu yüzden spor salonları, onların fit ve kaslı vücutlara kavuştukları ibadethaneleri haline geldi. Yuppie’ler kadar çok para kazanma ayrıcalığına sahip olmayan ‘sıradan’ gençlerin mutluluk haritasında 1981 yılında kurulan ilk müzik kanalı MTV, Commodore 64, lambada, break dance ve walkman yer aldı. 80’lerin aerobik kraliçesi Jane Fonda, “15 saatlik çalışmanın ardından eve gitmek yerine birkaç saat bale yaparak hem rahatlıyorum hem de kendimi mutlu hissediyorum. Bu mutluluğu da düzenli spor yaptığım için vücudumun salgıladığı endorfin hormonuna borçluyum” dediğinde spor, kadınların yeni mutluluk kaynağı haline geldi.
1990’lar
Teknolojik gelişmeler ve küreselleşmeyle birlikte dünyanın küçük bir köye dönüştüğü bu döneme, X jenerasyonu damgasını vurdu. 1965-77 yılları arasında doğanlardan oluşan bu kayıp kuşak, 90’lar boyunca mutluluk arayışı içindeydi. 16 Temmuz 1990 tarihli Time dergisi X jenerasyonundan, “Karar vermekte zorluk çekerler. Kariyer basamaklarını tırmanmaktansa Himalayalara tırmanmayı tercih ederler. Birkaç kahramana sahip olmanın dışında milli marşları ve kendilerine ait bir stilleri yok. Eğlenceyi arzuluyorlar ama dikkat süreleri televizyonun kumandasına bağlı olan zaplama süresi kadar kısa. Boşanmaktan ödleri koptuğu için evliliği erteliyorlar” diye bahsetti. İnternet kullanımın yaygınlaşmasıyla bu jenerasyon, mutluluğu sanal dünyada aramaya başladı. İzole bir yaşam sürerken hayatın anlamını bulmaya çalıştılar. Nirvana grubunun solisti Kurt Cobain, bu öfkeli gençliğin simgesi haline geldi. 1987 yılında piyasaya sürülen Prozac adlı antidepresan, 90’larda yapay mutluluğun yaratıcısı oldu. Tüm dünyada 38 milyondan fazla insan bu kerameti kendinde gizli ilaçla mutluluğu yakalamaya çalıştı. Popüler kültür de bir nevi Prozac gibiydi. İnsanları uyuşturarak mutluluk dağıtmak eğlence dünyasının iş oldu. Bu dünyanın ayrılmaz bir parçası olan ünlüler ve onların hayatları sıradan insanları mutlu etmek için yeterliydi. İnsanların tek istedikleri özendikleri hayat tarzlarına medya sayesinde daha yakın olmaktı. 90’ların sonuna doğru medya ve teknoloji daha da güçlenerek mutluluk dağıtan postacılara dönüştüler.
2000’ler
Milenyuma girmeden önce dört bir yanımız 2000’lerle ilgili kehanetlerle sarıldı. Korkulanların hiçbiri gerçekleşmese de içinde bulunduğumuz dönemde 11 Eylül 2001 tarihi dönüm noktası oldu. El Kaide’nin New York’un kalbi İkiz Kulelere yaptığı terörist saldırıyla birlikte yeni yüzyıla dair mutluluk umutları yıkıldı. Özellikle bu tarihten sonra insanlar kişisel gelişimle mutluluğun yakalanacağını düşünmeye başladılar. Reiki, meditasyon ve yogaya olan ilgi arttı. Kabala ve Scientology gibi alternatif spiritüel öğretiler önem kazandı. ‘Celebrity’ kültürü büyük bir canavara dönüştü ve ‘hiç kimse’ olarak adlandırabileceğimiz sıradan insanlar bile ünlü olmanın peşinde koşmaya başladı. Ünlü, ünsüz herkesin hayatına dair bir şeyler öğrenme açlığı dünyanın dört bir yanında yayınlanan ‘Big Brother’ yarışmalarıyla bastırıldı. Mutluluk buydu işte! Tek kullanımlık yıldızlar üreterek onları bir anda tüketivermek. Tüketimin hızına yetişilemez oldu. Hızlı tüketim, anlık mutluluklar için bire bir hale geldi. Teknoloji de tüketim kadar hızlı hareket eder oldu. Bizler, internet konusunda gelebileceğimiz son noktadayız diye düşünürken Bill Gates, 2000 yılında yaptığı açıklamada henüz internet çağının başlangıcında olduğumuzu söyledi. Gates’e göre ilerleyen yıllarda internet etkisini daha yoğun bir şekilde kendini göstermeye başlayacaktı. İlerde mutluluğu nerede arayacağımızı tahmin etmek güç. Tek dileğimiz, daha az popüler kültür bağımlılığı, daha az tüketim çılgınlığı ve daha az gençlik ve güzellik obsesyonunun olduğu bir dünyada da mutlu olmayı başarabilen insanlar görmek.
Mayadrom 07