Geçmişten
günümüze modayı şekillendiren 25 güçlü kadını seçtim. Modanın üzerinde meteor
etkisi yaratan kadınları takdimimdir.
Miuccia Prada,
günümüz modasının gideceği yönü en iyi tayin eden moda tasarımcılarından. Prada
ve Miu Miu için hazırladığı koleksiyonlarla daima modanın trend
belirliyicilerinden olmayı başarıyor. 1985’te, ‘sıradan’ bir naylon çantaya
üçgen Prada logosunu ekleyerek ‘it-bag’ fenomenini başlatanlar arasında yer
aldığından bu yana pek çok trendin fitilini ateşleyen o oldu. “Modada bir şeyi
gerçekleştirdiğin anda yeni bir şeyi düşünmeye başlaman gerekiyor. Belki de bu
biraz çılgınca. Artık her gün değişimi düşünüyorum” diyen Prada, değişim
yaratma mütehassısı.
“Givenchy’ye olan
bağımlılığım, Amerikalı kadınların psikiyatristlerine bağımlılığından farksız”
demişti Audrey Hepburn. İlk kez 1954 yapımı ‘Sabrina’ filmi için Hubert de
Givenchy’le birlikte çalışan yıldız, tasarımcının ilham perisi olmasının yanı
sıra dönemin moda ikonu haline geldi. Funny Face, Paris When It Sizzles ve
Breakfast at Tiffany’s filmleriyle moda gezegeni üzerindeki çekim gücünü daha
da artırdı. Kadınlar, filmlerdeki Hepburn’e olduğu kadar günlük hayatta balıkçı
yaka kazaklar, kapri pantolonlar ve babetlerle sade bir stil yaratan Hepburn’e
de hayranlık besliyorlar.
Mary Quant
60’ların
üniforması mini etek Londra’yı sallarken, şehrin içinden geçtiği bu dönem
‘Swinging London’ adı altında moda literatüre geçti. Dönemin optimizminin
simgesi, Kings Road’da açtığı butiği Bazaar’la modayı demokratikleştiren Mary
Quant oldu. Genel inanış Quant’ın mini eteğin mucidi olduğu yönünde olsa da o,
André Courreges’nin icad ettiği bu parçayı popüler hale getirdi. Göz alıcı
grafik desenler, kısacık etekler ve diz üstü çizmeler Quant sayesinde Londra
sokaklarını renklendirdi. Dönemin bir başka büyük icadı doğum kontrol hapıyla
özgürleşen kadınlar, mini etekleriyle özgürlüklerini meşrulaştırdılar.
Jane Birkin
Hermes’in en çok
arzulanan çanta modeline isim anneliği yapmış olmak, Jane Birkin’in moda
üzerindeki tesirini kanıtlıyor aslında. İngiliz aktris ve oyuncu, 60’lar ve
70’lerde bohem ve ‘tomboy’ stiliyle modaya ilham periliği yaptı. Bambi gibi
incecik ve kırılgan görüntüsünü tamamlayan minicik elbiselerle de jean
pantolonlarla da aynı oranda özgün oldu. Kadınlar, efor sarf etmeden şık
görünmek konusunda halen ondan çok şey öğreniyorlar.
Jacqueline
Kennedy
Yıl 1962.
Amerika’nın ‘first lady’si Jacqueline Kennedy’nin yıllık kıyafet harcaması 150
bin dolar. Kennedy’yi, tüm zamanların en stil sahibi Beyaz Saray leydisi yapan,
kıyafetleri için bu kadar çok para harcaması değildi tabii. O, doğuştan zarafet
ve şıklık bahşedilmiş şanslı bir kadındı. Kennedy’nin gardırobunu emanet ettiği
tasarımcıların başında Oleg Cassini geldi. Jackie O. tarzını yaratan abartıdan
uzak tasarımlar, modanın her döneminde etkisini gösterdi.
Modanın, seksi
tanrıça Brigitte Bardot’ya olan tutkusu hiçbir zaman tükenmiyor. Bardot modaya
yaklaşımıyla, 60’ların dertsiz ve tasasız yaşam tarzını en iyi ifade eden
yıldızlardan oldu. St. Tropez’de geçirdiği sefahat günlerinde bikininin
popülaritesini artırdı. Babeti sokaklara taşıdı. Seksi görünmekten asla
çekinmedi. Fransız yazar François Sagan onun için “Kendinden utanmıyor. İşte
bunun için skandallara sebep oluyor” yazmıştı.
Suzy Menkes
Suzy Menkes
isminin, modayla haşır neşir olan kolektif hafızalardaki karşılığı, Samurai
Suzy’dir. Menkes, International Herald Tribune’de moda yazarlığı yapmaya başladığı
1988 yılından bu yana kullandığı enteresan saç modeliyle bu lakaba sahip oldu.
Kalemiyle modaya yön veren bu müthiş otorite, gazetecelikle, Cambridge
Üniversitesi’nde moda ve İngiliz edebiyatı üzerine eğitim alırken tanıştı. Okul
gazetesi Varsity’nin ilk kadın yayın yönetmeni oldu. International Herald
Tribune’den önce 10 yıl süresince The Times’ın moda editörlüğünü üstlendi.
Menkes, her yıl erkek ve kadın koleksiyonlarının sergilendiği defilelerin yanı
sıra haute couture şovlarına da katılarak yüzlerce makale kaleme alıyor.
Paris’in daima modanın merkezi olarak kalacağına inanan Samurai Suzy,
modaevlerinin kendisine gönderdiği hediyeleri, American Hospital of Paris’e
bağışlıyor.
Birkaç sezondur
Céline markasının modada yarattığı gözle görülür etkiyi, 2001-2006 yılları
arasında Chloé markası gerçekleştirmişti. Her iki olayın ortak noktası, bu
markaların tasarımcılığını üstlenen Phoebe Philo adlı mucize. Önce, ‘babydoll’
elbiseler, bebe yakalı bluzlar, kloş eteklerle kadınlara ‘girlie’ estetiği
aşıladı Philo. Ardından kariyerinin zirvesindeyken Chloé’den ayrıldı.
Mazaretiyse günümüzün kariyer kadınlarından beklenmeyecek ölçüde naifti. Philo,
çocuğuyla daha çok vakit geçirmek istemişti. Neyse ki moda dünyasından ayrılığı
çok uzun sürmedi. Geri dönüşüyle birlikte bu kez Céline, modanın spot
ışıklarını üzerine çekti. Philo’nun ‘girlie’ kadınları, yerlerini ‘gerçek’
kadınlara bıraktılar.
Kate Moss
Moda fabrikası
her yıl yüzlerce model üretiyor ve nadiren de olsa bazı modeller ‘Yeni Kate
Moss’ adı altında lanse ediliyor. Halbuki, modelliğin ötesinde bir mertebede
yer alan Kate Moss’un bir varisi olmadığı apaçık ortada. Henüz 14 yaşındayken
keşfedilen Moss, 90’ların Twiggy’si oldu. Grunge estetiğiyle şekillenen bu
dönemde ‘heroin chic’ adlı aşırı zayıf imajın simgelerindendi. Yıllar, Moss’un
lehine işledi ve ünlü model tesirinden hiçbir şey kaybetmedi. 90’lardan bu yana
stiliyle sayısız trendin altına imzasını attı. Çabalamadan şık görünmenin
kuralları hep ondan öğrenildi. Müzik festivallerinde jean şort ve plastik
yağmur botla, Londra sokaklarında skinny jean ve babetle, partilerde vintage
elbiselerle ‘cool’ görünmenin mümkün olduğunu moda ahalisine dikte eden o oldu.
Bugün Kate Moss ismi bir marka haline geldi. Süpermodel, Topshop ve Longchamp gibi
farklı markalar için koleksiyonlar hazırlayarak, kendi tarzını yakalamaya
çalışanlara ‘a la Kate Moss’ parçalar yaratıyor.
Rei Kawakubo
Rei Kawakubo,
80’lerde Comme des Garçons markasıyla modaya dair bilinen her şeyi ters yüz
etmeye başladı. Modaya, yap-bozla uğraşan bir çocuğun heyecanıyla yaklaşan
tasarımcı, asimetrik kesimleri, kafa karıştırıcı kalıpları ve şaşırtıcı
kuplarıyla müthiş bir devrim yarattı. Onun avangard estetiği ve bitmek tükenmek
bilmeyen yaratıcı fikirleri halen modaya tazelik katmaya devam ediyor.
Günümüzde popülerleşen ‘pop-up mağazalar’, ilk kez onun yarattığı ‘gerilla
mağazacılık’ konseptiyle ortaya çıktı. Kawakubo 2004 yılında, kendisi gibi
avangard tasarımcıları ağırladığı Londra’daki The Dover Street Market adlı
konsept mağazasıyla mağazacılığa da yepyeni bir boyut kazandırdı. Modaya
entellektüelite katan bu gözüpek kadın, modanın sanat olmadığını savunuyor.
Vivienne Westwood
İngiliz modasının
büyükannesi, sıradışı fikirleri ve anarşist ruhuyla 70’lerden bu yana modaya
radikallik pompalıyor. Londra’da punk akımının gelişmesinde başrol oynayan
Westwood’un önceleri öğretmenlik yaptığına inanmak güç. 1965’te Malcolm
McLaren’le tanışmalarının ardından, ikili açtıkları butiklerle dönemin anarşist
gençliğine hitap eden kıyafet ve aksesuarlar sattılar. Westwood, 1981’de
‘Pirates’ adlı koleksiyonunu podyuma yolladığı andan itibaren modanın
konformizmine karşı duracağını göstermiş oldu. Başkaldırıyı seven tasarımcı,
koleksiyonlarına daima kostüm tarihçesinden öğeler ekliyor ve bunları beklenmedik
şekillerde yapıyor. Geleneksel İngiliz kumaşları tartan ve Harris tüvidi, 19.
yüzyıl giyim kodunun parçaları krinolin ve korse, Westwood’un kreasyonlarını
egzantrikleştirme görevini üstlenen öğelerden sadece bazıları. Moda arenasının
Westwood’a özgü kışkırtıcılığa her zaman ihtiyacı var.
Annie Leibovitz
Annie Leibovitz,
çektiği yüzlerce moda ve portre fotoğrafıyla modanın görsel lisanını
zenginleştiren bir fotoğrafçı. 70’li yıllarda Rolling Stones dergisi için her
deklanşöre basışı onu müthiş bir üne kavuşturdu. Ölümünden saatler önce John
Lennon’ı çırılçıplak bir şekilde Yoko Ono’ya sarılmışken fotoğraflayarak ismini
kült statüsüne taşıdı. Dergi için çalıştığı 10 yıl süresince tam 142 kapak
fotoğrafı çekti. 1983’te Vanity Fair dergisinin ekibine katıldı ve doygun
renklerdeki realist fotoğraflarıyla bu dergiyi de ihya etmeye başladı. 1991’de,
hamile Demi Moore’u çırılçıplak kapağa taşıması, Leibovitz ismini bir fenomene
dönüştürdü.
Patti Smith
Patti Smith,
kaleme aldığı ‘Çoluk Çocuk’ adlı kitabında, modayla ilişkisini şöyle tarif
eder: “Giyinme meselesine yaklaşımım, Yeni Akım Fransız filminde rol alan bir
figüranınkine benziyordu. Birkaç farklı görünümüm vardı, mesela Dehşet
Yolcuları’ndaki Yves Montand gibi kayık yaka çizgili bluz giyer ve boynuma
kırmızı fular takardım. Ayrıca, yeşil tayt ve kırmızı bale pabuçlarıyla Left
Bank Beat görünümüm vardı. Ya da Audrey Hepburn’ün Şahane Macera’daki halini
kendime uyarlardım; uzun siyah bir süveter, siyah tayt, beyaz çorap ve siyah
Capezio ayakkabılar. Hangi senaryo olursa olsun, hazırlanmak için ihtiyacım
olan süre, genellikle on dakikaydı.” Müzisyenliğinin ötesinde bir ozan olan
Smith, modaya karşı da entellektüel bir yaklaşım geliştirdi. Beş parasız
gezdiği yıllarda da, ünlü olduğunda da moda onun için önem teşkil etti.
Androjen stili ve rock’n’roll tavrı halen modaya etki etmeye devam ediyor.
Isabella Blow
İngiliz moda
editörü Isabella Blow bir modern zaman kaşifiydi. Bu gösterişli kaşif,
Alexander McQueen ve Philip Treacy gibi önemli isimleri keşfederek onlara tüm
desteğini verdi. Alexander McQueen’in mezuniyet defilesindeki parçaların
hepsini satın alarak tasarımcının önünü açtı. Moda, onun oyun parkıydı. Moda
haftalarında günde yedi kez kıyafet değiştirdiği bile olurdu. “Bazıları yemek
yapmayı sever, bazıları bahçeyle uğraşmayı. Benim malzemem kıyafetler” demişti.
Sevdiklerinin onu çağırdığı ismiyle ‘Issy’, 2007 yılında intihar ederek
hayatına son verdi.
Anna Piaggi
Moda
editörlüğünün duayenlerinden Anna Piaggi’nin giyim kodunun kilit kelimesi teatrallik.
70’ler boyunca Manolo Blahnik, Dolce&Gabbana ve Stephen Jones’un
kariyerlerini besleyen Piaggi, aynı zamanda Karl Lagerfeld’in de ilham perisi
oldu. Lagerfeld onun için, “Rol yapar gibi giyiniyor. O müthiş bir oyuncu ve
kendi oyununu yazan bir yazar” demişti. Modanın artan homojenliğine Piaggi’nin
cevabı her zaman orijinallik oldu. Tarihin farklı dönemlerine atıfta bulunan
kıyafetleri ustalıkla bir araya getirmesi ve akla hayale gelmeyecek renkleri
birlikte kullanması Piaggi’nin alamat-i farikaları. Kaleme aldığı moda yazıları
da en az kendisi kadar sıradışı olmalarıyla dikkati çekiyor. Piaggi’yi,
mutluluk halesine benzettiği envai çeşit şapkalarından birini takmamışken
görmek neredeyse imkansızdır.
Donna Karan
Bir kadının
gardırobu sadece yedi parçayla baştan yaratılabilir mi? Donna Karan, 1980’lerde
kadınlara bunun mümkün olduğunu ispatladı. Tasarım yaparken tek bir kadından
ziyade evrendeki tüm kadınları göz önünde bulundurduğunu söylemiş olan Karan,
daima, gerçek anlamda giyilebilir kıyafetler yaratmakla ilgilendi. Mucizevi
parça ‘body’le kadınların hayatlarını değiştirdi. Karan için hayatı
kolaylaştıran kreasyonlar üretmek halen önemini koruyor.
Susan Sontag
Susan Sontag, Amerika’nın dünyaya armağan ettiği en provokatif
entellektüellerden biri oldu. 1964’te ‘Notes on Camp’ adlı denemesiyle eşcinsel
estetiği ele aldı ve bunun üzerinden yüksek ve alçak kültür arasında sanıldığı
gibi bir uçurum olmadığını iddia etti. Zevkin ve estetiğin, yüksek kültürün
tekelinde bulunmadığını öne sürdü. 1977’de yayınlanan ‘On Photography’
kitabıyla, bu kez de fotoğrafın kalıcılığını ve gerçekliğini sorguladı. Popüler
kültür unsurlarını ele almaktan asla imtina etmedi. “Çok kötü olan aslında
iyidir” yazdığında zevk ve zevksizlikle ilgili doğru bilinenleri tümüyle altüst
etti. Sontag’ın öne sürdüğü tüm fikirler halen modanın da içinde bulunduğu
farklı disiplinleri etkilemeye devam ediyor. Son olarak, Louis Vouitton’un 2011
ilkbahar-yaz koleksiyonunun sunulduğu defilede oturma yerlerinde ‘Notes on
Camp’ten bir cümlenin bulunduğu kağıtlar yer aldı: “Bayağı zevkle sıkıntı
arasındaki ilişkiye fazla değer biçilmemeli.”
Diana Vreeland
Diana Vreeland,
1936 yılında Harper’s Bazaar dergisinde kadınlara vermek istediği altın
değerindeki moda öğütlerine tek bir sualle başladı: “Why Don’t You...” “Neden
bileğinize siyah bir tülden fiyonk yapmıyorsunuz?” veya “Neden yatak odanızdan
kütüphanenize özel bir merdiven yaptırıp her basamağını en sevdiğiniz şarkıyı
oluşturan notaların bulunduğu işlemeli bir halıyla kaplamıyorsunuz?” diye
sordu. Vreeland, bu yenilikçi sorularla, zamane kadınlarına ilham vererek
onların kalıplarının dışına çıkmalarını sağladı. 1963’te Vogue dergisinin yayın
yönetmeni olduğunda da sıradışı fikirlerinden hiçbir şey kaybetmedi. Ne yazık
ki modanın kaygan zemininde ayakata durmak kolay değildi. 1971’te, dergideki
işine son verildi. Yaratıcılığı durmak bilmeyen Vreeland 69 yaşında, New
York’taki The Costume Institute of The Metropolitan Museum of Art’ın danışmanı
oldu. Gelmiş geçmiş en etkileyici moda editörü, aforizmalarını moda tarihine
kazıdı: “Moda gelip geçici bir şey. Şıklık, doğuştan gelir. İyi giyinmekle
alakası yoktur. Şıklık, reddetmektir.”
Marlene Dietrich
Ernest
Hemingway’in “Sesiyle bile kırabilir kalbinizi. Ve sonra tek bir sözcükle
iyileştirebilir yaralarınızı” dediği güçlü bir personaydı Marlene Dietrich. Beyazperdenin gizemli ve görkemli ikonu,
androjen bir kimliğe bürünmesine rağmen sinema tarihinin seksapeli en yüksek
yıldızlarından oldu. Kabarelerde sahne aldığında silindir şapka takarak maskülen
görünmekten imtina etmedi. Pantolon-ceket takımlar, imajının bir parçasıydı.
1932 yılında ‘The Sign of The Cross’ filminin prömiyerine, kavalyeleri Maurice
Chevalier ve Gary Cooper gibi smokin takım giyerek katıldığında büyük bir
skandala sebep oldu. İmajı için giyindiğini her zaman vurguladı ve şöyle dedi:
“Kendim, toplum, moda veya erkekler için giyinmiyorum.”
Edith Head
Hollywood’un
altın çağını yaşadığı 40’lı ve 50’li yıllarda film stüdyolarının yıldızları,
aktrisler olduğu kadar onları giydiren kostüm tasarımcısı Edith Head’di. O, 44
sene boyunca Paramount Pictures’da Veronica Lake’den Grace Kelly’ye kadar pek
çok göz kamaştırıcı isim için film kostümleri tasarladı. Kadınların, modaya
dair izlenimlerini televizyon ve filmler vasıtasıyla edindiği yıllarda, Head
onların yol göstericisi oldu. 1967’de Universal Studios’ta baş tasarımcı olarak
görev yapmaya başladı. 35 adaylığı ve sekiz ödülüyle Oscar Ödülleri tarihinin
en çok şereflendirdiği kostüm tasarımcısı ve kadın ünvanına sahip oldu. Lassie
haricinde şımarmamış bir yıldızla karşılaşmamış olduğunu beyan etmesi sinema
tarihinin unutulmayan vecizelerindendir.
Elsa Schiaparelli
1930’larda sanat
arenası sürrealist akımla hareketlenirken Elsa Schiaparelli bu akımla kol kola
girdi. Sürrealizmin sanatta yaptığını o moda dünyasına uyarladı: Kadınlara,
beklenmedik ve şok edici tasarımlar sundu. Çekmece şeklinde cepler, ıstakoz ve
akrobat formlu düğmeler, ayakkabı görünümlü şapka... Bunlar, Schiaparelli’nin
dahiyane tasarımlarından sadece bazılarıydı. O, moda aracılığıyla sanatın
yanağına bir öpücük konduran yegane tasarımcılardan oldu. Ünlü sanatçılar
Salvador Dali, Jean Cocteau ve Christian Bérard’la birlikte çalıştı. Renklerle
arası daima iyi oldu. ‘Shocking pink’ adını verdiği cart pembeyi kullanmayı çok
sevdi. Otobiyografisi ‘Shocking Life’da, bir moda tasarımcısı olmasa, hokkabaz,
doktor, yazar, aşçı, zenginlerle düşüp kalkan bir fahişe veyahut bir rahibe
olabileceğini yazdı. İşte gerçek bir egzantrik!
Coco Chanel
Coco Chanel,
modanın gelmiş geçmiş en devrimci şahsiyeti. Onun devrimciliğinin emareleri,
hem döneminin en aykırı tasarım fikirlerini üretmesinde, hem de bu fikirlerin
yıllar boyu geçerliliğini korumasında gözlemlenebilir. En büyük başarısı, kendi
ihtiyaçlarından yola çıkarak kadınların gereksinimlerini keşfetmesi oldu.
1900’lerin başında kadınların, kuş tüyleri, tüller ve kuru çiçeklerden yapılma
abartılı şapkalar taktıklarını fark ettiğinde onlara süs püsten arınmış
şapkalar yaratarak tasarımcılığa adım attı. Şapka tasarlayarak başlayan
serüveninde ona eşlik eden büyülü kelimeden asla vazgeçmedi. Bu kelime,
“sadelik”ti. 1916’ya kadar sadece iç çamaşırlarında kullanılan jarseyi dış
giyime uyarladığında da, tüvit etek-ceket takımlar yarattığında da bu kelimeye
sıkı sıkıya bağlı kaldı. “Moda, şevkle ve makul bir şekilde ele alınmalı. Bir
elbise, ne bir tragedya, ne de bir yağlıboya tablodur. Kısa ömürlü ve albenili
bir kreasyondur; ebedi bir sanat eseri değil” diyecek kadar realist bir kadındı
o. Günümüz modası, modernizasyonunu bu realist kadına borçlu.
Jeanne Lanvin
20’li ve 30’lu
yıllarda modanın modernleşme süreci hız kazanmışken Jeanne Lanvin, geleneksel
ve romantik moda anlayışıyla varoldu. Lanvin markasının gelenekçi yaklaşımı,
logosunda da kendini gösterdi. Jeanne Lanvin’in kızına elbise giydirirken
resmedildiği logo, halen markanın resmi logosu olarak kullanılıyor. Jeanne
Lanvin’in en büyük ilham kaynaklarından olan kızı, tasarımcının anneler ve
kızları için koleksiyonlar hazırlamasında etkili oldu. Göğüs bölümü vücuda
oturan, etekleri kloş şekilde tasarlanan ‘robes de style’, Lanvin’in modaya
kazandırdığı en mühim icatlarındandı. Markasına, parfümden iç çamaşırına,
dekorasyon objelesinden erkek kıyafetine kadar pek çok farklı parçayı dahil
etmesi, yaratıcılığının yanında kıvrak zekalı bir iş kadını olduğunu kanıtladı.
Madame Grés
Efsanevi
fotoğrafçı Cecil Beaton’a göre Madame Grès, hiçbir Yunanlı’nın hayal
edemeyeceği Grek elbiseleri yarattı ve müşterilerini yürüyen heykellere
dönüştürdü. Onun bir heykeltraş olmak üzere eğitim aldığı göz önünde
bulundurulduğunda kadınları birer heykele dönüştürecek elbiseler tasarlamış
olması sürpriz değil. 1934’te Alix adıyla açtığı modaeviyle birlikte
tasarladığı drapeli ipek ve jarse elbiseler modada çığır açtı. II. Dünya
Savaşı’nın ardından markasına Madame Grès ismini verdi. Atölyesi, sekiz
odasında görev alan 180 çalışanıyla Paris’in en büyüklerinden biri oldu. Tam
bir işkolik olan Grès, kuaföre gitmek için bile vakit ayıramadığı için saçını
bir türbanla örtmeye başladı ve bu aksesuar onu tanımlayan bir parça haline
geldi. 1993 yılında beş parasız bir şekilde Fransa’nın güneyinde öldüğünde moda
arenasına, tasarım harikası drapeli elbiseler miras bıraktı.
Madeleine
Vionnet, Belle Epoque döneminin korse ve bir sürü gereksiz detayla kadın
vücudunu cendereye sokan elbiselerini reddeden bir tasarımcı oldu. Verev kesim
tekniğinin duayeni kabul edilen Vionnet’nin moda anlayışı, varolan kurallara
başkaldırıp kadın vücudunu özgürleştirmekten yanaydı. Bunun için de elbiselerin
kesimleriyle işinin ehli bir şekilde deneyler yapmaktan hiçbir zaman kaçınmadı.
Çizim yapmayan Vionnet, tahta bir oyuncak bebek kullanarak elbise modellerine
karar verirdi. Vücudun bir parçasıymış izlenimi veren akışkan elbiselerde,
verev kesimler ve drapelelerle mucizeler yaratmayı da bu sayede başardı. “Bir
ressamdan ziyade heykeltraşım. Renklerden çok formlara duyarlıyım” diyerek moda
tarihindeki ayrıcalıklı yerini aldı.
*ELLE Nisan 2011 sayısında yayınlanmıştır.
inanılmaz ilham verici bir yazı..ellerine sağlık!
ReplyDeleteCok guzel bir yazi..su gibi okunuyor
ReplyDelete