28/06/2016

Moda ve sanat yakın temasta



Moda sergileri müzelerin kapılarını büyük kitlelere açarken, moda-sanat ilişkisi yeniden sorgulanıyor. Bu bağlamda, biz de moda koleksiyonerliğini gündemimize taşıyoruz. Dünyanın en büyük haute couture koleksiyonlarından birinin sahibi BillyBoy’la bu “tuhaf” tutkusunu konuşuyoruz. Müzayedecilerden moda koleksiyonerliğinin inceliklerini dinliyoruz.

Tarih boyunca modayla sanatın birbirlerinden beslendikleri pek çok dönem olsa da moda, daima sanatın üvey kız kardeşi muamelesi gördü. Gelip geçici, kısa ömürlü ve entelektüel derinlikten yoksun olduğu düşünüldü. Moda, sanatın statüsünde görülmemesine rağmen moda tasarımcılarının yaratımlarının peşine düşen tutkulu koleksiyonerler her zaman var oldu. Peki, sayısı gittikçe artan moda sergileri, bu nadir rastlanan koleksiyonerlik türünü nasıl etkiliyor? The Museum of Modern Art’ın (MoMA), 2017’nin Aralık ayında Items: Is Fashion Modern? adlı sergiyle, 1944’ten bu yana ilk kez modayı çatısının altına taşımaya hazırlanması bize ne anlatıyor? 20. ve 21. yüzyılın mihenk taşı olan ikonik 99 giysi ve aksesuarın yer alacağı sergide, Levi’s 501 ve Casio saat gibi toplumsal hafızalarda karşılık bulan ‘eserler’ var. Bu serginin moda koleksiyonerliğine yansımasının nasıl olacağı merak konusu. Zira daha önce moda sergilerinin, tasarımcıların kreasyonlarını kıymetlendirdiği örneklerle karşılaştık. İngiliz tasarımcı Alexander McQueen’in, New York ve Londra’da gösterilen, toplamda 1 milyondan fazla ziyaretçi çeken Savage Beauty sergisinin tasarımcıya duyulan ilgiyi ve beraberinde moda koleksiyonerliği piyasasındaki fiyatını nasıl etkilediğini, İngiltere’nin moda alanındaki en saygın müzayede evi olan Kerry Taylor Auctions’ın kurucusu Taylor’dan duyalım: “Düzenlenen sergiler, tasarımların fiyatlarında ani artışlara yol açıyor. Savage Beauty sergisi 2011’de New York’ta gösterilirken, McQueen’in hazır giyim koleksiyonuna ait bir tasarım 65 bin pounda satıldı.” Sergiden bir yıl sonra, günümüzün en büyük haute couture alıcılarından Daphne Guinnes, kişisel gardırobundan parçaları Christie’s Müzayede Evi’nde yapılan bir mezatla satışa çıkardığında, McQueen’in 2008 sonbahar-kış koleksiyonundan bir elbise, 85.250 pound karşılığında Lady Gaga’nın oldu.  


İkonlaşan tasarımcılar ve tasarımlar
Konuyu güncel sergiler ve tasarımcılardan açmış olsak da moda koleksiyonerlerinin peşinde koştukları asıl tasarımlar, Christian Dior, Coco Chanel, Madeleine Vionnet, Cristobal Balenciaga ve Yves Saint Laurent gibi duayen tasarımcıların değer katan dokunuşuna sahip olanlar. Moda konusunda az çok fikri olanlar bile, Yves Saint Laurent’ın, sanatçı Mondrian’dan esinlenerek tasarladığı bir elbisenin ya da Coco Chanel’in 20’lerde yarattığı eskimeyen klasik, küçük siyah elbisenin moda tarihinde birer anıt gibi durduğunu bilirler. Moda koleksiyonerleri içinse bahsi geçen tasarımcıların elinden çıkma giysiler tam bir hazine. Geçtiğimiz yıl Sotheby’s Paris’in ilk kez gerçekleştirdiği haute couture müzayedesinde, 56.250 euro ile en yüksek fiyatı yakalayan, deve kuşu tüyleriyle bezeli, 1965 tarihli pembe Balenciaga elbise olmuştu. Every Dress Tells a Story: Couture from The Didier Ludot Collection adını taşıyan müzayedede, Paris’in ünlü moda koleksiyonerlerinden Didier Ludot’nun zengin koleksiyonundan 150 giysi ve aksesuar yer aldı. Coco Chanel’in Romy Schneider için tasarladığı işlemeli küçük siyah elbise, Windsor Düşesi’nin saykodelik 60’lar elbisesi, Yves Saint Laurent’ın elinden çıkma, ilham perisi Loulou de la Falaise’e ait şapka, Cristobal Balenciaga’nın en sadık müşterilerinden, stil ikonu Mona Bismarck’ın Balenciaga pelerini... Tamamı 966,259 euroya satılan parçalar, tahmin edilen fiyatlarını üçe katladı. 40 yıldır, Paris’te kendi adını taşıyan butiğinde müzelere yaraşır haute couture tasarımlarla kadınları giydiren Ludot, mezatın kataloğunda koleksiyonunu anlatıyor: “Moda antikacısı olmak bana muazzam bir tatmin duygusu yaşatıyor olsa da bunun bazı güçlükleri var. Sahip olduğum değerli giysileri saklamak için uygun yerler bulmaya çalışma güçlüğünü her zaman yaşıyorum. İşte bu arayışlarımdan birinde, müzayedede sunduğum giysiler, arkeolojik bir kazının kalıntılarıymışçasına katman katman gün ışığına çıktı.”

Modanın koleksiyonerler piyasasındaki yerini iyi okuyabilmek için bir giysinin, koleksiyoner parçası statüsü kazanmasında rol oynayan etmenleri göz önüne almak gerekiyor. Farklı alanlarda yılda 50’den fazla müzayede düzenleyen Chicago merkezli Leslie Hindman Auctioneers’ın lüks aksesuarlar ve couture departmanının yöneticisi Anne Forman anlatıyor: “Öncelikle, tasarımcının kim olduğu tasarımın değerini belirliyor. Giysi, önemli bir koleksiyonun parçasıysa ya da belirgin bir tasarım tekniğinin simgesiyse önem kazanıyor. Nadirat ve hasarsız olması da giysiyi koleksiyonerler için cazip kılıyor. Müzayedelerdeki çekiç fiyatlarınıysa talep belirliyor. Genellikle bir çok kişinin ilgilendiği ve fiyat teklif ettiği parçalar daha iyi performans sergiliyor. Ayrıca, güncel moda trendlerine uygunluğun fiyatlara etkisi oluyor. Tasarımcının yakın zamandaki ölümü veya retrospektif sergisiyse, ilginin ve fiyatların artmasına yol açıyor.”


Bir koleksiyonerin perspektifinden
Moda koleksiyoneri BillyBoy, 70’ler ve 80’lerde New York-Paris hattında ayrıksı ve cüretkâr tarzı, Elsa Schiaparelli tasarımlarına olan düşkünlüğü ve dönemin yaratıcılarının pek çoğuyla kurduğu dostluklarla, sanat ve moda çevrelerinin ilgisini mıknatıs gibi üzerine çekmiş bir isim. Bugün yaşadığı İsviçre’de, 10 binden fazla giysiden oluşan koleksiyonu için evinin bir katını ayırmış durumda. BillyBoy’un hayatının pusulasını tek bir yöne sabitleyen olay, 14 yaşında Paris’te bir bit pazarında Elsa Schiaparelli tasarımı bir şapka bulması olmuş. Eksantrik İtalyan tasarımcının kıyafetlerini neredeyse takıntılı bir şekilde toplayan koleksiyoner, dünyadaki en geniş Schiaparelli koleksiyonuna sahip. Ayrıca, Balenciaga, Vionnet, Lanvin, Grès, Pierre Cardin ve Courrèges gibi Fransa’nın köklü modaevlerinin tasarımları da muazzam koleksiyonuna dahil.

Telefon hattının diğer ucunda sorularımızı yanıtlayan BillBoy söze, koleksiyonerliğe ilk merak sardığı dönemden bahsederek başlıyor. “60’ların sonunda kıyafet koleksiyonerliği diye bir mefhum yoktu. Oldukça az insan haute couture koleksiyonerliğiyle ilgileniyordu. Dolayısıyla, bu alanın öncülerinden olduğumu söyleyebilirim. Kıyafet toplamak, büyüleyici olduğu kadar insanı yalnız hissettiren de bir uğraş. Yıllar yılı insanlar bu uğraşımı çok tuhaf karşıladı. Genç yaşta eski giysilerle ilgilenmeye başlamam ailemi endişelendirdiği için beni bir psikiyatriste bile yolladılar!” Billyboy, modanın gelip geçiciliğine inat, titizlikle, sabırla ve kararlılıkla uğraşına sahip çıkıyor. Bu uğraşı, ciddi anlamda büyük bir koleksiyona dönüştürmesinde maddi imkânların ne kadar etkili olduğunu sorduğumda, “İlk başladığımda insanlar paramı boşa harcadığımı düşünüyorlardı. Kıyafete para yatırmak son derece saçma görülüyordu. Üstelik o zamanlar her şeyi gerçekten çok ucuza alabiliyordum. Aslında konu maddi olanaklara sahip olmakla ilgili değildi; kıyafetlere karşı tutkum olmasaydım bu koleksiyonu oluşturamazdım” diye karşılık veriyor.

Satılacak olan her şey önceden belirlendiği ve bu da sürprizlere yer bırakmadığı için müzayedeler onu pek heyecanlandırmıyor. “Bir bit pazarında gezinirken ya da 90 yaşında bir hanımefendinin gardırobundaki kıyafetleri keşfederken coşkuya kapılıyorum. Koleksiyonumdaki çoğu parçayı ilk sahiplerinden satın aldım” diyor. Mesela, en değerli ve nadir parçaları arasında saydığı, desenlerini Cecil Beaton’ın çizdiği Schiaparelli tasarımı elbiseyi Windsor Düşesi bizzat kendisine vermiş. Yakın dostları Diana Vreeland, Yves Saint Laurent, Hubert de Givenchy, Marlene Dietrich, Pierre Cardin ve Erté de Billyboy’un kıyafet aldığı isimler arasında. Bugün artık koleksiyonundan parçaları giymiyor olsa da gençliğinde, özellikle Elsa Schiaparelli şapkalar, takılar ve ceketlerle androjen görünümünü vurguluyordu. 1995’te Brüksel, Palais des Beaux-Arts’ta düzenlenen Fashion and Art: 1960-1990 sergisinin açılışına Yves Saint Laurent’ın Mondrian elbiselerinden birini giyerek katıldığında herkesi şaşkına çevirdiğinden söz ediyor. “Sergi için kişisel koleksiyonumdan Vivienne Westwood, John Galliano ve Jean Paul Gaultier tasarımı parçaları ödünç vermiştim. Orijinalini bulamadıkları Mondrian elbisenin bir röprodüksiyonu sergileniyordu. Bense 1965’te podyuma çıkan o elbiseyle karşılarındaydım.” Daha önce bazı parçalar zarar gördüğü için artık koleksiyonundan giysi ve aksesuarları müzelere ödünç vermeye pek yanaşmıyor. Bir süre önce Floransa’da bulunan Ferragamo Müzesi’nden teklif almış. “Artık bir kıyafeti ödünç vermek için çok katı kurallarım var. Kıyafet taşınırken ben de onunla yolculuk etmeliyim. Kimse ona dokunmamalı ve mutlaka sigortalanmalı.”

İleride İsviçre’de bir müze açarak, moda tarihine çentik atmış ikonik parçalardan oluşan  koleksiyonunu herkesle paylaşmak istiyor Billboy. “Koleksiyonumdaki hiçbir parçaya yatırım gözüyle bakmıyorum. Her biri, onlara duyduğum derin sevginin bir ifadesi” diyerek sözlerini noktalıyor. Derin tutkusunu duyumsamamak mümkün değil.

*Art Unlimited Mayıs-Haziran 2016 sayısında yayınlandı.


SaveSave