Moda sergileri
müzelerin kapılarını büyük kitlelere açarken, moda-sanat ilişkisi yeniden
sorgulanıyor. Bu bağlamda, biz de moda koleksiyonerliğini gündemimize
taşıyoruz. Dünyanın en büyük haute couture koleksiyonlarından birinin sahibi
BillyBoy’la bu “tuhaf” tutkusunu konuşuyoruz. Müzayedecilerden moda
koleksiyonerliğinin inceliklerini dinliyoruz.
Tarih boyunca modayla sanatın birbirlerinden
beslendikleri pek çok dönem olsa da moda, daima sanatın üvey kız kardeşi
muamelesi gördü. Gelip geçici, kısa ömürlü ve entelektüel derinlikten yoksun
olduğu düşünüldü. Moda, sanatın statüsünde görülmemesine rağmen moda
tasarımcılarının yaratımlarının peşine düşen tutkulu koleksiyonerler her zaman var
oldu. Peki, sayısı gittikçe artan moda sergileri, bu nadir rastlanan
koleksiyonerlik türünü nasıl etkiliyor? The Museum of Modern Art’ın (MoMA),
2017’nin Aralık ayında Items: Is Fashion Modern? adlı sergiyle, 1944’ten bu
yana ilk kez modayı çatısının altına taşımaya hazırlanması bize ne anlatıyor? 20.
ve 21. yüzyılın mihenk taşı olan ikonik 99 giysi ve aksesuarın yer alacağı
sergide, Levi’s 501 ve Casio saat gibi toplumsal hafızalarda karşılık bulan
‘eserler’ var. Bu serginin moda koleksiyonerliğine yansımasının nasıl olacağı
merak konusu. Zira daha önce moda sergilerinin, tasarımcıların kreasyonlarını
kıymetlendirdiği örneklerle karşılaştık. İngiliz tasarımcı Alexander
McQueen’in, New York ve Londra’da gösterilen, toplamda 1 milyondan fazla
ziyaretçi çeken Savage Beauty sergisinin tasarımcıya duyulan ilgiyi ve beraberinde
moda koleksiyonerliği piyasasındaki fiyatını nasıl etkilediğini, İngiltere’nin
moda alanındaki en saygın müzayede evi olan Kerry Taylor Auctions’ın kurucusu Taylor’dan
duyalım: “Düzenlenen sergiler, tasarımların fiyatlarında ani artışlara yol
açıyor. Savage Beauty sergisi 2011’de New York’ta gösterilirken, McQueen’in
hazır giyim koleksiyonuna ait bir tasarım 65 bin pounda satıldı.” Sergiden bir
yıl sonra, günümüzün en büyük haute couture alıcılarından Daphne Guinnes,
kişisel gardırobundan parçaları Christie’s Müzayede Evi’nde yapılan bir mezatla
satışa çıkardığında, McQueen’in 2008 sonbahar-kış koleksiyonundan bir elbise,
85.250 pound karşılığında Lady Gaga’nın oldu.
İkonlaşan tasarımcılar ve tasarımlar
Konuyu güncel
sergiler ve tasarımcılardan açmış olsak da moda koleksiyonerlerinin peşinde
koştukları asıl tasarımlar, Christian Dior, Coco Chanel, Madeleine Vionnet, Cristobal
Balenciaga ve Yves Saint Laurent gibi duayen tasarımcıların değer katan dokunuşuna
sahip olanlar. Moda konusunda az çok fikri olanlar bile, Yves Saint Laurent’ın,
sanatçı Mondrian’dan esinlenerek tasarladığı bir elbisenin ya da Coco Chanel’in
20’lerde yarattığı eskimeyen klasik, küçük siyah elbisenin moda tarihinde birer
anıt gibi durduğunu bilirler. Moda koleksiyonerleri içinse bahsi geçen
tasarımcıların elinden çıkma giysiler tam bir hazine. Geçtiğimiz yıl Sotheby’s
Paris’in ilk kez gerçekleştirdiği haute couture müzayedesinde, 56.250
euro ile en yüksek
fiyatı yakalayan, deve kuşu tüyleriyle bezeli, 1965 tarihli pembe
Balenciaga elbise olmuştu. Every Dress Tells a Story: Couture from The Didier
Ludot Collection adını taşıyan müzayedede, Paris’in ünlü moda
koleksiyonerlerinden Didier Ludot’nun zengin koleksiyonundan 150 giysi ve
aksesuar yer aldı. Coco Chanel’in Romy Schneider için tasarladığı işlemeli
küçük siyah elbise, Windsor Düşesi’nin saykodelik 60’lar elbisesi, Yves Saint
Laurent’ın elinden çıkma, ilham perisi Loulou de la Falaise’e ait şapka,
Cristobal Balenciaga’nın en sadık müşterilerinden, stil ikonu Mona Bismarck’ın
Balenciaga pelerini... Tamamı 966,259 euroya satılan parçalar, tahmin edilen
fiyatlarını üçe katladı. 40 yıldır, Paris’te kendi adını taşıyan butiğinde müzelere
yaraşır haute couture tasarımlarla kadınları giydiren Ludot, mezatın kataloğunda
koleksiyonunu anlatıyor: “Moda antikacısı olmak bana muazzam bir tatmin duygusu
yaşatıyor olsa da bunun bazı güçlükleri var. Sahip olduğum değerli giysileri
saklamak için uygun yerler bulmaya çalışma güçlüğünü her zaman yaşıyorum. İşte
bu arayışlarımdan birinde, müzayedede sunduğum giysiler, arkeolojik bir kazının
kalıntılarıymışçasına katman katman gün ışığına çıktı.”
Modanın koleksiyonerler piyasasındaki yerini iyi
okuyabilmek için bir giysinin, koleksiyoner parçası statüsü kazanmasında rol
oynayan etmenleri göz önüne almak gerekiyor. Farklı alanlarda yılda 50’den
fazla müzayede düzenleyen Chicago merkezli Leslie Hindman Auctioneers’ın lüks
aksesuarlar ve couture departmanının yöneticisi Anne Forman anlatıyor: “Öncelikle,
tasarımcının kim olduğu tasarımın değerini belirliyor. Giysi, önemli bir
koleksiyonun parçasıysa ya da belirgin bir tasarım tekniğinin simgesiyse önem
kazanıyor. Nadirat ve hasarsız olması da giysiyi koleksiyonerler için cazip
kılıyor. Müzayedelerdeki çekiç fiyatlarınıysa talep belirliyor. Genellikle bir çok kişinin
ilgilendiği ve fiyat teklif ettiği parçalar daha iyi performans sergiliyor.
Ayrıca, güncel moda trendlerine uygunluğun fiyatlara etkisi oluyor.
Tasarımcının yakın zamandaki ölümü veya retrospektif sergisiyse, ilginin ve
fiyatların artmasına yol açıyor.”
Bir
koleksiyonerin perspektifinden
Moda koleksiyoneri BillyBoy, 70’ler ve 80’lerde New
York-Paris hattında ayrıksı ve cüretkâr tarzı, Elsa Schiaparelli
tasarımlarına olan düşkünlüğü ve dönemin yaratıcılarının pek çoğuyla kurduğu
dostluklarla, sanat ve moda çevrelerinin ilgisini mıknatıs gibi üzerine çekmiş
bir isim. Bugün yaşadığı İsviçre’de, 10 binden fazla giysiden oluşan koleksiyonu
için evinin bir katını ayırmış durumda. BillyBoy’un hayatının pusulasını tek
bir yöne sabitleyen olay, 14 yaşında Paris’te bir bit pazarında Elsa
Schiaparelli tasarımı bir şapka bulması olmuş. Eksantrik İtalyan tasarımcının
kıyafetlerini neredeyse takıntılı bir şekilde toplayan koleksiyoner, dünyadaki
en geniş Schiaparelli koleksiyonuna sahip. Ayrıca, Balenciaga, Vionnet, Lanvin,
Grès, Pierre Cardin ve Courrèges gibi Fransa’nın
köklü modaevlerinin tasarımları
da muazzam koleksiyonuna dahil.
Telefon hattının
diğer ucunda sorularımızı yanıtlayan BillBoy söze, koleksiyonerliğe ilk merak
sardığı dönemden bahsederek başlıyor. “60’ların sonunda kıyafet
koleksiyonerliği diye bir mefhum yoktu. Oldukça az insan haute couture
koleksiyonerliğiyle ilgileniyordu. Dolayısıyla, bu alanın öncülerinden olduğumu
söyleyebilirim. Kıyafet toplamak, büyüleyici olduğu kadar insanı yalnız
hissettiren de bir uğraş. Yıllar yılı insanlar bu uğraşımı çok tuhaf karşıladı.
Genç yaşta eski giysilerle ilgilenmeye başlamam ailemi endişelendirdiği için
beni bir psikiyatriste bile yolladılar!” Billyboy, modanın gelip geçiciliğine
inat, titizlikle, sabırla ve kararlılıkla uğraşına sahip çıkıyor. Bu uğraşı, ciddi
anlamda büyük bir koleksiyona dönüştürmesinde maddi imkânların ne kadar etkili olduğunu sorduğumda, “İlk
başladığımda insanlar paramı boşa harcadığımı düşünüyorlardı. Kıyafete para
yatırmak son derece saçma görülüyordu. Üstelik o zamanlar her şeyi gerçekten
çok ucuza alabiliyordum. Aslında konu maddi olanaklara sahip olmakla ilgili
değildi; kıyafetlere karşı tutkum olmasaydım bu koleksiyonu oluşturamazdım”
diye karşılık veriyor.
Satılacak olan her şey önceden belirlendiği ve bu da
sürprizlere yer bırakmadığı için müzayedeler onu pek heyecanlandırmıyor. “Bir
bit pazarında gezinirken ya da 90 yaşında bir hanımefendinin gardırobundaki
kıyafetleri keşfederken coşkuya kapılıyorum. Koleksiyonumdaki çoğu parçayı ilk
sahiplerinden satın aldım” diyor. Mesela, en değerli ve nadir parçaları
arasında saydığı, desenlerini Cecil Beaton’ın çizdiği Schiaparelli tasarımı
elbiseyi Windsor Düşesi bizzat kendisine vermiş. Yakın dostları Diana Vreeland,
Yves Saint Laurent, Hubert de Givenchy, Marlene Dietrich, Pierre Cardin ve Erté
de Billyboy’un kıyafet aldığı isimler arasında. Bugün artık koleksiyonundan
parçaları giymiyor olsa da gençliğinde, özellikle Elsa Schiaparelli şapkalar,
takılar ve ceketlerle androjen görünümünü vurguluyordu. 1995’te Brüksel, Palais des Beaux-Arts’ta düzenlenen Fashion and
Art: 1960-1990 sergisinin açılışına Yves Saint Laurent’ın Mondrian elbiselerinden
birini giyerek katıldığında herkesi şaşkına çevirdiğinden söz ediyor. “Sergi
için kişisel koleksiyonumdan Vivienne Westwood, John Galliano ve Jean Paul
Gaultier tasarımı parçaları ödünç vermiştim. Orijinalini bulamadıkları Mondrian
elbisenin bir röprodüksiyonu sergileniyordu. Bense 1965’te podyuma çıkan o
elbiseyle karşılarındaydım.” Daha önce bazı parçalar zarar gördüğü
için artık koleksiyonundan giysi ve aksesuarları müzelere ödünç vermeye pek
yanaşmıyor. Bir süre önce Floransa’da bulunan Ferragamo Müzesi’nden teklif
almış. “Artık bir kıyafeti ödünç vermek için çok katı kurallarım var. Kıyafet
taşınırken ben de onunla yolculuk etmeliyim. Kimse ona dokunmamalı ve mutlaka
sigortalanmalı.”
İleride İsviçre’de bir müze açarak, moda tarihine çentik
atmış ikonik parçalardan oluşan koleksiyonunu herkesle paylaşmak istiyor
Billboy. “Koleksiyonumdaki hiçbir parçaya yatırım gözüyle bakmıyorum. Her biri,
onlara duyduğum derin sevginin bir ifadesi” diyerek sözlerini noktalıyor. Derin
tutkusunu duyumsamamak mümkün değil.
*Art Unlimited Mayıs-Haziran 2016 sayısında yayınlandı.
*Art Unlimited Mayıs-Haziran 2016 sayısında yayınlandı.
No comments:
Post a Comment