Sokak modası fotoğrafçılığı
moda dünyasının havalı mesleklerinden biri olmadan çok önce Bill Cunningham bu
işe tutkuyla sarıldı. Geçen Haziran ayında, seksen yedi yaşında aramızdan
ayrılan ustanın objektifi, yıllar boyunca New York sokaklarındaki insanların
tarzlarının peşindeydi.
Seda Yılmaz
Görmek ve görülmek,
görselliğe dayalı modanın ayrılmaz parçaları. Bill Cunningham, yıllar yılı New
York sokaklarındaki özgün stilleri gördü, gördüklerini fotoğrafladı ama görünmedi.
“Her şey görünmez olmama bağlı. Böylece daha doğal fotoğraflar çekiyorum.”
Mesleğini icra ederken gözü kimsenin görmediklerini yakaladı. Modanın Ana
Kraliçesi Anna Wintour bile kendisi, ekibi ve modanın diğer ağır toplarıyla birlikte
aynı defilelere katılan, aynı sokakları arşınlayan Cunningham’ın herkesin
gözünden kaçanı fark ettiğini ve bunun, altı ay sonra trend olduğunu
anlatmıştı. Cunningham’a göre, gündelik hayatın gerçekliğine dayanmak için bir
zırh moda. O, bu zırhı kuşanan insanları daima müthiş bir titizlikle seçerek
kadrajına aldı. “Çoğu insan, iyi giyinen birinin çıkıp çıkmayacağını bilmeden
her gün aynı yere gelip iki saat bekleyecek kadar aptal olmama inanamıyor.
Fakat ben birini bulmanın yaşattığı şaşkınlığı seviyorum. O şaşırtıcı kişileri
beklerken günler, haftalar, yıllar harcıyorum.” Cunningham, her gün bisikletine
atlayıp çoğunlukla 57. Cadde ile 5. Cadde’nin köşesine konuşlanarak insanları
gözlemliyordu. Aslında gördüğü, insanlardan çok onların giydikleriydi. Hatta
hiç sinemaya gitmediği ve bir televizyona sahip olmadığı için Farrah Fawcett’ı
fotoğrafladığında onun kim olduğu hakkında en ufak bir fikri olmadığını
söylemişti. Hollywood’un münzevi yıldızı Greta Garbo, ününden değil, paltosunun
kesiminden ötürü Cunningham’ın dikkatini çekmişti. 30 Aralık 1978’de New York
Times’da yayınlanan ilk fotoğraflarının arasında bu iki ismin kareleri vardı. O
gün başlayan New York Times serüveni, Cunningham ölünceye kadar devam etti. Onun
kurgudan uzak fotoğrafları sayesinde, New York’un moda, stil ve yaşam tarzına
dair bir görsel arşiv oluştu.
“Fotoğraf
makinasının icadından beri insanlar sokakları fotoğraflıyorlar. Bu yüzden
yaptığımın yeni olduğunu söyleyemem. Fakat bence fark, benim fotoğrafladığım
insanları görmemem; tek gördüğüm şey kıyafetler.” Bill Cunningham, 2002’de New
York Times için kendisini anlatan bir yazı kaleme aldığında mesleğinden böyle
söz etmişti. Bu yazıyı defalarca okumak, bir ressamın oto portresinin karşısında
dakikalarca gözlerimi ayırmadan bakmaktan farksızdı benim için. Bir
yaratıcının, bir sanatçının iç dünyasının zenginliğini anlamaya çalışma
çabasıydı bu belki. Birkaç yıl önce onun hayatını anlatan Bill Cunningham New
York belgeselini izlemek de benzer bir duygu yaşatmıştı. Cunningham’ı belgesel
için ikna etmek, yönetmen Richard Press’in tam sekiz yılını almıştı. Press, onu
yıllardır tanıyanların bile kişisel hayatı hakkında hiçbir şey bilmedikleri bu
denli kapalı bir adamın belgeselini çekmenin pek kolay olmadığını belirtmişti. Peki
kimdi kameraya hep gülümseyerek bakan, bu fotoğrafçılığa düşkün adam?
Bir tutkunun
peşinde
Sokaktaki
insanların fotoğraflarını çekmeye İkinci Dünya Savaşı sırasında başladı Bill
Cunningham. Boston’da yaşayan İrlanda asıllı Katolik ailesinin yanından ayrılıp
New York’a geldiğinde on dokuz yaşındaydı. Harvard’da bir dönem okuduktan sonra
buranın kendisine göre olmadığını anlamıştı. Küçük bir çocukken bile kiliseye
gittiğinde tek yaptığı şeyin kadınların şapkalarını gözlemlemek olduğunu itiraf
eden biri için bu oldukça normaldi elbette. Giysilere olan ilgisi ailesini
endişelendirdiği için reklam alanında çalışmaya başlasa da kısa süre sonra
kararını verdi; şapka tasarlamaya başlayacaktı. Tasarladığı şapkaları giyenler
arasında New York sosyetesinden kadınların yanı sıra Marilyn Monroe, Joan
Crawford ve Ginger Rogers gibi Hollywood yıldızları oldu. 1953’te Kore Savaşından
döndükten sonra, Women’s Wear Daily’nin kurucusu John Fairchild’ın teklifiyle
moda basınıyla tanıştı. Yazdığı köşe yazıları modaya olan iştahını daha da
kabarttı. Fairchild, tasarımcı Courrèges hakkında kaleme
aldığı yazıyı değiştirince Women’s Wear Daily’den ayrıldı. Cunningham, Courrèges’in tam anlamıyla bir devrimci olduğunu düşünüyordu,
Fairchild ise Yves Saint Laurent’ın. Yazıda tüm vurgunun Saint Laurent’da
olması konusunda ısrar edince anlaşmazlığa düştüler. Cunningham’a ilk fotoğraf
makinesini 60’ların ortalarında fotoğrafçı David Montgomery, “Bunu bir defter
gibi kullan” diyerek verdi. İşte böyle başladı mesleğine duyduğu aşk. 2008’de
Fransız hükümetinin en üst düzey nişanı olan Legion D’Honneur’a layık görüldüğünde, nişanı alacağı partide fotoğraf
çektiğini gören bir tanıdığı, “Kendi partinde bile çalıştığına inanamıyorum”
demişti. Cunningham bunun iş değil, zevk olduğunu söylemişti. Ödül
konuşmasında, “Ünlülerle ve onlara hediye edilen kıyafetlerle ilgilenmiyorum.
Benim için önemli olan bir elbisenin kesimi, şekli, rengi... Bugün, her zaman
olduğu gibi, güzelliğin peşinden koşan onu bulacaktır” demişti sesi titreyerek.
Belgeselde
kendisinden bahsederken tuhaf kelimesini sık sık kullanıyor Cunningham. Mesela,
partilere giderek New York Times’ın Evening Hours sayfaları için insanları fotoğraflarken
asla bir şey yiyip içmemesiyle ilgili, “Ben sadece Times’a haber yapmak üzere
oradayım, yiyip içmek için değil. İnsanlar bunu biraz tuhaf buluyorlar” diyor.
“Tuhaflıkları” bununla kalmıyor. Modaya tutkun bir adam olmasına rağmen
üniforma gibi tek bir kıyafet giyiyor: Haki pantolon, siyah spor ayakkabılar ve
mavi işçi ceketi. Bir keresinde Vanity Fair’in kendisini en iyi giyinenler
listesine koymak istediğini ve stili için olmazsa olmazını sorduklarını
söylemişti. “Onlara bant diyeceğim.” Belgeseli izlerken sözünü ettiği bandın ne
olduğunu anlıyorsunuz. Siyah yağmurluğu boyun kısmından yırtılmaya başladığında
onu bantla yapıştırıyor. “Bunun herkesi utandıracağını biliyorum ama beni
utandırmıyor.” 2010 yılına kadar, küçücük bir apartman dairesinde
negatiflerinin bulunduğu sayısız kutunun arasında, tek kişilik yatakta uyuyan
bir adamdan bahsediyoruz sonuçta. Uzun yıllar Details dergisinin kendisine
ödemek istediği çekleri yırtan Cunningham için “Para en ucuz şey; özgürlükse en
pahalı.” Onun tuhaflık olarak
addettikleri, hayatını adadığı tek bir şeyin olmasının eseri. Özgürlüğe
kavuştuğu nokta da tam burada, fotoğraflarında.
*Vogue Türkiye Ağustos 2016 sayısında yayınlandı.
*Vogue Türkiye Ağustos 2016 sayısında yayınlandı.