05/09/2016

Bisikletli stil avcısı


Sokak modası fotoğrafçılığı moda dünyasının havalı mesleklerinden biri olmadan çok önce Bill Cunningham bu işe tutkuyla sarıldı. Geçen Haziran ayında, seksen yedi yaşında aramızdan ayrılan ustanın objektifi, yıllar boyunca New York sokaklarındaki insanların tarzlarının peşindeydi.

Seda Yılmaz

Görmek ve görülmek, görselliğe dayalı modanın ayrılmaz parçaları. Bill Cunningham, yıllar yılı New York sokaklarındaki özgün stilleri gördü, gördüklerini fotoğrafladı ama görünmedi. “Her şey görünmez olmama bağlı. Böylece daha doğal fotoğraflar çekiyorum.” Mesleğini icra ederken gözü kimsenin görmediklerini yakaladı. Modanın Ana Kraliçesi Anna Wintour bile kendisi, ekibi ve modanın diğer ağır toplarıyla birlikte aynı defilelere katılan, aynı sokakları arşınlayan Cunningham’ın herkesin gözünden kaçanı fark ettiğini ve bunun, altı ay sonra trend olduğunu anlatmıştı. Cunningham’a göre, gündelik hayatın gerçekliğine dayanmak için bir zırh moda. O, bu zırhı kuşanan insanları daima müthiş bir titizlikle seçerek kadrajına aldı. “Çoğu insan, iyi giyinen birinin çıkıp çıkmayacağını bilmeden her gün aynı yere gelip iki saat bekleyecek kadar aptal olmama inanamıyor. Fakat ben birini bulmanın yaşattığı şaşkınlığı seviyorum. O şaşırtıcı kişileri beklerken günler, haftalar, yıllar harcıyorum.” Cunningham, her gün bisikletine atlayıp çoğunlukla 57. Cadde ile 5. Cadde’nin köşesine konuşlanarak insanları gözlemliyordu. Aslında gördüğü, insanlardan çok onların giydikleriydi. Hatta hiç sinemaya gitmediği ve bir televizyona sahip olmadığı için Farrah Fawcett’ı fotoğrafladığında onun kim olduğu hakkında en ufak bir fikri olmadığını söylemişti. Hollywood’un münzevi yıldızı Greta Garbo, ününden değil, paltosunun kesiminden ötürü Cunningham’ın dikkatini çekmişti. 30 Aralık 1978’de New York Times’da yayınlanan ilk fotoğraflarının arasında bu iki ismin kareleri vardı. O gün başlayan New York Times serüveni, Cunningham ölünceye kadar devam etti. Onun kurgudan uzak fotoğrafları sayesinde, New York’un moda, stil ve yaşam tarzına dair bir görsel arşiv oluştu.

“Fotoğraf makinasının icadından beri insanlar sokakları fotoğraflıyorlar. Bu yüzden yaptığımın yeni olduğunu söyleyemem. Fakat bence fark, benim fotoğrafladığım insanları görmemem; tek gördüğüm şey kıyafetler.” Bill Cunningham, 2002’de New York Times için kendisini anlatan bir yazı kaleme aldığında mesleğinden böyle söz etmişti. Bu yazıyı defalarca okumak, bir ressamın oto portresinin karşısında dakikalarca gözlerimi ayırmadan bakmaktan farksızdı benim için. Bir yaratıcının, bir sanatçının iç dünyasının zenginliğini anlamaya çalışma çabasıydı bu belki. Birkaç yıl önce onun hayatını anlatan Bill Cunningham New York belgeselini izlemek de benzer bir duygu yaşatmıştı. Cunningham’ı belgesel için ikna etmek, yönetmen Richard Press’in tam sekiz yılını almıştı. Press, onu yıllardır tanıyanların bile kişisel hayatı hakkında hiçbir şey bilmedikleri bu denli kapalı bir adamın belgeselini çekmenin pek kolay olmadığını belirtmişti. Peki kimdi kameraya hep gülümseyerek bakan, bu fotoğrafçılığa düşkün adam?


Bir tutkunun peşinde

Sokaktaki insanların fotoğraflarını çekmeye İkinci Dünya Savaşı sırasında başladı Bill Cunningham. Boston’da yaşayan İrlanda asıllı Katolik ailesinin yanından ayrılıp New York’a geldiğinde on dokuz yaşındaydı. Harvard’da bir dönem okuduktan sonra buranın kendisine göre olmadığını anlamıştı. Küçük bir çocukken bile kiliseye gittiğinde tek yaptığı şeyin kadınların şapkalarını gözlemlemek olduğunu itiraf eden biri için bu oldukça normaldi elbette. Giysilere olan ilgisi ailesini endişelendirdiği için reklam alanında çalışmaya başlasa da kısa süre sonra kararını verdi; şapka tasarlamaya başlayacaktı. Tasarladığı şapkaları giyenler arasında New York sosyetesinden kadınların yanı sıra Marilyn Monroe, Joan Crawford ve Ginger Rogers gibi Hollywood yıldızları oldu. 1953’te Kore Savaşından döndükten sonra, Women’s Wear Daily’nin kurucusu John Fairchild’ın teklifiyle moda basınıyla tanıştı. Yazdığı köşe yazıları modaya olan iştahını daha da kabarttı. Fairchild, tasarımcı Courrèges hakkında kaleme aldığı yazıyı değiştirince Women’s Wear Daily’den ayrıldı. Cunningham, Courrèges’in tam anlamıyla bir devrimci olduğunu düşünüyordu, Fairchild ise Yves Saint Laurent’ın. Yazıda tüm vurgunun Saint Laurent’da olması konusunda ısrar edince anlaşmazlığa düştüler. Cunningham’a ilk fotoğraf makinesini 60’ların ortalarında fotoğrafçı David Montgomery, “Bunu bir defter gibi kullan” diyerek verdi. İşte böyle başladı mesleğine duyduğu aşk. 2008’de Fransız hükümetinin en üst düzey nişanı olan Legion D’Honneur’a layık görüldüğünde, nişanı alacağı partide fotoğraf çektiğini gören bir tanıdığı, “Kendi partinde bile çalıştığına inanamıyorum” demişti. Cunningham bunun iş değil, zevk olduğunu söylemişti. Ödül konuşmasında, “Ünlülerle ve onlara hediye edilen kıyafetlerle ilgilenmiyorum. Benim için önemli olan bir elbisenin kesimi, şekli, rengi... Bugün, her zaman olduğu gibi, güzelliğin peşinden koşan onu bulacaktır” demişti sesi titreyerek.

Belgeselde kendisinden bahsederken tuhaf kelimesini sık sık kullanıyor Cunningham. Mesela, partilere giderek New York Times’ın Evening Hours sayfaları için insanları fotoğraflarken asla bir şey yiyip içmemesiyle ilgili, “Ben sadece Times’a haber yapmak üzere oradayım, yiyip içmek için değil. İnsanlar bunu biraz tuhaf buluyorlar” diyor. “Tuhaflıkları” bununla kalmıyor. Modaya tutkun bir adam olmasına rağmen üniforma gibi tek bir kıyafet giyiyor: Haki pantolon, siyah spor ayakkabılar ve mavi işçi ceketi. Bir keresinde Vanity Fair’in kendisini en iyi giyinenler listesine koymak istediğini ve stili için olmazsa olmazını sorduklarını söylemişti. “Onlara bant diyeceğim.” Belgeseli izlerken sözünü ettiği bandın ne olduğunu anlıyorsunuz. Siyah yağmurluğu boyun kısmından yırtılmaya başladığında onu bantla yapıştırıyor. “Bunun herkesi utandıracağını biliyorum ama beni utandırmıyor.” 2010 yılına kadar, küçücük bir apartman dairesinde negatiflerinin bulunduğu sayısız kutunun arasında, tek kişilik yatakta uyuyan bir adamdan bahsediyoruz sonuçta. Uzun yıllar Details dergisinin kendisine ödemek istediği çekleri yırtan Cunningham için “Para en ucuz şey; özgürlükse en pahalı.” Onun tuhaflık olarak addettikleri, hayatını adadığı tek bir şeyin olmasının eseri. Özgürlüğe kavuştuğu nokta da tam burada, fotoğraflarında.

*Vogue Türkiye Ağustos 2016 sayısında yayınlandı.

No comments:

Post a Comment