21 Ocak’ta gerçekleşen Kadın Yürüyüşü’nde dünyanın dört
bir yanında milyonlarca kadın sokaklara çıktı. Kadınlar, hakları söz konusu
olduğunda dayanışma ve mücadeleden asla vazgeçmeyeceklerini bir kez daha
göstermiş oldular. Biz de bu tarihi yürüyüşün tüm dünyada yarattığı yankıya
kulak kesilerek kadının toplumdaki yerini ve feminizmin geleceğini, yürüyüşün mimarlarıyla, akademisyen ve aktivistlerle konuştuk.
“Beni en çok
heyecanlandıran şey kadınların güzelliğiydi. Bir kadın, kaç yaşında olursa
olsun, inandığı bir mesele uğruna diğer kadınlarla bir araya gelince
gerçekten güzelleşiyormuş. Etrafıma baktığımda gördüğüm yüzlerdeki kararlılık,
tatmin, mutluluk gerçekten çok ilham vericiydi.” Washington’da Kadın
Yürüyüşü’ne katılan, eski bir Vogue Türkiye çalışanı olan iş kadını Ahu Terzi,
yürüyüşün atmosferini işte böyle tarif ediyor. Bu atmosferin havasını solumamış
olsam da, dünyanın pek çok şehrinde gerçekleşen dev kitlesel hareketin nelere
gebe olduğunu düşünüp duruyorum. Hayatı boyunca hiç kadın yürüyüşünde yer almamış,
kadınlarla omuz omuza mücadele etmenin ne anlama geldiği konusunda pek de fikri
olmayan bir kadın olarak yazıyorum bunları. Ancak toplumsal cinsiyet, cinsiyet
eşitliği ve iktidarla ilgili sorular sormaya başladığımdan beri feminizmle
yakınlaştığımı söyleyebilirim. Bu yakınlaşmayla birlikte, kadın olmaya dair
sorgusuz sualsiz kabul ettiğim her şeye eleştirel gözle bakar oldum. Feminist
yazar ve akademisyen Aksu Bora’nın feminizm tanımını da kulağıma küpe yaptım. “Cinsiyetin
birer kukuya sahip olmaktan fazlasını ifade ettiğini, kadın ya da erkek olmanın
toplumsal düzen içindeki yerimizi ve iktidarla ilişkimizi belirlediğini
söyleyen düşünce feminizmdir.”
Başta Amerikalı kadınlar olmak üzere dünyanın pek çok
ülkesinden kadını harekete geçiren, iktidarın kadınların kazanılmış haklarına
fütursuzca saldırması oldu. Amerika’da, Donald Trump’ın hem seçim kampanyasında
hem de başkan seçildikten sonra böbürlene böbürlene cinsiyetçi söylemler
kullanması kadınların bam teline bastı. Ortaya çıkan bir ses kaydında, “Güzel
kadın gördüm mü dayanamıyorum. Ünlüysen kadınlara her şeyi yapabilirsin,
öpebilir, hatta onların vajinalarını avuçlayabilirsin,” diyordu. (Vajina demeyi
seçtiğim kelimenin Trump’ın ağzından amiyane bir tabirle “pussy” olarak
çıktığını hatırlatayım.) Aynı “pussy”, Kadın Yürüyüşü’ne “pussy hats” (Minik
üçgen kulaklı pembe bereler) adıyla dahil oldu ve hatta yürüyüşün simgelerinden
biri haline geldi. Milyonlarca kadın, cinsiyetçiliğe, kadın düşmanlığına,
eşitsizliğe, ötekileştirmeye ve her türlü ayrımcılığa karşı “Kadın hakları,
insan haklarıdır,” sloganıyla sesini yükseltti. Pek çok ünlü ismin yanı sıra
feminist hareketin en “azılı” aktivistleri Washington’daki Kadın Yürüyüşü’nde
konuşmalar yaptılar. Irkçılık karşıtı feminist ve LGBTİ eylemcisi Angela Davis,
konuşmasında yürüyüşü en basit haliyle özetledi. “Bu bir kadın yürüyüşüdür ve bu kadın yürüyüşü, devlet
şiddetinin ölümcül gücüne karşılık feminizmin vaadini temsil etmektedir.
Kapsayıcı ve mücadeleleri kesiştiren feminizm, hepimizi ırkçılığa, İslamofobiye,
anti-Semitizme, kadın düşmanlığına, kapitalist sömürüye karşı direnişe davet
etmektedir. Trump yönetiminde geçecek önümüzdeki 1459 gün, 1459 günlük bir
direniş olacak: Tabanda direniş, sınıflarda direniş, iş yerlerinde direniş,
sanatımızda ve müziğimizde direniş.”
Yürüyüşün ardından
Amerika’da bir zafer sarhoşluğu hali olup olmadığını merak ediyorum.
“Kesinlikle yok. Gerçek bir uyanış söz konusu,” diyor Ahu. “Amerika’da sosyal
ortamlarda din ve politika konuşulmaz. Artık mümkün mü? Bütün hayatımız
politika. Biz kadınlar olarak aynı anda birçok işi becermeye alışığız. Bir de
politikayı soktuk hayatımıza. Herkes bir şeylerin ucundan tutuyor. Ben
bile, Amerikan Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde çalışan New York Şehir
Okulları Eğitim Konseyi’ne adaylığımı koydum.”
Ülkemizle birlikte tüm dünyada faşist, muhafazakâr ve totaliter bir politik iklim etkisini iyiden iyiye
hissettirirken benim ümidim kadınlarda. Ve şimdi, Kadın Yürüyüşü’nde aktif rol
oynayan isimlerden, akademisyenlere ve aktivistlere kadar feminist hareketin
gücüne inanan kadınlara kulak veriyoruz.
Zeynep Direk (Koç Üniversitesi Felsefe bölümü öğretim üyesi)
Feminizm, Kuzey Amerika’da yetmişlerden bu yana kadınların verdiği mücadeleler sonucunda gittikçe genişleyen bir etkiye sahipti. Demokratların iktidarda olduğu uzun yıllar boyunca cinsiyetçilik ve ırkçılık karşıtı zihniyet toplumsal hayatı şekillendirdi. Trump’ın, demokratların beklemediği bir biçimde başkan seçilmesiyle bu toplumsal birikim kitleselleşerek harekete geçti, zira Trump kampanyasında cinsiyetçi ve tacizi kadınlara reva gören bir dil kullandı. Kadınlar, kırmaya çalıştıkları beyaz erkek tahakkümünün en retro ve gerici biçimiyle geri gelmesine izin vermeyeceklerini, tarihin ve zihinsel gelişmenin geri çevrilemeyeceğini Kadın Yürüyüşü’yle gösterdiler. Yürüyüşün dünyada etki yaratmasının sebebi, toplumsal cinsiyet özgürlüğünü savunan hareketlerin ulusları aşan, uluslararası hareketler olması, kuramsal olarak İngilizce konuşulan dünyada geliştirilen paradigmaların tüm dünyada ciddiye alınmasıdır. Nasıl ki dünyada faşist, erkek egemen, gerici, totaliter eğilimler birçok yerde ortaya çıkıyor, feminist hareket de heterojen ve ulusları aşan karakteriyle buna karşı koyan hareketlerden biri olacağını gösteriyor.
Feminist hareket açısından yürüyüş bir milat değil bence. Birikim zaten vardı, o birikimin kendiliğinden bir biçimde sosyal medya aracılığıyla örgütlenerek dışarı püskürmesidir. Trump’la beraber neo-liberal siyasal yaşam biçimi beklenmedik bir biçimde faşist bir virajı döndü; hem kadınlara hem de diğer toplumsal ezilen gruplara daha da çok ezileceklerinin işaretini verdi. Örneğin Müslümanları kazanılmış haklarından mahrum etmeye başladı. Bir toplumdan dışlanmak insan haklarından dışlanmanın ilk adımıdır ve kimse size sahip çıkmadığında başınıza her şey gelebilir. İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudiler onlara kimse sahip çıkmadığı için yok edilmişlerdir. Bu kez faşistler ilkin Müslümanlar için geldiler. Fakat toplumsal cinsiyet hareketlerinin saldırı altındaki tüm farklılıklar için mücadele etme, yani başkasının hakları için de çalışma bilinci çok geliştiği için hem kadın haklarını hem de insan haklarını savunan bir cephe hemen oluştu. Feminist hareketin ve genel olarak tüm toplumsal cinsiyet özgürlüğü mücadelelerinin diğer toplumsal hareketlerle birlikte faşizme karşı mücadeleye çoktan hazır olduğunu söyleyebiliriz.
İktidarın biyo-iktidar olduğunu, yani yaşam üzerinde iktidar olduğunu söylemiştir Foucault. Trump’ın da ilk icraatının kadın bedeniyle ilgili olması manidardır. Muhafazakâr erkek, diğer erkeklerle ittifak kurmak ve onların desteğini almak için tüm kadınların bedenlerine hakim olabildiğini ilan ediyor kamuya. Tüm yaşama hakim olduğunu ve güya yaşamı koruduğunu. Elbette kadınların ayağa kalkabileceğini ve bu iktidara meydan okuyabileceğini hesaba katmıyor. Tarihsel bir şuursuzluk örneği ve doğrusu komik.
Kadınlar tüm ezilenler gibi gerçekleri daha iyi görmekteler. Sustukları zaman bile aslında ezilmeye razı gelmiyorlar. Kadınların hayatta kalma ve çocuklarını da, korkunç devlet politikalarına rağmen hayatta tutma, mutlu ve özgür yaşatma mücadelesi her zaman sürecek. Devlet kadınlardaki bu mücadele azmiyle hiçbir zaman kolay başa çıkamaz.
Carmen Perez (Women’s
March Eş Başkanı)
Ben Meksika kökenli Amerikalı bir feministim. 17
yaşımdayken, benden iki yaş büyük olan ablamın bir kazada ölmesi üzerine
feminizmle ilişkim başlamış oldu. Bundan sonra, onunkine benzer durumda olan
kızlar için fırsatlar yaratmak üzere mücadele etmeye karar verdim. Hayatımı,
yoksulluk, şiddet, uyuşturucu ve çetelerden etkilenen gençlerle, özellikle de
genç kızlarla çalışmaya adadım. Hayattaki amacım bu. Her gün bu amaç uğruna
çalıştığım için çok mutluyum.
Kadın Yürüyüşü, kadınların öncülüğünde tüm dünyanın
ayaklanabileceğini gösterdi. İçinde bulunduğumuz dönemde, insanlar politik
kararların kişisel hayatlarını ne kadar etkilediğini görüyorlar. Bunun için de
artık sessiz kalamıyorlar. Kadınların ve feministlerin bir araya gelip
haklarını korumak için mücadele etmelerinin tam zamanı. Neden mi? Çünkü üreme
hakkımızı elimizden almaya çalışan bir başkanımız var. Bedenlerimizle ilgili
alacağımız kararları bize dikte etmeye çalışıyorlar ama kadınlar buna asla izin
vermeyecekler.
Komitedeki diğer arkadaşlarım gibi ben de Kadın
Yürüyüşü’nde pek çok görev üstlendim. Öncelikle 500’den fazla işbirlikçimizi
organizasyona dahil ettim. Linda Sarsour ile birlikte dayanışmanın hedeflerini
belirledik. İnsanların yürüyüşe dahil olabilmeleri için farklı hedefler ortaya
koymak gerekiyordu. Şöyle ki, katılanların kimi üreme hakları, kimi çevresel
sorunlar için oradaydı. Ya da sadece Trump’ı protesto etmek için. Yüzde 70’i daha
önce hiçbir protestoya katılmamış ya da son 10 yıldır gösterilere dahil olmamış
kişilerdi. Yürüyüşün gideceği yönü tayin etmenin çok önemli olduğunu
düşünüyorum. Ayrıca yürüyen insanlara da aktivizmlerini sürdürmeleri için yol
göstermemiz gerekiyor.
Bu yüzden 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için genel bir grev
planlıyoruz. Kadınsız bir güne hazırlanıyoruz ve kadınlara o gün işe gitmeme
çağrısı yapıyoruz. Maddi gereksinimler buna engel teşkil ediyorsa en azından
büyük şirketlerden alışveriş yapmamalarını istiyoruz. Eğer bir şey satın
almaları gerekiyorsa da tercihlerini yerel işletmelerden yana kullansınlar. Son
olarak da dayanışma içinde olduklarını göstermek için o gün kırmızı giymelerini
istiyoruz. Bunların hepsini ya da sadece birini yapabilirsiniz. Yeter ki
dayanışmanın bir parçası olun.
Lizzy Bowring (Trend analiz şirketi WGSN’in Defileler
Yöneticisi)
New York Moda
Haftası’nda, küresel düzlemde tam da kitlelerin duygularına karşılık gelen
Kadın Yürüyüşü’nün gerçekten yoğun bir etkisi vardı. WGSN’de, 2017 sonbahar-kış
sezonu defileleri hakkında öngörülerimde de bahsettiğim gibi, bu sezon,
özellikle global olarak etrafımızı saran politik iklimle beraber değişimin
habercisi oluyor. Modada, yeni bir düşünce tarzıyla yenilikçi parametreler
göreceğiz.
New York Moda
Haftası’nda kasvetli bir hava hakimdi. Her zamanki heyecandan eser yoktu.
Aksine, sağır edici bir sessizlik vardı. Marc Jacobs defilesinde bile ses
yoktu, fotoğrafçılar yoktu, müzik yoktu. Bu tuhaf sessizlik, bir slogandan bile
daha çarpıcıydı aslında. Tasarımcılar, koleksiyonları aracılığıyla politik
mesajlar verdiler. Mesela, Prabal Gurung’da feminizme atıfta bulunan tişörtler
ve The Row’da umut kelimesinin göze çarptığı bir gömlek yer aldı. Bazı
tasarımcılar da defile notlarında samimi mesajlar paylaştılar. Mara Hoffman,
defileyi, değişim adına durmaksızın yaratan kadınlara ithaf ettiğini yazmıştı.
Milly’de ise tasarımcı, başkanlık seçiminin ardından özellikle bir kadın olarak
yenilmiş hissettiğini itiraf ediyordu.
Son altı ayda
feminizmi sahiplenen markaları sayacak olursak ciddi bir artışla karşı karşıya
olduğumuzu görürüz. Bunun, üzerinde “Hepimiz feminist olmalıyız” yazan sade bir
tişörtle, Dior’un gücünü arkasına alarak başladığını söyleyebilirim. Bu mesaj,
daha yeni yeni ilgi çekmeye başlıyor. Londra Moda Haftası’nda da ister
siluetleriyle, ister defile notlarıyla mesajlarını sergileyen markalar vardı.
Ports 1961 ve Simone Rocha’nın vurguladıkları mesajlar açıktı. Modanın gücü tam
da bu değil mi? Dünyamızı değiştirmeyi ümit eden sağlam mesajları yayan müthiş
bir platform.
Ayşe Düzkan
(Gazeteci)
Kadın Yürüyüşü'nün kısa
vadede değişim getireceğine inanmıyorum ama bu sürekliliği olan bir harekete
dönüşebilirse en azından Trump iktidarının getireceği değişikliklerin önünde
bir engel oluşturabilir, ki bu çok önemli. Ne demek istediğimi anlatmak
için, Türkiye'de AKP iktidarının geri adım attığı üç olaydan ikisinin
-tezkere, kürtaj yasağı ve tecavüz vakalarında evlenmeyi kabul eden suçlunun
serbest bırakılması- kadınların gücüyle olduğunu hatırlatayım. Zaten
kadınlar Türkiye’deki en önemli güçlerden biri ve epeyce ses çıkartıyorlar. 8
Mart’ta bunu bir kez daha göreceğiz.
Jamia Wilson (Feminist aktivist, feminist medya grubu
Women, Action and the Media’nın yöneticisi)
Çocukluğu Suudi Arabistan’da
geçmiş bir Amerikan vatandaşı olarak hayatım boyunca bolca seyahat etme ve
dünyanın dört bir yanından insanlarla birlikte yaşama fırsatım oldu. Bu
tecrübelerim, Amerika’nın dış politikasının dünyanın geri kalanını ne kadar
etkilediğine dair bilinçlenmeme yardımcı oldu. Washington’daki Kadın
Yürüyüşü’nde kalabalığın arasındayken, Londra, Nairobi ve pek çok başka şehirde
yaşayan arkadaşlarımın da dayanışma içinde yürüdüklerini telefonumdan takip
etmek beni çok duygulandırdı. Aşırı sağ popülizmin yükselişinin vahim etkisi
sınırları aşıyor. Hepimiz birbirimize bağlıyız ve otoriter rejimler, tüm
dünyada insan hakları ve özgürlüğe önem verenler için endişe verici bir hal
almaya başladı. Dünyada ortaya çıkan liderlerin benzerliklerini ve
bağlantılarını sorgulamamız, tarihten ders alarak daha adil bir gelecek için
çalışmamız çok önemli. Kadın Yürüyüşü’nün başarısı, bizler gibi köprüler
kuranların, en aşılmaz sanılan duvarları bile yıkabilme gücüne sahip olduğumuzu
göstermesiydi.
Zihnimde geleceğin feminizmini canlandırıyorum; doğası
gereği her seviyede kapsayıcı olan bu feminizmin, herkes için eşitliğin
arkasında duran, savunan, uygulayan ve koruyan gerçek bir prensip olmasını
istiyorum. Bana yol gösteren ve yaptığım işi besleyen feminizm, hepimizin özgürlüğünün
birbirine bağlı olduğunu kabul eden feminizmdir. Eğer sen özgür değilsen, ben
de değilim. Senin yaran, benim yaramdır. Birlikte geliştiğimizde bundan hepimiz
faydalanırız. Cesaretin bulaşıcı olduğunu düşünüyorum. Sen sesini çıkardığında
bu beni güçlendirir ve cesaretlendirir. Bir başka kadın sesini çıkardığında
bana gücümü hatırlatan bir kıvılcımı alevlendirir. Hep birlikte sesimizi
yükselttiğimizde ve duyulduğumuzda eylem çağrımızın görmezden gelinmesi
zorlaşır. Tarih bize, gücün her zaman alındığını, asla verilmediğini gösterdi.
Bizi, kendimizden başka “kurtaracak” kimse yok. Bu yüzden, tırmanırken
birbirimizi yukarı taşımak bize düşüyor. Pek çok engeli paylaştığımıza göre
başarılarımızı da paylaşabiliriz. Şayet ben yol alırken bir veya birden fazla
kadını da beraberimde getirmiyorsam işimi eksik yapıyorum demektir.
Sarah Sophie
Flicker (Women’s March Strateji Danışmanı, aktivist ve sanatçı)
Uzun yıllardır kadın hakları alanında çalışıyorum. Kadın
Yürüyüşü’nün, her zaman hayalini kurduğumuz, gerçek anlamda kesişimsel
(kadınların sosyal konumlarının cinsiyetleri dışında sınıf ve etnik kökenden
etkilendiğini savunan görüş) kadın hareketinin başlangıcı olduğunu düşünüyorum.
Yürüyüş, bütünleyici, kucaklayıcı ve kapsayıcı bir bakış açısıyla planlandı. İnsanlar
sık sık, “Yürüyüşün amacı ne?” ya da “Neden daha belirgin bir mesajı yok?” gibi
sorular sordular. Gerçek şu ki, kadın sorunları dediğimizde tüm sorunlardan söz
ediyoruz. Kadınlar yekpare değiller. Kimliklerimiz, sosyal adaletle ilgili pek
çok sorunun bizi öyle ya da böyle etkilemesi anlamına geliyor. Beyaz ve
ayrıcalıklı bir kadın olarak bu sorunların çoğundan etkilenmediğimi biliyorum.
Irkçılık, yabancı düşmanlığı veya yoksullukla mücadele etmem gerekmiyor. Ancak
bir sürü kadının etmesi gerektiğini biliyorum. İşte tam da bu yüzden, o
sorunlara karşı savaşmak benim de görevim.
Genellikle mücadele ve kaos zamanlarında sosyal dönüşümle
ilgili en ciddi kazanımlar elde edildiği bir gerçek. Kadınlar organizasyon
konusunda inanılmazlar. Kadın Yürüyüşü’nü organize ederken, her gün sadece
kadınlarla çalışmaktan müthiş keyif aldım. Yanlış anlaşılmak istemem. Erkekleri
ve erkeklerle çalışmayı da seviyorum. Ancak kadınlarla çalışırken onlarda daha
az ego, daha çok dinleme isteği ve çok daha fazla işi bir arada götürme
becerisi olduğunu fark ettim.
Yürüyüşün ve verdiğimiz mesajın, feminizm ve kadın
hakları mücadelesinin ilerlemesi için örnek teşkil etmesini ümit ediyorum. Her
kadın özgürleşene kadar hiçbir kadının özgür olamayacağını kabul ederek hep
birlikte yol almalıyız.
Canan Güllü
(Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı)
Kadın Yürüyüşü, kadınların kazanılmış haklarına her şart
ve koşulda sahip çıkabileceklerini gösterdi. Dünyada, muhafazakârlığın yansıması olan faşizmin yeniden hortlamasına
tanıklık ediyoruz. Faşizm, erkekliği, gençliği, mistik birlikteliği ve bunun
gibi şiddet üretebilecek her türlü gücü makbul sayar. Genellikle ırk üstünlüğünü, etnik zulmü, emperyalist genişlemeyi ve
soykırımı teşvik eder. En önemlisi de erkek üstünlüğünü açıkça savunur.
Trump’ın söylemlerinde tüm bu özellikleri görmek mümkün. Kadın Yürüyüşü, faşizmin,
aktivizmi tetiklediğini gösterdi. Etrafınızdaki halka daralmaya başladığında
her zaman mücadele tetiklenir.
Trump
başa gelir gelmez ilk icraatlarından biri, kürtajı destekleyen uluslararası
sivil toplum kuruluşlarının federal fonlarla finanse edilmesini yasaklayan bir
genelgeye imza atmak oldu. Üstelik imzayı atarken etrafında yedi erkek
toplanmış bunu izliyordu. Gördüğünüz gibi kürtaj her dönemde gündeme taşınan
bir konu. Ülkemizde de özellikle 1980’lerden bu yana siyaset, kadını hem dinsel hem siyasal anlamda baskıya
alarak top gibi oynadıkça oynadı. Bugün de aynı yöntemle bunu yapmaya devam
ediyor. Kürtaj işte tam da bu iki olgunun bileşkesi olduğu için neredeyse
birçok ülkede ısıtılıp ısıtılıp gündeme getiriliyor. Dinen günah olduğu
savıyla, kadınların kendi bedenleri üzerinde söz sahibi olmalarına engel temin
edecek söylemler geliştiriliyor. Ben kürtaj meselesini ikiyüzlü siyaset
oyununun bir parçası olarak görüyorum.
Ülkemizin
içinde bulunduğu olağanüstü hal durumundan ötürü sokaklara çıkarak Kadın
Yürüyüşü’ne istediğimiz desteği veremedik ama üzülmeyin. Türkiye’deki tüm kadın
örgütleri 8 Mart’ta sokağa çıkıyor. Hep birlikte kadına şiddete, ayrımcılığa,
cinsiyetçiliğe “Hayır” diyeceğiz. 8 Mart’ta sokaklardayız!
Deniz Aslı Davaz (Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Vakfı Merkezi Kurucu Üyesi)
Deniz Aslı Davaz (Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Vakfı Merkezi Kurucu Üyesi)
21 Ocak’ta Washington’da
ve genel olarak dünyanın dört bir yanında en başta kadın hakları için kitlesel
yürüyüşler gerçekleşti. Bu yürüyüşler, kadın hareketinin tarihsel yürüyüşlerinin
çok eski bir geleneğinin halkasıdır.
Kadın hareketinin
tarihine bakarsak, kadınların süfrajizm (seçme seçilme hakkı) temelinde
örgütlenmeleri 18. yüzyıl sonlarında başlayıp 20. yüzyılın ilk yarısına kadar
yaklaşık 150 yıl sürdü. Önce seçme daha sonra seçilme hakkını kazanan
kadınların, uzun ve zorlu bir süreç yaşamaları gerekti. Yürüttükleri örgütlü ve
kararlı mücadele, dünyanın siyasal koşullarından önemli ölçüde etkilendi.
Birinci Dünya Savaşı ise öncesi ve sonrasıyla, kadınların süfrajizm tarihi
bakımından önemli bir dönüm noktası oldu.
21 Ocak’ta
düzenlenen yürüyüşün bir benzeri 1913’te gerçekleşti. ABD Başkanı Woodrow Wilson’ın seçilmesinden sonra beş bin kadın
Washington’da bir araya gelerek seçme haklarını talep etti. Bu yürüyüşten yedi
yıl sonra, kadınlara seçme hakkını tanıyacak olan 19. Yasa Değişikliği kabul
edildi.
1900’lerde,
İngiltere’de gerçekleştirilen kadın yürüyüşleri, yürüyüş geleneğinin ne kadar
eskiye dayandığını gösterir. 7 Şubat 1907’de önemli bir süfrajist olan
Millicent Garrett Fawcett’in de dahil olduğu büyük bir yürüyüş yapıldı ve
kadınlar Hyde Park’tan Exeter Hall’a kadar yürüdü. Fawcett’in önderliğindeki
yürüyüşe, İngiltere’nin dört bir yanından binlerce kadın el ele tutuşarak
katıldı. Bir o kadar insan da onları izledi. Bu yürüyüş sadece İngiliz
medyasında değil, Avrupa ve Amerika’da da çok ses getirdi. Kadınların seçme ve seçilme
hakkı etrafında dünyada çok önemli kitlesel yürüyüşler organize edildi. Bu tarihi
yürüyüş, Mud March yani “Çamurlu Yürüyüş” olarak anılır. Adını, o günün olağan
dışı hava koşullarından alan bu yürüyüşte kadınlar, renkli giysileri, flamaları
ve neşeli halleriyle tarihe geçtiler. “Çamurlu Yürüyüş” tarihsel açıdan kadın
yürüyüşlerinin öncüsü sayılabilir. 1907’de 3000 kişi ile tamamlanan bu yürüyüş
giderek yayıldı ve 1913’te yapılan son süfrajist yürüyüşe 40 bin kadın katıldı.
Sayısız örneği
bulunan bu yürüyüşlerin yapılmasında pek çok neden bulunmakla birlikte,
kadınlar bir yandan henüz kazanılmamış haklar, diğer yandan ise elde edilmiş
hakların kaybedilme tehlikesine karşı mücadele etmek amacıyla sokağa
çıkıyorlar. Bana göre Kadın Yürüyüşü de bu çerçevede bir araya gelen kadınların
kararlılığını ortaya koyuyor. Tarihsel sürece baktığımızda, bu yürüyüşlerin
uzun vadede kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinde önemli değişimler sağladığını
görüyoruz.
*Vogue Türkiye Mart 2017 sayısında yayınlandı.
*Vogue Türkiye Mart 2017 sayısında yayınlandı.
No comments:
Post a Comment