10/02/2007

Bora Aksu'yla yolculuk




Her koleksiyonu yolculuk hikâyelerinden izler taşıyan Bora Aksu’nun Londra Moda Haftası’ndaki sonbahar- kış 2006-2007 defilesiyle günümüz Londra’sından “belle époque” dönemi Fransa’sına uzanan bir yolculuğa çıkmaya hazır mısınız? Öyleyse rehberiniz Seda Yılmaz’ı takip edin

Yolculuğumuz South Kensington’da moda haftası için hazırlanan çadırların yan yana sıralandığı Natural History Museum’da başlıyor. Saat başı yeni bir defileye ev sahipliği yapan çadırlardan biri bu sabah Bora Aksu’yu ağırlıyor. Çadırın içi öylesine renkli ve hareketli ki adeta Londra’nın puslu havasına nispet yapıyor. Gökyüzü somurtsa bile Bora ve ekibi daima gülümsüyor. Tüm ekip Bora’nın güler yüzü ve pozitif enerjisinden nasibini almış olmalı diye geçiriyorum içimden. Kuliste mankenlerin toprak renklerinden oluşan makyajları yapılırken podyumda son hazırlıklar sürüyor.
Herkes heyecan içinde işini yapmaya çalışırken gözüm askılardaki kıyafetlere takılıyor. Mankenlerin onları üzerlerine giyecekleri anı sabırsızlıkla bekliyormuş gibi bir halleri var. Tüvitler, kadifeler, ipekler, yünlüler ve derilerin aralarında konuştuklarına kulak misafiri olmak istiyorum. Bora’nın yolculuğunu onlardan dinlemek üzere askılara doğru yöneliyorum. “Bora’nın sonbahar koleksiyonunun hikâyesi Hz İbrahim’in yolculuğundan aldığı ilhamla başladı. Bu yolculuğun ne kadar süreceği ve Hz İbrahim’in nereye gideceği belli değildi. Ayrıca, 1. Dünya Savaşı sırasında Sarıkamış’ta şehit olan askerlerin yolculuğu da koleksiyonun içine sızan temalardan biri. Sarıkamış’a giden askerler de tıpkı Hz İbrahim’in yolculuğu gibi bilinmeze doğru yol alıyorlardı. Koleksiyon, İngiliz sanatçı Cathy de Monchaux’nun organik ve mimari şekillerine de atıfta bulunuyor. Bora yıllar önce Whitechapel’de Monchaux’nun sergisine gitmiş ve çalışmalarında deri, kumaş ve metal gibi farklı malzemeleri kullanarak tanımlanması zor organik şekiller yaratan sanatçıdan çok etkilenmiş,” diyor tüvit ve gururla ekliyor: “Bu koleksiyonda en çok bana rastlayacaksınız. Bora yine farklı dokuları birleştirmedeki ustalığını gösterdi. Beni incecik ipeklerle bir araya getirip şahane tasarımlar yarattı. Dökümlü ceketlerde de beni kullanarak koleksiyona maskülen bir dokunuş kattı.” İpek, tüvidi fazlaca kendini beğenmiş bulduğunu fısıldıyor kulağıma. “Kendini şovun gözdesi sanıyor. Bora’nın yaratıcılığı olmasa biz kumaşların hiçbir özelliği yok,” diyerek tüvitten duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor. “Ben, Bora’nın kadınlara özgürlük tanıyan ve feminenliği koruyan belle époque dönemine göndermelerde bulunduğu formlarda hayat buldum. Bu sezonun en belirgin özelliklerinden biri kıyafetlerin oldukça hacimli olması. Etekler ve elbiselerdeki hacimli görüntünün mimarı benim,” diyor. Kadife araya giriyor: “İpek Hanım ve Tüvit Bey, detaylar bensiz hiçbir şeye benzemezdi. Etekler, pantolonlar ve mankenlerin üzerindeki o koca koca hacimli trençkotlar benimle güzel.” Dantel, “Ben el emeği, göz nuruyum. Bora her koleksiyonuna benden bir parça koymayı ihmal etmez,” diyerek kadifenin sözünü kesiyor. Tam bu sırada derinin tüm kumaşların konuşmalarını bastıran sesi duyuluyor: “Bu kumaşların kavgası hiç bitmez. Bora mezuniyet defilesinden bu yana her koleksiyonunda beni kullanıyor olmasına rağmen onlar kadar yaygara koparmıyorum.” Kumaşlar arasındaki bu çekişmeye son vermek bana düşüyor. Hepsinin gönlünü alıyorum teker teker. “Sonbahar-kış sezonunun temalarına giden yol sizlerin başarıyla bir araya getirilmesinden geçiyor. Hepiniz harikasınız,” diyorum. Sonunda hepsinin yüzü gülüyor. Toprak renklerinin yanı sıra uçuk pembeler ve koyu yeşillerin hakim olduğu kumaşlar mankenlerin üzerlerindeki yerlerini almadan önce hep bir ağızdan “Yaşasın Bora!” diye bağırıyor. Bora’nın başarısını herkesten önce onlar kutluyor. Tam bu sırada “Herkes yerini alsın. Kıyafetler mankenlere giydirilmeye başlansın,” komutunu duyuyorum. Askılardaki kıyafetler göz kırpıyor bana son kez ve ben iyi şanslar diliyorum tüm kumaşlara ve Bora’ya. “Umarım kıyafetleri podyumda, mankenlerin üzerinde de beğenirsin,” diyor Bora. “Her koleksiyonumda olduğu gibi bunda da kişisel izlenimlerimden yola çıktım. Sonrasında bir sürü farklı öğe girdi tasarımlarımın içine. Örneğin, bu elbisede bir tutam punk akımını, bir ölçek Edwardian dönemle birleştirdim. Tabi içine hayallerimi de katmayı ihmal etmedim,” diyor uçuş uçuş bir elbiseyi göstererek.
Kulisten defilenin yapılacağı salona geçiyorum. İçerdeki kalabalık Bora’yla sonbahar yolculuğuna çıkmak için sabırsızlanıyor. Kumaşların sesini duyamayacaklar belki ama sundukları görsel şölene tanık olacaklar. Mankenler podyumda belirmeye başladığı anda tüm gözler Bora’nın yarattığı şaheserlere çevriliyor. Dökümlü ceketler, işlemeli elbiseler, dantel detaylar, kadife etek ve pantolonlar bir bir arz-ı endam ediyor podyumda. Herkes Bora’nın farklı kumaşları bir araya getirerek yarattığı tasarımları hayranlıkla izliyor. Bu sırada tüvidin “Bu sezonda benim zaferime tanık olacaksınız,” diye haykırdığını bir tek ben duyuyorum ve gülümsüyorum. Sonbahar yolculuğu Bora’nın izleyenleri selamlamasının ardından kopan alkışla birlikte son buluyor.
Kuliste Bora’yı ilk kutlayanlardan biri The Daily Telegraph gazetesinin moda yazarı Hilary Alexander oluyor. “Bayılıyorum senin tasarımlarına. Harika bir şovdu. Tebrik ederim,” diyor. Bora her zamanki alçak gönüllü gülümsemesiyle karşılık veriyor. Onu, yeni sezonda ağırlıklı olarak kullandığı tüvitten ayıran en önemli özelliği de bu işte. Hiçbir zaman zafer kazanmış bir komutan edasıyla hareket etmemesi ve mütevazılığından ödün vermemesi. Çadırdan ayrılırken Bora’yla yaptığım ilk röportaj geliyor aklıma. Her tasarımının içine bir tutam sevgi eklemeyi unutmadığını söylemişti bana. Sevgiyle yaptığımız her işin başkaları tarafından nasıl beğenildiğini konuşmuştuk. “Yemekler de sevgiyle pişirildiğinde daha lezzetli olur. Benim tasarımlarımdaki sevgiyi de hissediyor insanlar. Bu görünmeyen bir güç,” demişti. Bora’nın tasarımlarının alamet-i farikasının içlerine kattığı sevgide gizli olduğunu o zaman anlamıştım. İşte bu yüzden moda dünyası Bora’yla çıkılacak daha nice yolculukları dört gözle bekliyor.

No comments:

Post a Comment