25/01/2007
Andy Warhol'un elma şekeri
1960’larda New York gecelerinin ağırlamayı en sevdiği misafirler pop art sanatçısı Andy Warhol ve ilham perisi Edie Sedgwick’di. Warhol’un elinden düşürmediği elma şekeri Sedgwick’le birlikte 60’ların ‘youthquake’ ve pop sahnesinin perdesini aralıyoruz…
Gençlerin ayak seslerinin ilk kez duyulmaya başladığı 1960’larda Londra’da Mary Quant ve Twiggy’nin öncülüğünde başlayan youthquake, New York’ta Andy Warhol ve dönemin Bambi görünümlü ikonu Edie Sedgwick’le tüm dünyayı sarstı. Edie takma kirpiklerle süslediği iri gözleri, upuzun bacakları ve kırılgan görünümüyle sadece New York gece hayatının değil tüm dünyanın göz bebeği oldu. Onu ‘youthquaker’ olarak tanımlayan dönemin Vogue dergisi editörü Diana Vreeland Edie için “Harika bir görüntüsü var. Oksit sarısı saçları ve antrasit siyahı gözleriyle bir kuğuyu andırıyor.” demişti. Avantgarde giyim tarzı ve toplumun dayatmalarına baş kaldırmasıyla ‘youthquaker’ olmayı fazlasıyla hak ediyordu Edie. Gençliğe dair ne varsa içinde barındıran bu göz alıcı ve sıra dışı efsanenin hayat hikayesinin başrol oyuncuları ihtişam ve trajedi oldu. Bu yüzden Edie’nin hayatını en güzel ifade eden renk elma şekerinin parlak kırmızısından çok hüzünlü filmlerin siyah-beyazı.
Varlıklı bir ailenin kızı olarak 1943’te California, Santa Barbara’da dünyaya gözlerini açar Edie. Doktorlar psikolojik rahatsızlığından ötürü babasının kesinlikle çocuk sahibi olmaması gerektiği söylemiş olsa da, Edie ailenin sekiz çocuğundan biri olur. Edie ve kardeşleri kalıtsal psikolojik bir bozuklukla dünyaya gelirler. Ablası Sauice’nin deyimiyle Edie, sınırsız özgürlüğe sahip olduğu bir çocukluk geçirir. 1950’lerde çiftliklerinde petrolün bulunmasından sonra daha da zenginleşen Sedgwick ailesi çocuklarına ayrıcalıklı olduklarını daima hissettirirler. Ailenin sekiz çocuğu için anne ve babaları Yunan tanrıçaları kadar kusursuz ve mesafelidir. Sauice’ye göre hayatları yüzeyde çok mutlu gözükse de çiftlikleri cennet ve cehennemi bir arada yaşadıkları yerdir. Edie’nin daha lise yıllarında anoreksik olmasının nedenlerinden biri de ailesiyle arasındaki görünmez duvar olmuştur. Liseyi bitirdiğinde 15 yaşından beri alkolik olan abisinin kliniğe yatırılması Edie’nin ruh sağlığının bozulmasına neden olur. Babası Francis’in isteği üzerine o da Connecticut’taki Silver Hill kliniğinde tedavi görür bir süre. Tedavisi bitip de Massachusetts’e sanat eğitimi almaya gittiğinde bu enerji dolu muhteşem güzelliğe herkes aşık olur. 21 yaşında okuldan ayrılıp New York’a gitmeye karar verir Edie ve abisi Jonathan’a “New York’taki en ünlü kız ben olacağım.” der. İstediği 15 dakikalık ünden çok daha fazlasıdır.
Edie New York’ta
Edie New York’a vardığında tüket-at kültürünün tüm öğelerini sanatla birleştirmekten çekinmeyen pop art akımının çılgın çocuğu Andy Warhol’la tanışacağından habersizdir. Warhol o yıllarda stüdyosu Factory’de ‘süper starları’ Baby Jane Holzer, Ultra Violet ve Viva’yla underground filmler çekiyordu. Burası bir stüdyo olmaktan çok hedonizmi dolu dolu yaşayan ünlüler, sanatçılar ve parti tutkunlarının Warhol’un sıra dışı partilerine katıldığı bir gece kulübüydü. Göz alıcı parlaklıktaki gri duvarlar ve kitsch dekorasyon, Lou Reed ve Velvet Underground’un dinlendiği müziklerle buluşuyordu Factory’de.
Yüzyılın en yaratıcı ve en çok konuşulan ikililerinden Andy Warhol ve Edie Sedgwick, Ocak 1965’de reklamcı Lester Persky’nin dairesinde tanıştığında Factory yıldızını, Warhol da aradığı ünlü, zengin ve göz kamaştırıcı elma şekerini bulmuş oldu. Siyah göz makyajı, mini eteğinin üzerine giydiği mayosu ve beyaz vizon kürküyle Edie tek kelimeyle baş döndürücüydü. Sanatçı Rauschenderg bir galeri açılışında her zamanki gibi Warhol’a eşlik ederken tanıştığı Edie için “Özenle yaratılmış bir sanat eseri gibi” demişti. Warhol bu sanat eseriyle tüm sergilere ve açılışlara katıldı ve ikili New York parti sahnesinin ayrılmaz bir parçası oldu. Edie aralarında Vinyl, Kitchen, Poor Little Rich Girl, Chelsea Girls ve Outer and Inner Space’in de bulunduğu Warhol’un 12 kısa filminin yıldızı olarak iyice parladı. Filmlerin çoğunda, kullandığı uyuşturucuların ve alkolün etkisiyle rüyadaymış gibi görünen bir Edie vardı kameranın kadrajında. Çünkü o üne olduğu kadar uyuşturucuya da bağımlıydı. Warhol onu “gizemlerin bittiği yerdeki gizem.” olarak tanımlıyordu. Edie’nin kısacık saçlarını beyaza boyatması ve Warhol gibi giyinmeye başlamasıyla ikili daha da dikkat çekici hale geldi. Warhol mu Edie olmaya çalışıyordu, yoksa Edie mi Warhol? Ünlü yönetmen Truman Capote’ye göre “Edie, Andy’nin olmak istediği kişiydi. Andy, büyüleyici sosyetik kız olmayı arzuluyordu. Aslında o, Andy Warhol dışında herhangi biri olmayı Andy Warhol olmaya yeğlerdi.”
Factory yılları sona eriyor
Edie, Chelsea Otel’de yaşarken tüm zamanların en iyi müzisyeni Bob Dylan’la tanıştı ve ona duyduğu aşk hayatının akışını değiştirdi. Dylan’ın “Blonde on Blonde” albümünün ilham kaynağı olduğu söylentileri ortalıkta dolaşırken, Edie’nin ayakları yerden kesilmişti. Warhol’a Dylan’ın menajeriyle bir sözleşme imzaladığını söyleyerek Warhol’dan ayrıldı ve Factory sahnesinden çekildi. Belki de Warhol’un elma şekeri olmaktan sıkılmış, hayatında onu sevecek bir erkeğin ilgisini istemişti. Dylan’ın yanlış adres olduğunu öğrendiğinde ise her şey için çok geç olacaktı.
Edie’nin erkek kardeşi Jonathan, Dylan’ın kız kardeşinin ilk büyük aşkı olduğunu ve ondan olan bebeğini aldırmasını hayatının en mutsuz anı olarak tanımladığını söylemişti. Dylan ise 1985 yılında Rolling Stone dergisine verdiği röportajda “Muhteşem bir kızdı. Onu tanıyordum fakat aramızda herhangi bir ilişki olduğunu hatırlamıyorum. Eğer olsaydı sanırım hatırlardım.” dedi Edie için. Edie, Dylan’ın onun için söylediği bu sözleri hiçbir zaman öğrenemedi. Fakat Dylan’ın evlendiği haberini aldığında yaşadığı büyük şok ve kullandığı uyuşturucunun etkisiyle evinde çıkan yangını bile fark etmedi. “İki yılda bir kaza geçiriyorum. Bir gün kaza değil intihar olacak.” dedi kazanın ardından bir arkadaşına. Daima hayatın kıyısında yaşayan Edie sonunun yaklaştığını görmüş olmalıydı. Uyuşturucu bağımlılığının tedavisi için yattığı klinikteki hastalardan Michael Post’la evlenirken “Çok uzun süre diplerde yaşadım artık yeni bir hayata başlamak istiyorum.” demiş olsa da, evlendikten kısa bir süre sonra 28 yaşında aldığı uyku hapları ölüme götürdü Edie’yi.
Edie efsanesi sürüyor
Edie nev-i şahsına münhasır tarzıyla öldükten sonra yaşarken tahmin edebileceğinden çok daha fazla üne sahip oldu. Bu tarzı onu 1960’lar modası dendiğinde ilk akla gelen isimlerden biri yaptı. Carl Jung’a göre Edie gibi ikonik figürler gelecek yıllarda yaşayacaklarımızı birer mıknatıs gibi çekerek şekillendirir. Jung, bu figürlerin geçmişle geleceği birleştirme gücünün tesadüfi olmadığını ileri sürer.
Edie’nin 1960’larla günümüz arasındaki köprünün inşasında rol almasının en önemli nedenlerinden biri hiçbir moda akımının takipçisi olmadan kendi modasını yaratmış olması. Leopar kürk, siyah opak çorap, siyah-beyaz çizgili kazak, minicik elbiseler ve kocaman sallantılı küpeler Edie stilinin vazgeçilmezleriydi. Ünlülerin vintage giyinme tutkusu başlamadan yıllar önce Edie büyükannesinden kalan kürkler ve takıları kullanarak kendine özgü bir tarz yarattı. Warhol’la birlikte katıldığı partilerde Rudi Gernreich, Balenciaga, Yves Saint Laurent, Courréges ve Betsey Johnson tasarımı kıyafetleriyle daima ilgi odağı oldu. Betsey Johnson’a göre modadaki uniseks görüntünün yaratıcısı Edie.
Edie tarzı öylesine yüksek sesli oldu ki yankıları günümüze kadar ulaştı. Moda başkentlerindeki defileler önümüzdeki sezon Andy Warhol baskıları ve Edie Sedgwick elbiselerinin bizi karşılayacakları haberini verdiler. Fendi ve Chanel için hazırladığı koleksiyonlarla Edie’ye en çok gönderme yapan isim ise modanın büyük maestrolarından biri Karl Lagerfeld oldu. Lagerfeld’in Fendi için tasarladığı keskin hatlı lame, siyah ve beyaz mini elbiseler Edie esintileri taşıyor. Chanel’in geometrik desenli siyah beyaz elbisesi de Edie diye göz kırpıyor bizlere. Geçtiğimiz kış sezonunda da John Galliano’nun Dior defilesinin ilham perisiydi Edie. Görünen o ki Edie birçok yaratıcının hafızasının 1960’lar odacığında sakladığı imgenin içinde yer alıyor.
Huzurlarınızda Factory Girl
İlham perisi Edie, moda dünyasının ardından beyazperdede de bizleri selamlayacak. Birbirlerinin ayak izlerini takip etmeyi seven sinema ve moda dünyası bu kez Factory’nin yıldızı Edie’yi karşımıza çıkarıyor. Yönetmenliğini George Hickenlooper’ın yaptığı Factory Girl filminde hepimiz Edie’nin kısa hayat hikayesini izleyeceğiz. Hickenlooper, Edie evrensel olarak trajik bir figür olduğu için onun hayatını filme almaya karar verdiğini söyledi. Filmde Edie’yi İngiliz oyuncu Sienna Miller, Andy Warhol’u ise Guy Pearce canlandırıyor. Miller filmdeki rolü için “Kendini yok etmeye meyilli bir insanı canlandırmak oldukça farklı bir duyguydu. Edie ışığı olan heyecan verici bir kadındı. 60’ların en parlak isimlerinden biri fakat yanlış yönlendirildiği için yok olmuş.” dedi. Şubat 2007’de Amerika’da gösterime giren filmin Türkiye gösterimini sabırsızlıkla bekliyoruz.
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
'Carl Jung’a göre Edie gibi ikonik figürler gelecek yıllarda yaşayacaklarımızı birer mıknatıs gibi çekerek şekillendirir. Jung, bu figürlerin geçmişle geleceği birleştirme gücünün tesadüfi olmadığını ileri sürer.'
ReplyDeleteJung'ın böyle bir yazıda da karşıma çıkması hoş oldu.