26/11/2009

Londoncallinglondoncallinglondoncalling

Kısa süreliğine şehri terk-i diyar eyleme zamanı.
Şemsiyeyle seyahat edebildiğimi söylemiş miydim?
Just like Mary Poppins.

24/11/2009

Papatyalar açarken

Birlikte çalıştığım arkadaşım, bir keresinde Moschino'nun Milano'daki ofisine gittiğini anlatırken "İçerisi Alice Harikalar Diyarı'nda" gibiydi diyerek tasvir etti gördüklerini. Moschino Cheap&Chic'in ilkbahar-yaz 2010 koleksiyonuna bakınca da Alice olası gelmiyor mu insanın? Papatya gözlükler yetmemiş, papatya desenli elbisenin göğüslerinde papatyalar açmış. Diğerinde kalp, dışarı çıkıvermiş. İnsan, bu elbise üzerindeyken aşık olursa dışarıdaki kalbi bu heyecana dayanamayıp daha hızlı atmaya başlayabilir mi acaba? Ve son olarak renk cümbüşü, formuyla oynanmış bir gömlekle birlikte giyilen bloomer shorts (kendilerine iç donu demeyi uygun görüyorum) gözlerimize iyi geliyor.






Seeing spots



Gözlerimin önünde puantiyeler belirmesi iyiye dalalet. WGSN'de ilkbahar-yaz 2010 koleksiyonlarını hatmederken Chris Benz'in rengarenk puantiyeleriyle karşılaştığımdan olsa gerek. Kocaman yuvarlaklar mini ebatlılarla kol kola girmiş. Hınzır bir yanı var bunların. Her daim gülümsetiyorlar beni.

Puantiyesiz bir Comme des Garçons koleksiyonu düşünülebilir mi? Asla!

19/11/2009

Feeling green


"Everyone carries a room about inside them. This fact can be proved by means of the sense of hearing. If someone walks fast and one pricks up one's ears and listens, say at night when everything round about is quiet, one hears, for instance, the rattling of a mirror not quite firmly fastened to the wall."

Max Richter'ın 'Blue Notebooks' isimli şaheserinin başında duyulur yukarıdaki cümleler.
'Feeling blue' İngilizce'nin en sevilesi kalıplarından bir tanesi benim için. Bugün, arkadaşımın "Çok bedbahtım" sözcüklerini İngilizce'ye çevirecek olsam bu ruh halini 'mavi hissetmek'le anlatırdım.
Bu aralar ne renk olduğumu bilemez haldeyim. Dün, pek ünlü bir sanatçıyla yaptığım röportajın üzerimdeki etkisi hayalkırıklığı oldu. Kendisinin kullandığı kimyevi maddelerin etkisiyle zırvalamaları röportajı bir felakete dönüştürdü.
Şimdi'de karışık düşüncelerimi tasnifleyip beynimin iş, aşk, hayal odalarını düzenleyebileceğimi düşündüm. Nafile.
Her yol işe çıktı.
Neyse ki 'mavi hissetmiyorum.'
Yeşil hissedin. Yaza hazırlık. Özellikle de yukardaki fotoğraftaki duvarların yeşilinden. Spring-summer koleksiyonlarında bu retro yeşilini çok göreceksiniz.
Kelimeler akın akın geliyor parmaklarımın ucuna.
Lakin zaman kısıtlı.
Uyku kıymetli.
Müsadenizle.

18/11/2009

Organik senfoni orkestrası konseri

Huzurlarınızda orkestra şefleri Seray Cengiz ve Sena Çevik'in liderliğinde yaratılan Boa markasının sonbahar-kış koleksiyonu! Sanatçı Sena'nın illüstrasyonlarıyla bezeli olan parçaların her birinin bir sanat eseri muamelesi görmesi gerektiğini hatırlatırım.
Muhtemel soru "Ay bayıldım nerede bulurum?"un cevabı:
Beymen Blender mağazaları, Cihangir'in yenisi Fashion Project (gezilip, görülüp, yazılacak yakında) ve Addressistanbul'daki Maybe Shop.







14/11/2009

Under Construction


Mail kutumda okunmayı bekleyen 89 adet mektup, makus talihine boyun eğmiş günlüğüm, baş ucumda gözü yaşlı duran 'The Unabridged Journals of Sylvia Plath' kitabım ve en önemlisi terk edilmiş blog'um... Yine iş yapmaktan (aka yazı yazmak) başka hiçbir şeye vakit ayıramadığım zamanlardayım. Yapboz hayatımın parçalarını yerine oturturken böyle bir dönemden geçmek sürpriz değil. Yapım aşamasındayım. Normalize olacağım. Soon.

08/11/2009

2 ters, 1 düz

Örgü giysiler, babaannemin kalın şişlerini ve tabi "2 ters, 1 düz" kalıbını çağırıyor zihnimin derinliklerinden. Bu imgeleri, Sonia Rykiel'in nüktedan trikoları takip ediyor. Artık Sonia Rykiel'e eşlik eden yeni konuklar da var belleğimde. Bugüne kadar bu alanda en çok ilgimi celbedenler, Louise Goldin ve Mark Fast olmuştu. Şimdi bunlara bir de Derek Lawlor eklendi. İlk kez London Fashion Week'te ilkbahar-yaz '10 koleksiyonunu sunan Lawlor'ın örgüleri, cilalı kordonlarla bezeli olmalarıyla farklılıklarını ortaya koyuyor. Dairesel kordonlar, örgülere bir ölçek eşsizlik katıyor. Artık Lawlor'ın Japon zırh giysilerinden esinlenerek tasarladığı örgülerini zihne kaydetmenin vaktidir.





Eyes wide open


GÖZlerinizin tül perdelerini aralayın ve GÖRün!









07/11/2009

Cherry cherry lady

Gwyneth Paltrow ve Coldplay'in Chris Martin'i aşklarının 'meyvesi'ne 'Apple' ismini vermişlerdi. Ben de gökten zembille inecek olan veya leyleklerin bir sepette getireceği kızımı, 'Cherry' diye çağırmak isteyebilirim.
Bir İngiliz aile kızlarına Cherry ismini koymayı akıl etmiş. Ve bu kız da insan ebatlarında oyuncak bebekler yaratmayı aklına takmış. Yarattığı bebekler, Londra'daki Harvey Nichols'ın üçüncü katında sergilenmiş.
Gökten üç kiraz düşmüş. Biri bana, biri Londra'ya, biri de size.




03/11/2009

Ceketini giy, üşürsün

Hava buz gibi. Lahana misali giyindiğim günler geldi çattı. Biz üşürüz de kitaplarımız üşümez mi sanıyorsunuz. Sonunda onların sıcaklığını düşünen birileri çıkmış. New York soğuklarında donmamaları için 'kitap ceketleri' tasarlanmış. Illüstrasyonları sayesinde oldukça afili ceketler ortaya çıkmış gerçekten.

Less vs. MORE

Bir partide fotoğrafladığım bu dövme, dövme konseptine mesafeli durmama rağmen beni bile etkiledi. 'Less is more' felsefesini düşünüyorum şimdi. Genellikle ayaklı renk kartelası gibi gezdiğim için 'az' olmayı başaramıyorum. Baştan ayağa siyahlara bürünmek fikri beni ürkütüyor. En ağırbaşlı siyah elbiseyi bile küçük bir detayla kendime çeviriyorum. Ancak, 'az' olma halini başaranlara saygı duyuyorum. Çevremde bunu kotaran iki arkadaşım var. Biri, İsveçli tipine yaraşır siyah dökümlü pantolonları, beyaz gömlekleri ve Oxford ayakkabılarıyla 'az' tarzlılar listemde. Diğeriyse, ipek pantolonlarını, atletler ve boyfriend ceketleriyle birlikte giyerken gece-gündüz clutch bag'le gezmesiyle hayranlığımı topluyor. Biraz androjen ve su katılmamış minimal.

02/11/2009

Moda başkenti olma çabaları

2100 yılında modanın başkenti olma yolunda elimizden geleni ardımıza koymuyoruz. Nur topu gibi bir ‘Fashionable İstanbul’umuz oldu.

Moda ve etrafını saran mitlere uzaktan baktığınızda göz kamaştırıcı giysiler, muhteşem güzellikte kadınlar ve hedonizmin dorukta olduğu partiler görüyorsunuz. Fashionable İstanbul’un kapanış defilelerine (Vivienne Westwood ve Missoni) ve Anjelique’teki after party’lerine katılmış biri olarak modayı büyüteçle göstermek boynumun borcu. Aslında tüm dev moda haftaları sona ermişken bize dünya modasının kırıntıları kaldı ama olsun. Türk modasının ‘ileri gelenleri’ yapılı saçları ve gece elbiseleriyle ön saflardaydı (front row olarak okuyunuz). Dünyada bu sıralara Hollywood ünlüleri ve moda editörleri konuşlanırken bizde bilmem kimin karısı kontenjanından ön sırada olmak bir statü sembolüydü. Hem defilelere ön sıradan, hem de partiye canı gönülden katılan iki yaşlı teyzenin kimliklerine dair sır perdesini aralayamadım. Defilelerin gerçek bir podyumda, gerçek modellerle (aralarında Lily Donaldson ve Jessica Stam’in bulunduğu bir model güruhu) yapılması güzeldi tabii. Siyahların hakim olduğu alanda podyumun her yerinin aynalarla kaplanması derinlik hissi yaratmıştı. Ancak daha önce gördüklerimizin ısıtılıp tekrar sunulmasını pek sevmedim. Defileler üzerine ahkam kesme işini ülkemizin nadide ‘moda kalemleri’ne bırakarak geceden detaylara geçiyorum. Dame Viv, turuncu saçları ve aynı turunculuktaki elbisesiyle her zamanki İngiliz egzantrikliğindeydi. Örgücü Missoni’nin varisi Angelo Missoni ve çocukları tipik bir İtalyan ailesi profili çizdiler. Bruce Willis, Missoni defilesi başlamadan biraz önce çadıra girdiğinde tüm flaşlar patlamaya başladı. Anjelique’te yakından gördüğümde aklımdan tek bir soru geçti “Mavi Ay’dan bu yana saçlarını kazıtmak dışında yüzünde tek bir deformasyon olmamasını neye borçlu acaba?” Anjelique, modeller ve ünlü isimlerle epey şenlikliydi. Giriş katta Elle dergisinin partisi vuku bulurken üst katta çok özel isimlerin davetli olduğu bir başka parti vardı. Meraklı moda insanlarının gözü yukarıdaydı. Orada neler oluyordu? Aslında pek de bir şey olmadı. Missoni ailesi ve havarileri, Türk sosyetikleri ve yabancı model-DJ-ünsüz-ama-cool tipler oradaydı. Oğul Francesco Missoni’yle aynı masayı paylaşınca kendisinin şehrimizin güzelliklerinden ziyade güzel kadınlarla ilgilendiğine şahit oldum. Yan masadaki Lily Donaldson, yanındaki arkadaşıyla birbirlerine leblebi atma oyunu oynadı. Gecenin en çok eğleneni de 22 yaşındaki bu İngiliz modeldi bence. İçkiler su gibi akmadı, insanlar çılgınca eğlenmedi ve her taraftan moda fışkırmadı. Yine de moda şehrimizde durakladı ve bu duraklama vesilesiyle bir dolu partiye katılmak eğlenceli oldu.

(Time Out dergisinin Kasım sayısında yer almıştır)