Karaköy'e ruh kazandıran Souq'ta bu hafta sonu Dedemin Çarıkları var. Zanaatkâr dedemin el emeği çarıklarını keşfetmek ve bana "Merhaba" demek isterseniz beklerim :)
20/05/2015
12/05/2015
Beyoğlu'nun sesini duyun
İstiklal Caddesi'nden Gölge Kahve'ye doğru gitmek üzere sokağa girdiğimde ürperiyorum. "Ya yerinde yoksa?" diyor içimden bir ses. Beyoğlu'nda sevdiğim mekânların sayısı bir bir azalırken Gölge Kahve yerinde duruyor mu acaba? Neyse ki şimdilik yerinde. Jazz tınıları eşliğinde çalışırken buranın sahiplerinden biriyle hoşbeş ediyoruz. "Vahşi tüketim ve kapitalizmin ortasında kaldık" diyor. Beyoğlu'nun profilinin ne kadar değiştiğinden söz ediyoruz. Onunla konuşurken Birgün'ün Pazar Eki'nde içim burularak okuduğum Meltem Gürle'nin yazısı geliyor aklıma. Ve severek gittiği Laterna Kafe'nin kapanışının ardından söyledikleri "Laterna Kafe'yi geçen ay mühürlediler. Hepimizin halini hatrını soran, şakalarıyla yüzümüzü güldüren, sevdiğimiz reçelden kavanoza koyup yanımıza veren Şeker Teyze'yi de ağlatarak dükkânından kovdular."
Beyoğlu'nda pek çok bina rant uğruna büyük şirketlerin pençesine düşüyor. Türk kahvesinin hasını içtiğiniz Mandabatmaz'ı bilir misiniz? Yakında oranın da kapandığını duyabilirsiniz. Buraların kaderi, gözünü para hırsı bürümüş takım elbiseli, asık suratlı adamların elinde. Üyelikle girilen havalı kulüpler de zincir oteller de Beyoğlu'nun ruhundan iştahla bir parça koparıyor.
Bari siz Beyoğlu'nu başıboş bırakmayın. Zincir mağazalardan bir tişört daha satın almak yerine burada ayakta kalmaya çalışan kafelerde bir şeyler yiyip için.
06/05/2015
Modanın sonu, değişimin başlangıcı
Ünlü trend avcısı Lidewij Edelkoort, hazırladığı Anti_Fashion Manifesto’yla
modanın öldüğünü ilân etti. Yas tutmak yerine, geleceğin fikirlerini
avlamak için çılgınca bir merak duyduğunu söyleyen Edelkoort’un öngörülerine
kulak veriyoruz.
Moda başkentlerinde 2015 sonbahar-kış sezonu defileleri sergilenirken
Lidewij Edelkoort, Güney Afrika’daki Design Indaba Festivali’nde 2016 ilkbahar-yaz
sezonu için trend tahminlerini paylaştı ve modanın sonunun geldiğini duyurduğu
Anti_Fashion Manifesto’yu okudu. 10 maddelik manifesto, moda endüstrisinin
açmazlarını net bir şekilde ortaya koyuyordu. O esnada sokak modası
fotoğrafçısı Tommy Ton’un kamerasına gülümseyen zamane stil ikonlarının, soluksuz
koleksiyon üretmek durumunda olan moda tasarımcılarının, Bangladeş’te kötü
şartlarda çalışarak hızlı modaya giysi yetiştirmekle uğraşan tekstil işçilerinin
ve oburca kıyafet satın alan tüketicilerin henüz bu manifestodan haberi yoktu
muhtemelen. Fakat Edelkoort’un şaşmaz tahminleri uzun vadede gerçeğe
dönüştüğünde endüstriye dahil olan herkes bu durumdan etkilenecek gibi
görünüyor.
65 yaşındaki trend avcısıyla, sayısız iş seyahatinin duraklarından biri
olan İstanbul’da bir otel odasında buluştuğumda, “Hayatım boyunca modayla
yaşadım ve modayı seviyorum. Dolayısıyla manifestoyu yazmak benim için hiç
kolay değildi. Hatta üzücüydü” diyerek söze başlıyor. Peki neden şimdi? “Çünkü
moda artık kendini çeviremiyor. 2015 sonbahar-kış defilelerinin sergilendiği
moda haftalarını geride bıraktık. Belli başlı gazeteciler defilelerde hiçbir
yenilik olmadığını ve trendlerin bittiğini yazdı. Paris’te, Zoolander filminin
oyuncuları Ben Stiller ve Owen Wilson’ın Valentino defilesine çıkması olay
yarattı. Geçmişte Yves Saint Laurent’ın fiyonk yakalı transparan bluzu
gazetelerin ilk sayfasında yer alırdı. Artık sadece giysiler yetmiyor, onlar
ancak iki aktör ve bir film duyurusuyla birlikte haber değeri taşıyor. Moda,
kendi kuyusunu kazdı.” Yine de karamsar değil. Moda endüstrisini 21. yüzyıla
uygun hale gelecek şekilde yeniden yapılandırmak gerektiğine inanıyor. Ona göre
asıl değişim şimdi başlıyor.
Geleceğin peşinde
Lidewij Edelkoort sosyo-kültürel trendlerin gelişimini inceleyen bir
gelecek arkeoloğu. Arkeologlar geçmişin parçalarını birleştirerek günümüzü anlamaya
çalışırken, Edelkoort, geleceğe dair tahminlerinden bir bütün oluşturarak
global eğilimlerin gidişatını gözlemliyor. Bunu yaparken de tamamen sezgileriyle
hareket ediyor. Sezgilerini bir atlet gibi eğittiğinden söz ederken “Hayatım
boyunca sezgilerimi geliştirmekle uğraştım. İlk başta onları dinlemiyordum.
Sezgilerim “Neon renklere odaklan” dediğinde, beynim “Yine mi neon?” diyordu.
Trendleri yakalamanın kreatif bir yanı yok. Neredeyse mekanik olduğunu bile
söyleyebilirim. Onları ele alış biçimim, kelimelere dökme şeklim ve onlara
verdiğim isimler fark yaratıyor. İşin kreatif yanı burada” diyor.
2003’te, TIME dergisinin Modadaki En Etkili 25 İnsan listesine giren trend
avcısının bugüne kadar çalıştığı moda markaları arasında Donna Karan, Gucci,
Camper, GAP, Marks & Spencer, Cerruti, Zegna ve Esprit var. Tekstilden
kozmetiğe, yeme-içmeden tasarıma farklı alanlardaki global markalar, Paris
merkezli şirketi Trend Union’da hazırladığı trend kitaplarına adeta kutsal
kitap muamelesi yapıyor. Hal böyle olunca, modanın sonunun geldiğini duyurduğu
manifesto da büyük ses getirdi.
Edelkoort, modanın içinde bulunduğu çıkmazla ilgili pek çok sebep öne
sürüyor. Tekstil endüstrisinde ustalığın kaybı, giysi üreten fabrikalardaki
kötü çalışma koşulları ve sadece beğendikleri şeyleri paylaşıp, beğenmedikleri
hakkında fikir beyan etmeyen, “like” jenerasyonu olarak adlandırdığı
blogger’larla markalar arasındaki yakın ilişkiler bunlardan bazıları. Modanın
artan hızıyla birlikte tasarımcıların maruz kaldıkları gerilimle ilgili de
söyleyecekleri var. “Viktor & Rolf ve Jean Paul Gaultier’nin hazır giyim
koleksiyonu tasarlamayı bırakmaları ciddi bir gösterge. Sektörün baskısından
yorgun düştüler. Tasarımcılar bir marka için koleksiyon hazırlarken, markanın
DNA’sını yansıtan kilit parçaları, bir önceki sezonun en iyi satanlarının
tekrarını ve sezonun ruhunu yansıtan tasarımları yapmak zorundalar.
Yaratıcılıklarını gösterebilecekleri kreasyon sayısı 10’u geçmiyor. Bu sistem
onlara yaratıcılık alanı tanımıyor. Sektörün doyumsuzluğu sistemi bu hale
getirdi.”
Bu noktada tüketici olarak bizlerin doyumsuzluğu da rol oynuyor aslında.
Tüketim miktarı o kadar fazla ki üretilenler gözümüzde değerini yitiriyor.
Edelkoort, hızlı tüketilen ucuz markaların, kıyafetleri prezervatif gibi
kullanıp atabileceğimiz mesajını verdiğine inanıyor. “Toplu üretilen ürünlerde
her şey makinelerle ve köle gibi çalıştırılan insanlarla yapılıyor. Bu insanlar
sektöre daha fazla kıyafet sağlamak için ölüyorlar.“ Edelkoort’un, zaman zaman
dillendirilen gerçekleri olanca çıplaklığıyla anlatması, manifestodaki
argümanlarına ne kadar güvendiğini gösteriyor.
Sırada ne var?
Edelkoort, “Giysileri yüceltelim” diyerek manifestoya son verdi. Bunun ne
anlama geldiğini merak ediyorum. “Bir ceketin kesimine, bir elbisenin desenine
veya jakarın dokumayla karışımına odaklanacağız. Böylece giysilere duyduğumuz
aşkı alevlendireceğiz. Giyinmenin ne demek olduğunu yeniden keşfedeceğiz.” Kıyafetlere
değer verildiğinde onların güzelleştiklerine inanıyor. Anlık bir kararla yeni
bir kıyafet satın almak yerine, gardıropta giyilmeyi bekleyen parçalara bir göz
atmak hiç fena fikir değil.
Modanın tükenişinden bahsediyor olsak da Edelkoort gelecekle ilgili iyimser.
”Phoebe Philo, Stella McCartney ve Isabel Marant gibi kadın tasarımcılar sadece
kıyafet tasarladıklarını vurguluyorlar. Maje, Comptoir des Cotoniers, Vanessa
Bruno, Paul & Joe gibi köprü markaların büyümeleri de sessiz bir devrime
işaret ediyor. Bu markalar çok az reklam yapmalarına rağmen gelişiyorlar. Çünkü
“gerçek” kıyafetler satıyorlar. Tek bir ürüne odaklanan markaların arttığını
göreceğiz. Ayrıca haute couture önem kazanacak. Couture hiçbir zaman modayla
ilgili olmadı. Bu alanda tamamen kıyafetler ve onların kesimi, formu, kalıbı ön
planda. ‘Semi-couture’ veya kişiye özel dikim yükselişe geçecek.”
Biz her sezon yepyeni trendlerle modanın tazelendiğini düşünüyor olsak da
Edelkoort trendlerin çok yavaş geliştiğini söylüyor. “Bir giysinin kilit
trendler arasına girmesi için 10 yıl gerekiyor. Mesela, gömlek ve bluzlar yavaş
yavaş geri dönüyor. İnsanlar tişört giymeye alıştılar, gövdeleri ve duruşları
da buna göre şekil aldı. Dolayısıyla bu trend zamana yayılacak.” Sosyal medya
sayesinde her trendi hızla paylaştığımızı zannederken gerçekte gelişme hızının
düşük olması ironik değil mi?
Bilgi paylaşımı artsa da, teknoloji müthiş bir hızla ilerlese de insanın
geleceğin bilinmezliğini anlamlandırma çabası hiç bitmiyor. “Henüz bizim
farkında olmadığımız ama sizin kokusunu aldığınız bir trend var mı?” diye
soruyorum. “Arkeolojik fikirlerle ilgilenme
eğiliminde olacağız. 20. yüzyıla bakmak yerine milattan önceki dönemleri
anlamaya çalışacağız. İnsanoğlunun vahşiliğinin her yanı sardığı, insan
olmaktan utandığımız bir dönemdeyiz. İlk insanların yaşayışlarını incelemek,
içinde bulunduğumuz dönemi atlatabileceğimize dair umut verecek.”
Söylediklerini deşifre etmek istercesine devam ediyor: “Bir zamanlar Lyon Tekstil
Müzesi’nde Mısır Uygarlığı’na ait yatay pilili çay rengi bir elbise görmüştüm.
Bu elbiseye bakmak beni günümüze taşıdı ve Issey Miyake’yi gözümün önüne
getirdi. Eski uygarlıklardan parçalar zaman makinesi işlevi görür.” Yüzü daima
geleceğe dönük bir trend avcısı olan Edelkoort, geçmişten yola çıkarak geleceğe
ulaşmanın sırrını biliyor.
*Vogue Türkiye Nisan sayısında yayınlandı.
Subscribe to:
Posts (Atom)