06/05/2015

Modanın sonu, değişimin başlangıcı


Ünlü trend avcısı Lidewij Edelkoort, hazırladığı Anti_Fashion Manifesto’yla modanın öldüğünü ilân etti. Yas tutmak yerine, geleceğin fikirlerini avlamak için çılgınca bir merak duyduğunu söyleyen Edelkoort’un öngörülerine kulak veriyoruz.



Moda başkentlerinde 2015 sonbahar-kış sezonu defileleri sergilenirken Lidewij Edelkoort, Güney Afrika’daki Design Indaba Festivali’nde 2016 ilkbahar-yaz sezonu için trend tahminlerini paylaştı ve modanın sonunun geldiğini duyurduğu Anti_Fashion Manifesto’yu okudu. 10 maddelik manifesto, moda endüstrisinin açmazlarını net bir şekilde ortaya koyuyordu. O esnada sokak modası fotoğrafçısı Tommy Ton’un kamerasına gülümseyen zamane stil ikonlarının, soluksuz koleksiyon üretmek durumunda olan moda tasarımcılarının, Bangladeş’te kötü şartlarda çalışarak hızlı modaya giysi yetiştirmekle uğraşan tekstil işçilerinin ve oburca kıyafet satın alan tüketicilerin henüz bu manifestodan haberi yoktu muhtemelen. Fakat Edelkoort’un şaşmaz tahminleri uzun vadede gerçeğe dönüştüğünde endüstriye dahil olan herkes bu durumdan etkilenecek gibi görünüyor.

65 yaşındaki trend avcısıyla, sayısız iş seyahatinin duraklarından biri olan İstanbul’da bir otel odasında buluştuğumda, “Hayatım boyunca modayla yaşadım ve modayı seviyorum. Dolayısıyla manifestoyu yazmak benim için hiç kolay değildi. Hatta üzücüydü” diyerek söze başlıyor. Peki neden şimdi? “Çünkü moda artık kendini çeviremiyor. 2015 sonbahar-kış defilelerinin sergilendiği moda haftalarını geride bıraktık. Belli başlı gazeteciler defilelerde hiçbir yenilik olmadığını ve trendlerin bittiğini yazdı. Paris’te, Zoolander filminin oyuncuları Ben Stiller ve Owen Wilson’ın Valentino defilesine çıkması olay yarattı. Geçmişte Yves Saint Laurent’ın fiyonk yakalı transparan bluzu gazetelerin ilk sayfasında yer alırdı. Artık sadece giysiler yetmiyor, onlar ancak iki aktör ve bir film duyurusuyla birlikte haber değeri taşıyor. Moda, kendi kuyusunu kazdı.” Yine de karamsar değil. Moda endüstrisini 21. yüzyıla uygun hale gelecek şekilde yeniden yapılandırmak gerektiğine inanıyor. Ona göre asıl değişim şimdi başlıyor.

Geleceğin peşinde
Lidewij Edelkoort sosyo-kültürel trendlerin gelişimini inceleyen bir gelecek arkeoloğu. Arkeologlar geçmişin parçalarını birleştirerek günümüzü anlamaya çalışırken, Edelkoort, geleceğe dair tahminlerinden bir bütün oluşturarak global eğilimlerin gidişatını gözlemliyor. Bunu yaparken de tamamen sezgileriyle hareket ediyor. Sezgilerini bir atlet gibi eğittiğinden söz ederken “Hayatım boyunca sezgilerimi geliştirmekle uğraştım. İlk başta onları dinlemiyordum. Sezgilerim “Neon renklere odaklan” dediğinde, beynim “Yine mi neon?” diyordu. Trendleri yakalamanın kreatif bir yanı yok. Neredeyse mekanik olduğunu bile söyleyebilirim. Onları ele alış biçimim, kelimelere dökme şeklim ve onlara verdiğim isimler fark yaratıyor. İşin kreatif yanı burada” diyor.

2003’te, TIME dergisinin Modadaki En Etkili 25 İnsan listesine giren trend avcısının bugüne kadar çalıştığı moda markaları arasında Donna Karan, Gucci, Camper, GAP, Marks & Spencer, Cerruti, Zegna ve Esprit var. Tekstilden kozmetiğe, yeme-içmeden tasarıma farklı alanlardaki global markalar, Paris merkezli şirketi Trend Union’da hazırladığı trend kitaplarına adeta kutsal kitap muamelesi yapıyor. Hal böyle olunca, modanın sonunun geldiğini duyurduğu manifesto da büyük ses getirdi.

Edelkoort, modanın içinde bulunduğu çıkmazla ilgili pek çok sebep öne sürüyor. Tekstil endüstrisinde ustalığın kaybı, giysi üreten fabrikalardaki kötü çalışma koşulları ve sadece beğendikleri şeyleri paylaşıp, beğenmedikleri hakkında fikir beyan etmeyen, “like” jenerasyonu olarak adlandırdığı blogger’larla markalar arasındaki yakın ilişkiler bunlardan bazıları. Modanın artan hızıyla birlikte tasarımcıların maruz kaldıkları gerilimle ilgili de söyleyecekleri var. “Viktor & Rolf ve Jean Paul Gaultier’nin hazır giyim koleksiyonu tasarlamayı bırakmaları ciddi bir gösterge. Sektörün baskısından yorgun düştüler. Tasarımcılar bir marka için koleksiyon hazırlarken, markanın DNA’sını yansıtan kilit parçaları, bir önceki sezonun en iyi satanlarının tekrarını ve sezonun ruhunu yansıtan tasarımları yapmak zorundalar. Yaratıcılıklarını gösterebilecekleri kreasyon sayısı 10’u geçmiyor. Bu sistem onlara yaratıcılık alanı tanımıyor. Sektörün doyumsuzluğu sistemi bu hale getirdi.”

Bu noktada tüketici olarak bizlerin doyumsuzluğu da rol oynuyor aslında. Tüketim miktarı o kadar fazla ki üretilenler gözümüzde değerini yitiriyor. Edelkoort, hızlı tüketilen ucuz markaların, kıyafetleri prezervatif gibi kullanıp atabileceğimiz mesajını verdiğine inanıyor. “Toplu üretilen ürünlerde her şey makinelerle ve köle gibi çalıştırılan insanlarla yapılıyor. Bu insanlar sektöre daha fazla kıyafet sağlamak için ölüyorlar.“ Edelkoort’un, zaman zaman dillendirilen gerçekleri olanca çıplaklığıyla anlatması, manifestodaki argümanlarına ne kadar güvendiğini gösteriyor.


Sırada ne var?
Edelkoort, “Giysileri yüceltelim” diyerek manifestoya son verdi. Bunun ne anlama geldiğini merak ediyorum. “Bir ceketin kesimine, bir elbisenin desenine veya jakarın dokumayla karışımına odaklanacağız. Böylece giysilere duyduğumuz aşkı alevlendireceğiz. Giyinmenin ne demek olduğunu yeniden keşfedeceğiz.” Kıyafetlere değer verildiğinde onların güzelleştiklerine inanıyor. Anlık bir kararla yeni bir kıyafet satın almak yerine, gardıropta giyilmeyi bekleyen parçalara bir göz atmak hiç fena fikir değil.

Modanın tükenişinden bahsediyor olsak da Edelkoort gelecekle ilgili iyimser. ”Phoebe Philo, Stella McCartney ve Isabel Marant gibi kadın tasarımcılar sadece kıyafet tasarladıklarını vurguluyorlar. Maje, Comptoir des Cotoniers, Vanessa Bruno, Paul & Joe gibi köprü markaların büyümeleri de sessiz bir devrime işaret ediyor. Bu markalar çok az reklam yapmalarına rağmen gelişiyorlar. Çünkü “gerçek” kıyafetler satıyorlar. Tek bir ürüne odaklanan markaların arttığını göreceğiz. Ayrıca haute couture önem kazanacak. Couture hiçbir zaman modayla ilgili olmadı. Bu alanda tamamen kıyafetler ve onların kesimi, formu, kalıbı ön planda. ‘Semi-couture’ veya kişiye özel dikim yükselişe geçecek.”

Biz her sezon yepyeni trendlerle modanın tazelendiğini düşünüyor olsak da Edelkoort trendlerin çok yavaş geliştiğini söylüyor. “Bir giysinin kilit trendler arasına girmesi için 10 yıl gerekiyor. Mesela, gömlek ve bluzlar yavaş yavaş geri dönüyor. İnsanlar tişört giymeye alıştılar, gövdeleri ve duruşları da buna göre şekil aldı. Dolayısıyla bu trend zamana yayılacak.” Sosyal medya sayesinde her trendi hızla paylaştığımızı zannederken gerçekte gelişme hızının düşük olması ironik değil mi?

Bilgi paylaşımı artsa da, teknoloji müthiş bir hızla ilerlese de insanın geleceğin bilinmezliğini anlamlandırma çabası hiç bitmiyor. “Henüz bizim farkında olmadığımız ama sizin kokusunu aldığınız bir trend var mı?” diye soruyorum. “Arkeolojik fikirlerle ilgilenme eğiliminde olacağız. 20. yüzyıla bakmak yerine milattan önceki dönemleri anlamaya çalışacağız. İnsanoğlunun vahşiliğinin her yanı sardığı, insan olmaktan utandığımız bir dönemdeyiz. İlk insanların yaşayışlarını incelemek, içinde bulunduğumuz dönemi atlatabileceğimize dair umut verecek.” Söylediklerini deşifre etmek istercesine devam ediyor: “Bir zamanlar Lyon Tekstil Müzesi’nde Mısır Uygarlığı’na ait yatay pilili çay rengi bir elbise görmüştüm. Bu elbiseye bakmak beni günümüze taşıdı ve Issey Miyake’yi gözümün önüne getirdi. Eski uygarlıklardan parçalar zaman makinesi işlevi görür.” Yüzü daima geleceğe dönük bir trend avcısı olan Edelkoort, geçmişten yola çıkarak geleceğe ulaşmanın sırrını biliyor. 

*Vogue Türkiye Nisan sayısında yayınlandı.

No comments:

Post a Comment