Kişisel öyküsünü olduğu gibi
yapıtlarına akıtan, yaşadıklarını sanatıyla dışa vuran bir sanatçı Louise
Bourgeois. Akbank Sanat, “Louise Bourgeois: Dünyadan Büyük” sergisiyle 20.
yüzyılın öncülerinden olan sanatçının kadınlığı sorgulatan ve öze dokunan eserlerini
izleyiciyle buluşturuyor.
98 yıllık yaşamı boyunca Louise Bourgeois’nın en zengin malzemesi kendisi
oldu. Bourgeois, iç dünyasında yol alırken uyanan kaygı, öfke, korku ve acı
gibi hislerini sanatıyla bütünleştirdi. Ona göre sanat, akıl sağlığının
garantisiydi. Varoluşsal açmazlarını sanatla çözümlemeye çalışırken ürettiği
yapıtlar daima zamanının çok ötesinde oldu. Kadınlık olgusunu ele alış tarzıysa
onu feminist sanatın en güçlü isimlerinden kıldı. Yaptığı heykeller, resimler
ve grafik baskılarla hayatıyla sanatını iç içe geçirdi.
Bourgeois, 1911’de Paris’te hali vakti yerinde bir ailenin kızı olarak
dünyaya geldi. Yumuşak huylu ve pasif annesi, asabi ve dominant babasıyla
geçirdiği çocukluğunu hayatı boyunca sorguladı. 81 yaşındayken günlüğüne,
“Louise, başka bir aile arayışıyla evden kaçan çocuk. 1992’de hâlâ arıyor” yazmıştı. Çapkın baba Louis, anne
Joséphine’i pek çok kez aldattığı için her zaman kızının nefret ve öfkesinin
hedef tahtasında oldu. Bu aldatmalar öyle ufak tefek kaçamaklar da değildi.
Kızının İngiliz mürebbiyesi Sadie Gordon, 10 yıl boyunca Bourgeois ailesinin
evinde Louis’in metresi olarak yaşamıştı. Bourgeois, ebeveynlerinin yatağında
Sadie’nin, annesinin yerini aldığını öğrendiğinde 11 yaşındaydı. 1974’te
yaptığı Destruction of the Father (Babanın Yok Edilmesi) heykeliyle, bir
çocukluk fantezisini sanatına yansıttı: Yaralayan ve acı veren babanın yemek
masasında katledip tüketilmesi.
1932’de annesini kaybedince Sorbonne’daki matematik eğitimini bırakıp sanat
okumaya karar verdi. 40’lı ve 50’li yıllarda eserlerini sergileme olanağı bulsa
da Jakson Pollock, Mark Rothko ve Willem de Kooning gibi soyut ekspresyonistlerin
yanında pek fark edilmedi. Daha sonra özellikle 50’lerin sanat arenasının “maço”
oluşunun kendisine yaradığını söyledi. “Hiç rahatsız edilmeden çalışma olanağı
buldum.”
1951’de babası öldüğünde ağır bir depresyona girdi ve yaşadıklarını
anlamlandırmak için psikanaliz seanslarına başladı. Bu sırada, 13 yıldır
Amerikalı sanat tarihçisi eşi Robert Goldwater ve üç çocuklarıyla birlikte New
York’ta yaşıyordu. 30 sene boyunca süren terapileriyle sanatının ilişkisini,
“İşlerim benim psikanalizim. Tıpkı psikanalizde olduğu gibi, şimdiki hislerimi
ve yaşamımı nasıl etkilediğini anlamak için geriye dönüp iyi ve kötü duyguların
kaynağını bulmam gerekiyor” diyerek anlattı.
Bilinçaltının derinlerinde
Sanat tarihçileri ve psikanalistlerin yazdığı makalelerden oluşan “The
Return of the Repressed” (Bastırılmışın Dönüşü) kitabının editörü Philip
Larratt-Smith önsözde, “Muhtemelen başka hiçbir sanatçı psikoloji ve
psikanalizle bu kadar derinlemesine ilgilenmedi. Bourgeois, esaslı ruhsal
gerçekleri sembolik formlarla ifade etme gibi ender bir yeti sayesinde sanatçının,
bilinçaltına erişme konusunda ayrıcalıklı olduğuna inanırdı” yazmıştı. Psikanaliz,
hayatı boyunca gerçeğini arayan Bourgeois’nın kılavuzuydu. Bilinçaltına inmek,
hem kendini çözümlemesine hem de onarmasına yardımcı oluyordu. ‘Kazılarının’ neticesinde
yüzleştiği duyguları sanatına dönüştürmekse onun dehasıydı.
Bourgeois’nın yapıtları tamamen kişisel olmalarına rağmen bakanı dışlayan
bir yanları yok. Aksine insanı içine alıp derinlerine nüfuz ediyorlar. Çünkü aileden
hareketle sorguladığı bellek, kimlik, beden ve aidiyet gibi kavramlar insanoğlunun
ortak meseleleri. “Louise Bourgeois: Dünyadan Büyük” sergisinin küratörü Hasan
Bülent Kahraman, “Hepimiz benzer şeyler yaşıyoruz ama bir kişi yaşadıklarını
büyük yapıtlara dönüştürebiliyor. Bir yapıt, tüm referansları göz önünde
bulundurulmadan da izleyende farklı hazlar ve duyarlılıklar uyandırabilmeli.
Bourgeois’nın sanatında bunu görüyoruz” diyor. Baskılar, gravürler ve
serigrafilerden oluşan sergideki 58 grafik eserin, kadınlık dünyasının duyulan
fakat ifade edilemeyen, dile getirilemeyen ve bastırılan boyutlarını açığa
çıkarma gücüne sahip olduğunu düşünüyor.
Kadın olmak
Louise Bourgeois’nın da çalışmalarını okuduğu feminist psikanalist Karen
Horney, “Kadın Psikolojisi” kitabında, “Aslında, bir kız doğuştan başlayarak,
sürekli olarak erkeklik kompleksini kamçılayan bir deneyimle-ister acımasızca,
ister sevecenlikle dile gelsin, kaçınılmaz olarak-aşağılık bir yaratık olduğu inancıyla
karşı karşıyadır” der. Bourgeois’nın sanatında bu cümlelerin tezahürü kimi
zaman açıkça, kimi zaman örtük olarak görülebilir. Tepeden bakan ve alaycı
babasının çocukluğundan itibaren kadın kimliğinde yarattığı tahribatın etkisi
90’ların ortasına kadar yaptığı pek çok eserde kendini gösterdi. Sanatı
vasıtasıyla, kadının bedeni, evi, ailesi ve kendi kendisiyle olan ilişkisini
sorgulamaktan hiç vazgeçmedi. “Bir eş olarak başarısızdım, bir kadın, bir anne,
bir ev sahibesi, bir sanatçı, bir iş kadını, bir arkadaş, bir kız evlat, bir
kız kardeş olarak ve 47 yaşındayım hakikatin arayıcısı olarak başarısız
olmadım.”
Louise Bourgeois: Dünyadan
Büyük sergisi 1 Eylül-28 Kasım tarihleri arasında Akbank Sanat’ta görülebilir.
*Vogue Türkiye Eylül sayısında yayınlandı.