24/09/2015

Louise Bourgeois ve otobiyografik sanatı

Kişisel öyküsünü olduğu gibi yapıtlarına akıtan, yaşadıklarını sanatıyla dışa vuran bir sanatçı Louise Bourgeois. Akbank Sanat, “Louise Bourgeois: Dünyadan Büyük” sergisiyle 20. yüzyılın öncülerinden olan sanatçının kadınlığı sorgulatan ve öze dokunan eserlerini izleyiciyle buluşturuyor.  


98 yıllık yaşamı boyunca Louise Bourgeois’nın en zengin malzemesi kendisi oldu. Bourgeois, iç dünyasında yol alırken uyanan kaygı, öfke, korku ve acı gibi hislerini sanatıyla bütünleştirdi. Ona göre sanat, akıl sağlığının garantisiydi. Varoluşsal açmazlarını sanatla çözümlemeye çalışırken ürettiği yapıtlar daima zamanının çok ötesinde oldu. Kadınlık olgusunu ele alış tarzıysa onu feminist sanatın en güçlü isimlerinden kıldı. Yaptığı heykeller, resimler ve grafik baskılarla hayatıyla sanatını iç içe geçirdi.

Bourgeois, 1911’de Paris’te hali vakti yerinde bir ailenin kızı olarak dünyaya geldi. Yumuşak huylu ve pasif annesi, asabi ve dominant babasıyla geçirdiği çocukluğunu hayatı boyunca sorguladı. 81 yaşındayken günlüğüne, “Louise, başka bir aile arayışıyla evden kaçan çocuk. 1992’de hâlâ arıyor” yazmıştı. Çapkın baba Louis, anne Joséphine’i pek çok kez aldattığı için her zaman kızının nefret ve öfkesinin hedef tahtasında oldu. Bu aldatmalar öyle ufak tefek kaçamaklar da değildi. Kızının İngiliz mürebbiyesi Sadie Gordon, 10 yıl boyunca Bourgeois ailesinin evinde Louis’in metresi olarak yaşamıştı. Bourgeois, ebeveynlerinin yatağında Sadie’nin, annesinin yerini aldığını öğrendiğinde 11 yaşındaydı. 1974’te yaptığı Destruction of the Father (Babanın Yok Edilmesi) heykeliyle, bir çocukluk fantezisini sanatına yansıttı: Yaralayan ve acı veren babanın yemek masasında katledip tüketilmesi.


1932’de annesini kaybedince Sorbonne’daki matematik eğitimini bırakıp sanat okumaya karar verdi. 40’lı ve 50’li yıllarda eserlerini sergileme olanağı bulsa da Jakson Pollock, Mark Rothko ve Willem de Kooning gibi soyut ekspresyonistlerin yanında pek fark edilmedi. Daha sonra özellikle 50’lerin sanat arenasının “maço” oluşunun kendisine yaradığını söyledi. “Hiç rahatsız edilmeden çalışma olanağı buldum.”

1951’de babası öldüğünde ağır bir depresyona girdi ve yaşadıklarını anlamlandırmak için psikanaliz seanslarına başladı. Bu sırada, 13 yıldır Amerikalı sanat tarihçisi eşi Robert Goldwater ve üç çocuklarıyla birlikte New York’ta yaşıyordu. 30 sene boyunca süren terapileriyle sanatının ilişkisini, “İşlerim benim psikanalizim. Tıpkı psikanalizde olduğu gibi, şimdiki hislerimi ve yaşamımı nasıl etkilediğini anlamak için geriye dönüp iyi ve kötü duyguların kaynağını bulmam gerekiyor” diyerek anlattı.


Bilinçaltının derinlerinde
Sanat tarihçileri ve psikanalistlerin yazdığı makalelerden oluşan “The Return of the Repressed” (Bastırılmışın Dönüşü) kitabının editörü Philip Larratt-Smith önsözde, “Muhtemelen başka hiçbir sanatçı psikoloji ve psikanalizle bu kadar derinlemesine ilgilenmedi. Bourgeois, esaslı ruhsal gerçekleri sembolik formlarla ifade etme gibi ender bir yeti sayesinde sanatçının, bilinçaltına erişme konusunda ayrıcalıklı olduğuna inanırdı” yazmıştı. Psikanaliz, hayatı boyunca gerçeğini arayan Bourgeois’nın kılavuzuydu. Bilinçaltına inmek, hem kendini çözümlemesine hem de onarmasına yardımcı oluyordu. ‘Kazılarının’ neticesinde yüzleştiği duyguları sanatına dönüştürmekse onun dehasıydı.

Bourgeois’nın yapıtları tamamen kişisel olmalarına rağmen bakanı dışlayan bir yanları yok. Aksine insanı içine alıp derinlerine nüfuz ediyorlar. Çünkü aileden hareketle sorguladığı bellek, kimlik, beden ve aidiyet gibi kavramlar insanoğlunun ortak meseleleri. “Louise Bourgeois: Dünyadan Büyük” sergisinin küratörü Hasan Bülent Kahraman, “Hepimiz benzer şeyler yaşıyoruz ama bir kişi yaşadıklarını büyük yapıtlara dönüştürebiliyor. Bir yapıt, tüm referansları göz önünde bulundurulmadan da izleyende farklı hazlar ve duyarlılıklar uyandırabilmeli. Bourgeois’nın sanatında bunu görüyoruz” diyor. Baskılar, gravürler ve serigrafilerden oluşan sergideki 58 grafik eserin, kadınlık dünyasının duyulan fakat ifade edilemeyen, dile getirilemeyen ve bastırılan boyutlarını açığa çıkarma gücüne sahip olduğunu düşünüyor.


Kadın olmak
Louise Bourgeois’nın da çalışmalarını okuduğu feminist psikanalist Karen Horney, “Kadın Psikolojisi” kitabında, “Aslında, bir kız doğuştan başlayarak, sürekli olarak erkeklik kompleksini kamçılayan bir deneyimle-ister acımasızca, ister sevecenlikle dile gelsin, kaçınılmaz olarak-aşağılık bir yaratık olduğu inancıyla karşı karşıyadır” der. Bourgeois’nın sanatında bu cümlelerin tezahürü kimi zaman açıkça, kimi zaman örtük olarak görülebilir. Tepeden bakan ve alaycı babasının çocukluğundan itibaren kadın kimliğinde yarattığı tahribatın etkisi 90’ların ortasına kadar yaptığı pek çok eserde kendini gösterdi. Sanatı vasıtasıyla, kadının bedeni, evi, ailesi ve kendi kendisiyle olan ilişkisini sorgulamaktan hiç vazgeçmedi. “Bir eş olarak başarısızdım, bir kadın, bir anne, bir ev sahibesi, bir sanatçı, bir iş kadını, bir arkadaş, bir kız evlat, bir kız kardeş olarak ve 47 yaşındayım hakikatin arayıcısı olarak başarısız olmadım.”

Louise Bourgeois: Dünyadan Büyük sergisi 1 Eylül-28 Kasım tarihleri arasında Akbank Sanat’ta görülebilir. 

*Vogue Türkiye Eylül sayısında yayınlandı.

No comments:

Post a Comment