Son altı ayda, beş büyük modaevinin kreatif direktörü
çalıştıkları markayla yollarını ayırdı. Ard arda gelen Raf Simons ve Alber
Elbaz’ın ayrılıkları sistemi sorgulayan seslerin yükselmesine yol açtı. Biz de
durmaksızın artan hızı yüzünden nefes nefese kalan moda sistemini nasıl bir
geleceğin beklediğiyle ilgili kafa yormaya karar verdik. Ufukta köklü bir
değişim mi var?
Helmut Newton
Şimdi bir düşünün. Mesleğinizde olabileceğiniz en
iyi pozisyonlardan birindesiniz. Dolgun bir maaşınız var. Çalıştığınız şirketin
tüm imkânları emrinize amade. Başarı grafiğiniz gün geçtikçe yükseliyor. Hayat
standardınızı muhafaza edebildiğiniz için memnunsunuz. Sahip olduğunuz unvan
size ün ve saygınlık kazandırıyor. Üstüne üstlük sevdiğiniz işi yapıyorsunuz.
Gelgelelim, kendinize ve yaptığınız işe yabancılaştığınızı hissediyorsunuz. Bu
durumda işinize devam mı edersiniz? Yoksa her şeyi göze alıp istifa mı edersiniz?
Dior’un tasarımcısı Raf Simons tercihini ikinciden yana kullandı. Kişisel
sebeplerden ötürü, üç buçuk yıldır başarıyla çalıştığı markadan ayrılma kararı
aldı ve hayatındaki diğer ilgi alanlarına yönelmek istediğini açıkladı. Bu
alanlara sadece adını taşıyan markasının değil, iş dışındaki tutkularının da
dahil olduğunu söyleyerek, kendini salt mesleği üzerinden tanımlamaya karşı
olduğunu da ima etmiş oldu. Belçikalı tasarımcı, 2 Ekim’de sunduğu 2016
ilkbahar-yaz defilesinden hemen önce, “Pek çok şeyi sorguluyorum. Birçok
insanın da sorguladığını hissediyorum. Bu konuda sohbetlerimiz oluyor. Her şey
nereye gidiyor diye soruyoruz. Konu yalnızca kıyafetler değil. Kıyafetler,
internet ve her şey” sözleriyle son zamanlarda moda dünyasının süratinden ötürü
gittikçe artan hoşnutsuzluğu dillendirmiş oldu. Simons’un ayrılığının yarattığı
şok etkisinin üzerinden sadece altı gün geçmişken Lanvin’in 14 yıllık
tasarımcısı Alber Elbaz markayla vedalaştı. Lanvin’in yatırımcısının kararıyla
gerçekleşen bu olay, moda endüstrisinin yaratıcı ruhları öğütme konusunda ne
kadar acımasızlaştığını gösterdi. Elbaz, haberden birkaç gün önce düzenlenen
bir gala gecesinde yaptığı konuşmada, “Biz tasarımcılar hayaller, sezgiler, duygular ve
düşüncelerle kadınların ne istediklerini anlamaya çalışan birer modacı olarak
yola koyulduk. Eskiden yaptığımız buydu. Ardından kreatif direktör olduk.
Şimdiyse imaj danışmanı olmamız gerekiyor. Beklenti ve heyecan yaratırken her
şeyin iyi fotoğraf verdiğinden emin olmalıyız. Ekran bağırmalı bebeğim! Kural
bu; gürültü prim yapıyor. Bense fısıltıyı tercih ediyorum” diyerek modada
gelinen noktayı özetlemiş oldu.
Bu sansasyonel olayların ardından moda basını da konuyu eleştirel bir
şekilde ele aldı. New York Times’ın moda direktörü ve eleştirmeni
Vanessa Friedman, “Modada bir şeyler çürüdü mü?” diye düşündürücü bir soru
ortaya attı. Amerikan Vogue’un yetkin moda kalemi Sarah Mower, Simons’un ayrılığıyla
ilgili, “Tek bir tasarımcı ve modaevinden çok, kimsenin anlayamadığı bir şekilde
çılgınca kendinden kaçan bütün moda sistemini yansıtıyor” yazdı. Vogue
International editörü, moda otoritesi Suzy Menkes, “Moda neden çöküyor?”
başlıklı makalesini, “Eskiden boş kalan tahtlar için modanın “sandalye kapmaca
oyunu” derdik. Şimdi işler daha ciddi bir hâl almaya başladı. Bu kez kurtlar sofrasına kim fırlatılacak?” sorusuyla bitirdi.
Guy Bourdin
Doyma
noktasına yaklaşan moda
Tüm bu gelişmelerin üzerine, trend analiz şirketi
WGSN’in Defileler Yöneticisi Lizzy Bowring’den konuyla ilgili görüş almaya
karar verdim. Tüketicilerin daha çok istemelerini, tasarımcıların da daha çok
üretmelerini dikte eden bir kısır döngünün içindeyken moda sistemi doyma
noktasına yaklaşmış olabilir miydi? “Gerçekten yaklaştı. Koleksiyonlar, reklam
kampanyaları ve soluksuz sosyal medya yayınlarıyla girişimler dur durak
bilmiyor. Bu sürate ayak uydurmak zor. Lüks markalar, kreatif sürecin
etkinliğini ve verimini arttırmanın yollarını arıyorlar. Bununla birlikte,
yatırımcılarla aralarındaki finansal bağların baskısı var. Dolayısıyla yaratıcı
süreç gitgide güçleşiyor. Moda sisteminin istikrarsız hızı yüzünden yakında
yaratıcı ruhlardan geriye hiçbir şey kalmayacak. Hiç şüphesiz tüketicilerin de
alabilecekleri şeylerin bir limiti var. İnsanların “Durun, yeter, bunalmış
hissediyorum, bu kadarı fazla” diyecekleri bir an gelecek. Bununla da
kalmayacak. Özellikle perakende sektöründe, daimi ihtiyacı karşılamaya yönelik
baskı, sonunda satışlardaki ciddi düşüşleri takiben fiyat indirimlerini de beraberinde
getirecek.” Bowring, işi gereği dünyadaki tüm sosyokültürel gelişmelere karşı
daha duyarlı olduğu için öngörülerinin uzun vadede gerçekleşme olasılığı
oldukça yüksek. Ani bir devrimle karşılaşmayacağız belki ama zamana yayılacak
bir değişimin kapıda olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Geçen Mart ayında ünlü trend avcısı Lidewij
Edelkoort’la röportaj yaptığımda o da benzer fikirler paylaşmıştı. Yazdığı Anti
Fashion Manifesto’yla modanın öldüğünü beyan ederek günümüz modasının
açmazlarını ortaya koyan Edelkoort’un söylediklerini bugün bir kez daha
hatırladım. Ona göre, Jean Paul Gaultier ve Viktor & Rolf’un hazır giyim
koleksiyonu tasarlamayı bırakmaları önemli bir göstergeydi. Sistemin
baskısından yorgun düştükleri ve yaratıcılık alanları kalmadığı için bu tercihi
yaptıklarını söylemişti.
Defileler, ünlüler, Instagram sağanağı, artan
üretim çarklarıyla beslenen moda dünyasının kaotik yapısıyla ilgili
tasarımcılar da seslerini yükseltmeye başladılar. WWD (Women’s Wear Daily),
endüstriden farklı isimlere modanın kontrolden çıkıp tükenmişlik sendromuna
doğru yol alıp almadığını sorduğunda birbirinden farklı görüşler ortaya çıktı.
Viktor & Rolf’un tasarımcıları, “Kurallara göre oynamak için çok çabaladık
ama yaratıcılığımızın, endüstrinin taleplerine aykırı olduğunu hissettik. Haute
couture ve parfüm alanına yoğunlaşmak bize yaratıcılığın hazzını hatırlattı.
Moda parayla işleyen bir endüstri olduğu için onun hızını belirleyen şey
yaratıcılık değil” derken, İngiliz tasarımcı Paul Smith, önümüzdeki 10 yıl
içinde endüstride yeni düzenlemeler yapılmak zorunda kalınacağına ve buna bağlı
olarak herkesin biraz daha sakinleşeceğine inanıyor. “Büyük şirketler daima
daha fazlasını istiyorlar. Bir balona sürekli üflemeye devam ederseniz sonunda
patlar.”
Diğer taraftan, modanın hızının zamanın ruhunu yansıttığına inanan
tasarımcılar da var. “Hız tutkunu” Karl Lagerfeld, modanın bir spor olduğunu
iddia ediyor ve “Koşmanız gerek” diyor. “İyi bir matador değilseniz arenaya
adım atmayın” sözleriyle de sistemin kurallarına uymayan tasarımcıların sahanın
dışına sürüleceğini dolaylı olarak anlatıyor. Markası her geçen gün büyüyen
Michael Kors’a göre tarihte moda ve stille bu kadar çok insanın ilgilendiği bir
dönem olmamıştı. “Her gelir grubundan, her yaştan, her milletten... Modanın
tükenmişlik sendromuna dayandığını söylemek yerine, daha çok insan için daha
çok merak uyandırdığını söyleyebilirim.”
Sarah Moon
Gelecek ne getirecek?
İnsanın, özünden ve insanlığından kopup kendisine ve yaşadığı topluma
yabancılaşmasını en iyi işleyen yazarlardan olan Franz Kafka, “Yaşamın yürüyen
şeridi, insanı alıp bir yerlere götürüyor – nereye götürdüğünü bilen yok.
İnsan, canlıdan çok bir nesne” der. Bir nesneye dönüşmekten kaçış yok mu?
Modanın da içinde bulunduğu sistemin hızıyla başımız dönerken zaman zaman durup
düşünmeye çalışmak gerek belki de. “Ben sadece mesleğim, sahip olduklarım ve
hedeflediklerimle düzenin bana uygun gördüğü şablonu yaşamak üzere mi dünyaya
geldim?” diye sormak. Raf Simons’un kendisine bu soruyu yöneltip yöneltmediğini
bilemeyiz ama moda dünyasının en prestijli markalarından birinden kendi
isteğiyle ayrılma yürekliliğini göstermesinin sisteme bir başkaldırı
niteliğinde olduğunu savunabiliriz. Yaratımıyla benliği arasında,
yabancılaşmadan doğan bir uçurumun oluşmasına göz yummayacak yaratıcı bir ruh
olduğunu, “Üzerinde düşünmediğim koleksiyonlar hazırlamak istemiyorum”
demesinden anlayabiliriz.
Elbette lüks modaevlerinin tasarımcı koltukları hiçbir zaman boş
kalmayacak. Ancak Bowring’e göre, önümüzdeki yıllarda Azzedine Alaia, Tom Ford
ve Dries Van Noten gibi, sayısız koleksiyon üretme çılgınlığından sıyrılmış
bağımsız tasarımcıların sayısı artacak. “Büyük şirketlere bağlı olmayan
markalarda, finansal sonuçlar üzerindeki baskının daha az olduğuna dair güçlü
bir iddia var. Bununla ilişkili olarak, tasarımcılar bireysel yaratıcı süreç
üzerinde daha fazla kontrol sahibi oluyorlar. Onlar özlerine sadık kaldıkları
ve büyük finansal desteklerin peşinde olmadıkları sürece moda zevk vermeye
devam edecek.” Sistemin şalterini indirip yavaşlatmak elimizde olmayabilir ama
hepimiz kişisel sorumluluk alarak hem modanın keyif veren yanını el üstünde
tutabilir hem de sektörün yaratıcılarının yenip bitirilmesine karşı
durabiliriz. Bir defilede gördüğümüz kıyafete anında sahip olma arzusu
duymadığımızda, tüketim alışkanlıklarımızı incelediğimizde ve “Daha fazla, daha
fazla” diye diretmediğimizde kendimiz ve sistem için iyi bir şeyler yapmaya
başlamış olacağız.
*Vogue Türkiye Aralık sayısında yayınlandı.
No comments:
Post a Comment