Anvelop elbisenin
mucidi, özgür ruhlu bohem, tutkulu aşık, modern kadının rol modeli... Hayattaki
misyonunun kadınları güçlü kılmak olduğunu söyleyen Diane Von Furstenberg’e
kulak verince, kadın olmanın muazzamlığına inanıyorsunuz.
22 yaşında
kendinizi bir modern zaman masalının içinde bulsanız ne yapardınız? Masalın
kahramanlarından biri olarak yaşamaya devam mı ederdiniz? Yoksa esaslı ve özgür
bir kadın olmak için mücadele mi ederdiniz? Diane Von Furstenberg, ikinci şıkkı
tercih edenlerden. Avrupa’nın en zengin aristokratlarından Prens Egon Von
Furstenberg’le evlendiğinde hayatına sihirli değnek değmiş gibi hissettiğini
saklamıyor. “Gençken ne yapmak istediğimi bilmiyordum ama nasıl bir kadın olmak
istediğimi biliyordum. İsteğim, özgür ve bağımsız bir kadın olmaktı” diyor.
Bu isteğini
yerine getirmek için çok çalışır Von Furstenberg. 1973 yılında icad ettiği
anvelop elbiseyle moda arenasına giriş yapar ve üç yıl sonra bu elbiseden, beş
milyon adet satar hale gelir. 29 yaşında Newsweek’e kapak olduğunda şöyle tarif
edilir: “Moda alanında Coco Chanel’den bu yana en iyi pazarlanabilen kadın.”
Diane Von
Furstenberg efsanesi
Nişantaşı’ndaki
yeni açılan butiğinde Diane Von Furstenberg’i beklerken, elimdeki dosyanın
üzerindeki dudaklara bakıyorum. Bahsettiğim dudaklar, Von Furstenberg’in
markasının logosu. Kırmızı, turuncu ve fuşya dudak formları, az sonra
tanışacağım kadının, markasıyla ilgili her alanda kadınsılığı vurgulamaktan
çekinmediğini ortaya koyuyor bence. Rujlu dudaklar da, vücudu çapraz bir şekilde
sarıp kucaklayan anvelop elbise gibi kadın olmanın nimetlerini anlatıyor. Von
Furstenberg’in, bu elbisenin ilk reklam kampanyasında “Feel like a woman. Wear
a dress. (Bir kadın gibi hissedin. Elbise giyin.)” demesinin sebebi de buydu
işte. “Kadınlığınızı yaşayın. Hayatınızın iplerini elinize alın” demek
istemişti ünlü tasarımcı.
Ben bunları
düşünürken Diane Von Furstenberg, tüm ihtişamı ve upuzun bacaklarıyla butikten
içeri adım atıyor. Onu gördüğümde, 70’lerde arkasında kaç tane gözü yaşlı erkek
bırakmış olabileceğini tahmin etmeye çalışıyorum. 63 yaşında olmasına rağmen
halen güzelliğinden ve fiziğinden hiçbir şey kaybetmemiş bir kadın duruyor
karşımda. Konuşması, vücut dili ve bakışlarıyla tanıştığı herkesi etkisi altına
alabilecekmiş gibi görünüyor.
70’lerin yıldız
çifti
Diane Halfin’in
masalı, University of Geneva’da okurken Egon Von Furstenberg’le tanışmasıyla
başladı. Brüksel’de dünyaya gelen Diane’in güçlü bir kadın olacağı daha küçük
yaşlardayken belliydi. Zira o, Nazi kampı Auschwitz’den kurtulmayı başaran Lily
Nahmias’ın kızıydı. “Annemin bana verdiği en önemli öğüt, korkunun bir seçenek
olmadığıı söylemeseydi. Asla korkmama izin vermezdi. Güçlü yapımın, ondan miras
kaldığını düşünüyorum” diyerek anlatıyor annesinin, kendisi üzerindeki
etkisini.
Diane Von
Furstenberg, Egon’la evlenip New York’a yerleştikten sonra çift, şehrin yıldız
çifti haline geldi. Von Furstenberg, her gece ortalama dört davete
katıldıklarından bahsediyor. Salvador Dali ve Gala’sıyla birlikte yenen akşam
yemekleri, Windsor Dükü ve Düşesi’yle birlikte katılınılan davetler, Andy
Warhol’la geçirilen saatler...
Peki bu kadar
ışıltılı bir hayat sürerken Von Furstenberg’i iş kurmaya iten ne olmuştu? “Para
kazanmaya ihtiyacım yoktu ancak olmak istediğim bir kadın vardı ve o kadın
olmak için çalıştım” diyor. “Moda tasarımı eğitimim olmamasına rağmen elimdeki
kumaşlarla bir bluz ve etek yarattım. Sonra bu ikisini bir arada kullanmanın
çok iyi olacağını düşündüm. Böylece anvelop elbiseyi ortaya çıkardım. Ancak bu
elbisenin o kadar orijinal bir fikir olduğuna da inanmamıştım. Hiçbir düğmesi
ve fermuarı olmadığı için tıpkı Antik Roma dönemindeki ‘toga dress’e
benziyordu. Farklı olan, desenli jarse kumaşlar kullanmamdı.”
Von
Furstenberg’in kariyerinin fitilini ateşleyen, efsanevi editör Diane Vreeland
oldu. 1998 yılında kaleme aldığı otobiyografik kitabı ‘Diane: A Signature
Life’da, Vreeland’in ofisine gittiği günü şu sözlerle anlattı: “Hayatımda,
Vreeland’in ofisinin duvarlarındaki gibi parlak bir kırmızı görmemiştim. Onu
beklerken, baştan ayağa siyahlara bürünmüş bir şekilde karşımda belirdi.
Dudaklarından düşürmediği sigaralığı ve duvarlarının kırmızılığındaki
ojeleriyle karşımdaydı. Yanımda getirdiğim elbiseleri görünce ‘Müthiş, müthiş!
Ne kadar da akıllısın’ diye teatral ses tonuyla haykırdı. Elbiselerimi, ileride
ünlü bir model olacak Pat Cleveland ve Yves Saint Laurent’in ilham periliğini
yapacak Loulou de La Falaise’e giydirerek bu karara vardı.”
Sosyal kelebek ve
prenses Von Furstenberg, Vreeland sayesinde iş kadınlığına da soyundu. Bu
sırada, kocasıyla birlikte gazete ve dergi sayfalarını süslemeye de devam etti.
Evliliğindeki pürüzleri, işe sarılarak gidermeye çalıştığını kimsenin
bilmediğini sandı. Ünlü fotoğrafçı Cecil Beaton’ın Dallas’ta verdiği bir
partide tüm ışıltısıyla poz veren çift için New Yorker dergisi, ‘Her şeye sahip olan çift. Her şey yeterli
mi?’ başlıklı bir yazı yayınladı. Diane Von Furstenberg, artık Egon’un
sadakatsizliklerini görmezden gelemeyeceğini fark edince boşanmaya karar verdi.
O artık, 26 yaşında dul ve çocuklarını tek başına yetiştiren bir kadın olmuştu.
Diane Von
Furstenberg’in 70’leri
Prensten
boşanması, Von Furstenberg’in masalının ‘mutlu son’la bitmeyeceği anlamına
gelmedi. 1975 yılına gelindiğinde markasına 40 milyon dolar değer biçiliyordu.
Boşandıktan bir yıl sonra kendisine doğumgünü hediyesi olarak 18. yüzyıldan
kalma çiftlik evi Cloudwalk’u satın aldı. 30’unda, New York’un en parıltılı
caddelerinden Fifth Avenue’da bir daire alacak kadar varlıklıydı.
Diane Von
Furstenberg, 70’lerin en mühim şahsiyetlerinden biriydi. “50’ler ve 60’ların
ardından hepimiz özgürlüğü yeniden keşfetmiş gibi hissediyorduk. O yıllarda
genç olmak çok güzeldi. Hem özgür hem de eğlenceli bir dönemdi. Aynı zamanda
benim çok yoğun olduğum zamanlardı. İşim, inanılmaz bir hızla büyüyordu”
diyerek 70’leri anlatıyor.
Dillere destan
Studio 54 gecelerini merak ediyorum. “Studio 54, 70’lerin buluşma noktasıydı”
sözleriyle o günleri yad ediyor. “İçeri girebilmek için ya ünlü olmak gerekirdi
ya da iyi görünmek. İlk gittiğimde, Bianca Jagger’la birlikte dönemin moda
tasarımcılarından Halston’ın doğum günü partisine katılmıştım. Parti
davetlileri arasında Truman Capote, Liza Minelli, Andy Warhol ve Keith Richards
vardı.”
Von Furstenberg,
Studio 54 yıllarında Richard Gere ve Ryan O’Neal’la birlikte anıldı. “Ne
istediğini bilen, güçlü bir kadınla olmak erkeklerin gözünü korkutmuyor muydu?”
diye soruyorum. “Güçlü yanımın bir erkek için tehdit oluşturmaması için her
zaman elimden geleni yaptım. Gençken sert ve güçlü görünmek için daha çok çaba
sarfederdim. İş hayatında güçlü olduğum için ilişkilerimde daha rahat bir kadın
olmayı başarıyordum sanırım” cevabını alıyorum.
Aşk, işi yenerse
Von Furstenberg,
aşk için her şeyi yapan bir kadın oldu. Brezilyalı sanat simsarı Paulo
Fernandes’e aşık olunca Bali’ye giden de, yazar Alain Elkann’la Paris’te beş
yıl süresince yaşayan da oydu. Otobiyografisinde bu dönemi, “Anna Karenina ve
Emma Bovary gibi karakterleri daima çok cezbedici buldum. Paris’te bunu sonuna
kadar yaşadım. Orada büründüğüm roman kahramanlarını andıran karakterim, New
York’taki göz alıcı halimle büyük bir tezat oluşturdu” cümleleriyle anlatıyor.
Çocukları, onun her sevgilisiyle birlikte başka bir karaktere dönüşmesinden
memnun olmasa da Von Furstenberg bunun, kimliğinin farklı parçalarını
yansıttığını düşünüyordu.
70’lerde
patlamasını yaşayan Diane Von Furstenberg markası, 80’lerde etkisini yitirmeye
başladı. Tasarımcının Paris’te geçen günleri sırasında markayla olan bağı iyice
zayıfladı. “1990’da Paris’ten New York’a döndüğümde DVF’le ilgili her şey
korkunçtu. Bu durum beni o kadar üzdü ki kansere yakalandım. 1997’de, markamı
yeni baştan yaratmaya karar verdim. Çünkü genç kızların, vintage butiklerden
eski Diane Von Furstenberg elbiseleri satın aldıklarını fark ettim.”
DVF geri döndü
Markası dibe
vurduktan sonra onu tekrar hayata döndürdüğü için Diane Von Furstenberg’e
hayranlık duymamak elde değil. “Hiçbir zaman pes etmedim” diyor Furstenberg.
“İpleri elinde tutan ve kendi hayatını kazanan bir kadın olmak istedim. Çok zor
olsa da bunu başardım.”
Tasarladıklarıyla,
kadınlara, kadın olmanın güzel bir şey olduğunu hissettiren Von Furstenberg’in
asla pes etmemesini hayata bakış açısına bağlıyorum. Hayatı bir yolculuk gibi
gördüğünden ve bu yolculuğun sonuna kadar keyfine varılması gerektiğine
inandığından bahsediyor. “Tıpkı bir yolculukta olduğu gibi, bazen gördüğümüz
manzaralar değişiyor, birileri hayatımıza girerken diğerleri çıkıyor. Bu
yolculukta insanın en yakın arkadaşının yine kendisi olduğunu bilmesi
gerekiyor.”
Böylesi bir
özgüven abidesinin karşısında olduğum için ne kadar şanslı olduğumu düşünüyorum
bir an. “Yüzünüzde hiç estetik olmaması özgüveninizi ortaya koyuyor bence”
diyorum. “Doğruyu söylemek gerekirse estetik yaptırmanın, kendime olan
güvenimin azaldığını göstereceğini düşünüyorum. İnsanların, yüzümdeki derin
çizgilere bakıp “Neden botoks yaptırmıyor?” diye düşündüklerini biliyorum. Ben
bir hayat yaşıyorum ve yaşadığım bu hayatın izlerini yüzümde taşımayı
seviyorum. Bence bu, çok daha gerçek.”
*ELLE Kasım 2010 sayısında yayınlandı.
No comments:
Post a Comment