05/01/2016

DVF imparatorluğunun kurucusu: Diane Von Furstenberg


Anvelop elbisenin mucidi, özgür ruhlu bohem, tutkulu aşık, modern kadının rol modeli... Hayattaki misyonunun kadınları güçlü kılmak olduğunu söyleyen Diane Von Furstenberg’e kulak verince, kadın olmanın muazzamlığına inanıyorsunuz.



22 yaşında kendinizi bir modern zaman masalının içinde bulsanız ne yapardınız? Masalın kahramanlarından biri olarak yaşamaya devam mı ederdiniz? Yoksa esaslı ve özgür bir kadın olmak için mücadele mi ederdiniz? Diane Von Furstenberg, ikinci şıkkı tercih edenlerden. Avrupa’nın en zengin aristokratlarından Prens Egon Von Furstenberg’le evlendiğinde hayatına sihirli değnek değmiş gibi hissettiğini saklamıyor. “Gençken ne yapmak istediğimi bilmiyordum ama nasıl bir kadın olmak istediğimi biliyordum. İsteğim, özgür ve bağımsız bir kadın olmaktı” diyor.
Bu isteğini yerine getirmek için çok çalışır Von Furstenberg. 1973 yılında icad ettiği anvelop elbiseyle moda arenasına giriş yapar ve üç yıl sonra bu elbiseden, beş milyon adet satar hale gelir. 29 yaşında Newsweek’e kapak olduğunda şöyle tarif edilir: “Moda alanında Coco Chanel’den bu yana en iyi pazarlanabilen kadın.”



Diane Von Furstenberg efsanesi
Nişantaşı’ndaki yeni açılan butiğinde Diane Von Furstenberg’i beklerken, elimdeki dosyanın üzerindeki dudaklara bakıyorum. Bahsettiğim dudaklar, Von Furstenberg’in markasının logosu. Kırmızı, turuncu ve fuşya dudak formları, az sonra tanışacağım kadının, markasıyla ilgili her alanda kadınsılığı vurgulamaktan çekinmediğini ortaya koyuyor bence. Rujlu dudaklar da, vücudu çapraz bir şekilde sarıp kucaklayan anvelop elbise gibi kadın olmanın nimetlerini anlatıyor. Von Furstenberg’in, bu elbisenin ilk reklam kampanyasında “Feel like a woman. Wear a dress. (Bir kadın gibi hissedin. Elbise giyin.)” demesinin sebebi de buydu işte. “Kadınlığınızı yaşayın. Hayatınızın iplerini elinize alın” demek istemişti ünlü tasarımcı.
Ben bunları düşünürken Diane Von Furstenberg, tüm ihtişamı ve upuzun bacaklarıyla butikten içeri adım atıyor. Onu gördüğümde, 70’lerde arkasında kaç tane gözü yaşlı erkek bırakmış olabileceğini tahmin etmeye çalışıyorum. 63 yaşında olmasına rağmen halen güzelliğinden ve fiziğinden hiçbir şey kaybetmemiş bir kadın duruyor karşımda. Konuşması, vücut dili ve bakışlarıyla tanıştığı herkesi etkisi altına alabilecekmiş gibi görünüyor.


70’lerin yıldız çifti
Diane Halfin’in masalı, University of Geneva’da okurken Egon Von Furstenberg’le tanışmasıyla başladı. Brüksel’de dünyaya gelen Diane’in güçlü bir kadın olacağı daha küçük yaşlardayken belliydi. Zira o, Nazi kampı Auschwitz’den kurtulmayı başaran Lily Nahmias’ın kızıydı. “Annemin bana verdiği en önemli öğüt, korkunun bir seçenek olmadığıı söylemeseydi. Asla korkmama izin vermezdi. Güçlü yapımın, ondan miras kaldığını düşünüyorum” diyerek anlatıyor annesinin, kendisi üzerindeki etkisini.
Diane Von Furstenberg, Egon’la evlenip New York’a yerleştikten sonra çift, şehrin yıldız çifti haline geldi. Von Furstenberg, her gece ortalama dört davete katıldıklarından bahsediyor. Salvador Dali ve Gala’sıyla birlikte yenen akşam yemekleri, Windsor Dükü ve Düşesi’yle birlikte katılınılan davetler, Andy Warhol’la geçirilen saatler...
Peki bu kadar ışıltılı bir hayat sürerken Von Furstenberg’i iş kurmaya iten ne olmuştu? “Para kazanmaya ihtiyacım yoktu ancak olmak istediğim bir kadın vardı ve o kadın olmak için çalıştım” diyor. “Moda tasarımı eğitimim olmamasına rağmen elimdeki kumaşlarla bir bluz ve etek yarattım. Sonra bu ikisini bir arada kullanmanın çok iyi olacağını düşündüm. Böylece anvelop elbiseyi ortaya çıkardım. Ancak bu elbisenin o kadar orijinal bir fikir olduğuna da inanmamıştım. Hiçbir düğmesi ve fermuarı olmadığı için tıpkı Antik Roma dönemindeki ‘toga dress’e benziyordu. Farklı olan, desenli jarse kumaşlar kullanmamdı.”
Von Furstenberg’in kariyerinin fitilini ateşleyen, efsanevi editör Diane Vreeland oldu. 1998 yılında kaleme aldığı otobiyografik kitabı ‘Diane: A Signature Life’da, Vreeland’in ofisine gittiği günü şu sözlerle anlattı: “Hayatımda, Vreeland’in ofisinin duvarlarındaki gibi parlak bir kırmızı görmemiştim. Onu beklerken, baştan ayağa siyahlara bürünmüş bir şekilde karşımda belirdi. Dudaklarından düşürmediği sigaralığı ve duvarlarının kırmızılığındaki ojeleriyle karşımdaydı. Yanımda getirdiğim elbiseleri görünce ‘Müthiş, müthiş! Ne kadar da akıllısın’ diye teatral ses tonuyla haykırdı. Elbiselerimi, ileride ünlü bir model olacak Pat Cleveland ve Yves Saint Laurent’in ilham periliğini yapacak Loulou de La Falaise’e giydirerek bu karara vardı.”
Sosyal kelebek ve prenses Von Furstenberg, Vreeland sayesinde iş kadınlığına da soyundu. Bu sırada, kocasıyla birlikte gazete ve dergi sayfalarını süslemeye de devam etti. Evliliğindeki pürüzleri, işe sarılarak gidermeye çalıştığını kimsenin bilmediğini sandı. Ünlü fotoğrafçı Cecil Beaton’ın Dallas’ta verdiği bir partide tüm ışıltısıyla poz veren çift için New Yorker dergisi,  ‘Her şeye sahip olan çift. Her şey yeterli mi?’ başlıklı bir yazı yayınladı. Diane Von Furstenberg, artık Egon’un sadakatsizliklerini görmezden gelemeyeceğini fark edince boşanmaya karar verdi. O artık, 26 yaşında dul ve çocuklarını tek başına yetiştiren bir kadın olmuştu.



Diane Von Furstenberg’in 70’leri
Prensten boşanması, Von Furstenberg’in masalının ‘mutlu son’la bitmeyeceği anlamına gelmedi. 1975 yılına gelindiğinde markasına 40 milyon dolar değer biçiliyordu. Boşandıktan bir yıl sonra kendisine doğumgünü hediyesi olarak 18. yüzyıldan kalma çiftlik evi Cloudwalk’u satın aldı. 30’unda, New York’un en parıltılı caddelerinden Fifth Avenue’da bir daire alacak kadar varlıklıydı.
Diane Von Furstenberg, 70’lerin en mühim şahsiyetlerinden biriydi. “50’ler ve 60’ların ardından hepimiz özgürlüğü yeniden keşfetmiş gibi hissediyorduk. O yıllarda genç olmak çok güzeldi. Hem özgür hem de eğlenceli bir dönemdi. Aynı zamanda benim çok yoğun olduğum zamanlardı. İşim, inanılmaz bir hızla büyüyordu” diyerek 70’leri anlatıyor.
Dillere destan Studio 54 gecelerini merak ediyorum. “Studio 54, 70’lerin buluşma noktasıydı” sözleriyle o günleri yad ediyor. “İçeri girebilmek için ya ünlü olmak gerekirdi ya da iyi görünmek. İlk gittiğimde, Bianca Jagger’la birlikte dönemin moda tasarımcılarından Halston’ın doğum günü partisine katılmıştım. Parti davetlileri arasında Truman Capote, Liza Minelli, Andy Warhol ve Keith Richards vardı.”
Von Furstenberg, Studio 54 yıllarında Richard Gere ve Ryan O’Neal’la birlikte anıldı. “Ne istediğini bilen, güçlü bir kadınla olmak erkeklerin gözünü korkutmuyor muydu?” diye soruyorum. “Güçlü yanımın bir erkek için tehdit oluşturmaması için her zaman elimden geleni yaptım. Gençken sert ve güçlü görünmek için daha çok çaba sarfederdim. İş hayatında güçlü olduğum için ilişkilerimde daha rahat bir kadın olmayı başarıyordum sanırım” cevabını alıyorum.

Aşk, işi yenerse
Von Furstenberg, aşk için her şeyi yapan bir kadın oldu. Brezilyalı sanat simsarı Paulo Fernandes’e aşık olunca Bali’ye giden de, yazar Alain Elkann’la Paris’te beş yıl süresince yaşayan da oydu. Otobiyografisinde bu dönemi, “Anna Karenina ve Emma Bovary gibi karakterleri daima çok cezbedici buldum. Paris’te bunu sonuna kadar yaşadım. Orada büründüğüm roman kahramanlarını andıran karakterim, New York’taki göz alıcı halimle büyük bir tezat oluşturdu” cümleleriyle anlatıyor. Çocukları, onun her sevgilisiyle birlikte başka bir karaktere dönüşmesinden memnun olmasa da Von Furstenberg bunun, kimliğinin farklı parçalarını yansıttığını düşünüyordu.
70’lerde patlamasını yaşayan Diane Von Furstenberg markası, 80’lerde etkisini yitirmeye başladı. Tasarımcının Paris’te geçen günleri sırasında markayla olan bağı iyice zayıfladı. “1990’da Paris’ten New York’a döndüğümde DVF’le ilgili her şey korkunçtu. Bu durum beni o kadar üzdü ki kansere yakalandım. 1997’de, markamı yeni baştan yaratmaya karar verdim. Çünkü genç kızların, vintage butiklerden eski Diane Von Furstenberg elbiseleri satın aldıklarını fark ettim.”


DVF geri döndü
Markası dibe vurduktan sonra onu tekrar hayata döndürdüğü için Diane Von Furstenberg’e hayranlık duymamak elde değil. “Hiçbir zaman pes etmedim” diyor Furstenberg. “İpleri elinde tutan ve kendi hayatını kazanan bir kadın olmak istedim. Çok zor olsa da bunu başardım.”
Tasarladıklarıyla, kadınlara, kadın olmanın güzel bir şey olduğunu hissettiren Von Furstenberg’in asla pes etmemesini hayata bakış açısına bağlıyorum. Hayatı bir yolculuk gibi gördüğünden ve bu yolculuğun sonuna kadar keyfine varılması gerektiğine inandığından bahsediyor. “Tıpkı bir yolculukta olduğu gibi, bazen gördüğümüz manzaralar değişiyor, birileri hayatımıza girerken diğerleri çıkıyor. Bu yolculukta insanın en yakın arkadaşının yine kendisi olduğunu bilmesi gerekiyor.”
Böylesi bir özgüven abidesinin karşısında olduğum için ne kadar şanslı olduğumu düşünüyorum bir an. “Yüzünüzde hiç estetik olmaması özgüveninizi ortaya koyuyor bence” diyorum. “Doğruyu söylemek gerekirse estetik yaptırmanın, kendime olan güvenimin azaldığını göstereceğini düşünüyorum. İnsanların, yüzümdeki derin çizgilere bakıp “Neden botoks yaptırmıyor?” diye düşündüklerini biliyorum. Ben bir hayat yaşıyorum ve yaşadığım bu hayatın izlerini yüzümde taşımayı seviyorum. Bence bu, çok daha gerçek.”

*ELLE Kasım 2010 sayısında yayınlandı.

No comments:

Post a Comment