23/08/2007

Hollywood efsanesinin tanrıçası

Marlene Dietrich’in tok ve erkeksi sesi 1920’lerde Berlin kabarelerinde ve tiyatrolarında yankılanmaya başladı. Dietrich’in etkileyici sesini duyanlar, onun mesafeli ve davetkar bakışlarıyla karşılaşanlar büyülendi. Karşılarında çekici ve donuk, feminen ve maskülen gibi birbirinin zıttı kelimeleri içinde barındıran bir kadın duruyordu. Hollywood tarafından keşfedildiğinde bir tanrıçaya dönüşecek olan kadın…

Marlene Dietrich, sinema yıldızlarının gökteki yıldızlardan farksız olduğu bir dönemde belirdi izleyicinin gözlerinin önünde. O yıllarda sinema filmleri özenilesi zengin ve ışıltılı bir hayatın sembolüydü. Sinemanın sessizliğini yıkıp sesli günlere geçtiği 1930’larda sinema yıldızları tıpkı efsanelerin tanrıçaları gibi gizemli ve ulaşılmaz varlıklardı. Marlene Dietrich bir efsane olmadığını iddia etse de Almanya’dan Amerika’ya gelip beyazperdede belirmeye başladığında kitleler uzun kirpiklerin ardındaki mağrur bakışlar tarafından efsunlandı.
Kabare kızı doğuyor
Marie Magdalene Dietrich, 1901 yılında Berlin’de dünyaya geldi. Müzik, küçük yaşlarından itibaren Dietrich’in hayatında önemli bir yere sahip oldu. 12 yaşında ilk keman resitalini verdi. Marie Magdelene, 1915 yılından itibaren ailesinden miras kalan azim ve başarma hırsıyla yavaş yavaş Marlene Dietrich karakterini yaratmaya başladı. Oyuncu olmayı kafasına koyduktan sonra Almanya’nın en ünlü tiyatro yönetmeni Max Reinhardt’tan ilk oyunculuk derslerini aldı. Berlin’deki tiyatro ve kabarelerde oyunculuk kariyerinin ilk adımlarını attı.
1923’te tiyatro yönetmeni Rudolf Sieber’le evlendi Dietrich. Çiftin evlilikleri süresince başkalarıyla yaşadıkları ilişkiler dolayısıyla evlilikleri ‘açık evlilik’ olarak nitelendirildi. Özel hayatı konusunda hiçbir zaman konuşmayarak gizemini korumayı başaran Dietrich, ilişkileriyle olduğu kadar yaşam tarzıyla da toplumda şok etkisi yaratmayı başardı. O, daima toplumun beklentilerini ve tabuları göz ardı ederek yaşayan bir tanrıça oldu.
Tanrıçanın keşfi
1930’lara gelindiğinde Dietrich’in femme fatale imajı Almanya’da dikkatleri çekmeye başladı. Tüm dünyanın vamp Marlene Dietrich’i tanıması onun Hollywood’a adım atmasıyla gerçekleşti. Dietrich’i keşfederek Amerika’ya gitmesine sebep olan ünlü yönetmen Josef von Sternberg onun için, “Dietrich’i keşfeden kişi olduğum söyleniyor. Ancak, bu inanış çok yanlış. Ben toprağın altında gömülü olan kemikleri bulan bir arkeolog değilim ki. Güzel bir kadını eğiten, kusurlarını örten ve onu görsel bir afrodizyak haline getirip dikkatli bir şekilde izleyiciye sunan bir öğretmenim” demişti.
Dietrich, “Sermayem ışıltı. Bunun için de ışıltı satarım ben” diyerek Hollywood’un en parlak yıldızı olacağının sinyalini verdi. Von Stenberg’in yönetmenliğini üstlendiği ‘The Blue Angel’ filminde elde ettiği başarıyla birlikte Nazi yönetimi Dietrich’e yakınlaşmaya çalıştı. Asi ruh Dietrich’in setlerdeki arkadaşlarını toplama kamplarına gönderen bir rejime destek vermesi düşünülemezdi. Çok sevdiği ülkesini terk ederek Amerika’ya yerleşti Dietrich ve 2. Dünya Savaşı’nı karşı ittifakı destekleyerek geçirdi. 1937 yılında Nazi Almanyası’ndan duyduğu rahatsızlığı gözler önüne sermek için Amerikan vatandaşı oldu. Söylediği ‘Lili Marlene’ şarkısı, onu Avrupa ve Kuzey Afrika’daki Amerikalı askerlerin gözbebeği haline getirdi.
Androjen güzellik
Ernest Hemingway’in “Sesiyle bile kırabilir kalbinizi. Ve sonra tek bir sözcükle iyileştirebilir yaralarınızı” dediği Dietrich’in güzelliğiyle büyüledikleri arasında hem kadınlar hem de erkekler vardı. ‘Morocco’ filminde üzerinde smokiniyle bir kadının elinden çiçek alan Dietrich, kadının eline bir öpücük kondurduğunda izleyiciler hayrete düştü. Erkek kıyafetleri içindeki bu kadın başka bir kadının eline öpmekle kalmadı elindeki çiçeği bir erkeğe fırlattı. “Avrupa’da kadın ya da erkek fark etmez. Kimi çekici bulursanız onunla sevişirsiniz” açıklamasını yapan Dietrich’in androjen imgesi döneminin kadınlarından oldukça farklı ve cüretkardı.
Asker üniforması ve frak gibi erkek giysilerini sadece filmlerinde giymekle kalmadı Dietrich. 1932 yılında ‘The Sign of The Cross’ filminin gala gecesine, kavalyeleri Maurice Chevalier ve Gary Cooper ile aynı giysiler içinde geldiğinde büyük bir skandalın başrol oyuncusu oldu. “Ben görüntüm adına giyiniyorum. Kendim, toplum, moda veya erkekler için değil” diyerek Marlene Dietrich imgesini başarıyla yarattığını kanıtlamış oldu. Dietrich, Marlene Dietrich adındaki tanrıçayı kendi elleriyle yarattı. Gerçek Dietrich’i ise hayatının sonuna kadar gözlerden saklamayı başardı.