09/08/2007

Elveda moda sihirbazı























Moda dünyası, sihirbazlar, palyaçolar ve akrobatlarla dolu bir sirk olsaydı eğer Isabella Blow, bu sirkin en renkli ve eksantrik karakteri olurdu. Philip Treacy imzalı şapkalarının içinden modanın yeni yeteneklerini çıkarırdı. Dudaklarından eksik etmediği kırmızı rujuyla da hüzünlü bir palyaço olurdu zaman zaman. Blow, genç yaşta hayatına son verince sirkin tüm neşesi kaçtı.

Normlara ve toplumun beklentilerine uygun hareket etmek ona göre değildi. Kökleri İngiliz aristokrasisine dayanmasına rağmen o, daima düzene karşı oldu. Sıradan olmaya tahammülü yoktu. Sabah işe giderken bile kafasından şapkası, ayağından yüksek topuklu ayakkabıları, dudaklarından da kırmızı ruju eksik olmazdı. Çevresindekilerin şaşkın bakışlarına aldırmazdı. Onun için gösterişli giyinmenin saati yoktu. Hayatı boyunca kurallara meydan okuyan Isabella Blow, Virginia Woolf’un dediği gibi ölümün de meydan okumak olduğunu düşünmüş olacak ki geçtiğimiz mayıs ayında hayatına son verdi. Onun ardından bizlere söylenecek tek bir şey kaldı: “Neden yaptın bunu ebedi ilham perimiz Isabella?”

Modern zaman kaşifi
Isabella Blow, yeni yetenekler keşfederek moda dünyasına hayat veren bir modern zaman kaşifiydi. Modaya olan tutkusunu bir aşk ilişkisi olarak nitelendiren Blow, “Bazıları yemek yapmayı sever, bazıları bahçeyle uğraşmayı. Benim malzemem kıyafetler” demişti. Onun moda dünyasına adım atması 1981 yılında Bryan Ferry yoluyla tanıştığı Vogue dergisinin genel yayın yönetmeni Anna Wintour sayesinde gerçekleşti. 5 yıl boyunca Wintour’un yanında asistanlık yapan Blow, 1986’da Londra’ya dönerek Tatler dergisinin moda editörü Michael Roberts ile çalışmaya başladı. 1993 yılından itibaren İngiliz Vogue dergisinde ardından da Sunday Times gazetesinde moda editörlüğü yaptı. Ölümüne kadar yaptığı moda çekimleri Tatler dergisinin sayfalarını süsledi.
Modanın çılgın dahisinin aklından geçirdiklerine yetişmek olanaksızdı. Zihni bir kelebek misali yeni bir fikrin ardından yeni bir yeteneğin üzerine konardı. Blow, Alexander McQueen ve Philip Treacy gibi tasarımcıların yanı sıra Sophie Dahl, Iris Palmer ve Stella Tennat gibi modelleri keşfetti. İlk keşfi, Royal College of Art’da okuyan şapka tasarımcısı Philip Treacy oldu. Treacy, Blow sayesinde Chanel ve Alexander McQueen defileleri için şapka tasarlamaya başladı. Treacy’le tanıştıktan 3 yıl sonra Alexander McQueen’in Central Saint Martin’s’den mezun olurken yaptığı defilede sergilediği tüm koleksiyonu satın alarak onun yıldızının parlamasının yegane sebebi oldu. Keşfettiği yeni yetenekleri koşulsuzca sevip destekleyen Blow, onlar için manevi bir anneden farksız oldu. İngiliz modasının yaratıcı anlamda çok zengin olmasına rağmen maddi olarak çok fazla gelir getirmediği aşikardı. Son yıllarda keşfettiği isimlerden beklediği desteği göremeyen Blow, “Ayaklı bir billboard gibiyim ama artık bunu bedava yapmaya devam edemeyeceğim. Genç yetenekler ağaçlarda yetişmiyor” diyerek kırılgan yönünü görünür kıldı.

Kırılgan ruh
Blow’un renkli kişiliğinin altında gizlediği kırılgan bir yanı vardı hiç şüphesiz. 1958 yılında Londra’da doğan Blow, Sir Eveleyn Delves Broughton ve ikinci karısı Helen Shore’un çocuğu olarak dünyaya geldi. Trajediyle küçük yaşlarda tanıştı. Dört yaşındayken erkek kardeşi havuzda boğulduğunda annesinin olayı soğukkanlılıkla karşılamasını hiç unutmadı. Yıllar sonra “Her şeyi hatırlıyorum. Olaydan sonra annem yukarı çıkıp dudaklarına rujunu sürdü. Ruja olan tutkumun sebebi annemin bu davranışı olabilir” dedi. Annesinin 14 yaşındayken ailesini terk edip gitmesi de onun ruhunda derin bir yara açtı. Babasının yeni karısı ve 3 kız kardeşle yaşamak yerine Londra’da sekreterlikten temizlikçiliğe kadar her işi yaparak hayatını kazandı. Antik Çin sanatı okumak için New York’a taşındıktan sonra hayatının akışı değişmeye başladı. Sanat ve moda dünyasının ünlü isimleri çevresini sardı.
Blow, dışarıdan bakıldığında herkesin özeneceği bir hayat sürüyormuş gibi gözükse de gerçekler görünenden farklıydı. Hayatı boyunca antidepresan ilaçlara bağımlı olarak yaşadı. Depresyondan muzdarip olduğu için Philip Treacy’ye yaptığı ziyaretlerin bir terapi gibi olduğunu düşündü. “Kendimi kötü hissettiğimde Philip’e gidip onun tasarladığı şapkaları deniyorum. Şapka takmak estetik ameliyat olmak gibi” diyerek şapkaların ve Philip’in ruh hali üzerindeki olumlu etkisinden bahsetmişti. Son zamanlarda arkadaşlarına ölmek istediğini söylemeye başlamıştı. İki kez intihara teşebbüs etti fakat başarılı olamadı. İki yıl önce Londra’da bir köprüden atladıktan sonra iki ayağı birden kırılınca çok sevdiği topuklu ayakkabılarını giyemez oldu. Antidepresan ilaçlar ve parlak moda dünyası onu içine düştüğü karanlık dünyadan kurtarmaya yetmedi ve Blow bir kez daha hayatına son verme teşebbüsünde bulundu. Kocası Detmar Blow onun kansere yenik düştüğünü iddia etse de Blow’un tarım ilacı içerek kendi iradesiyle bu dünyayı terk ettiği ortaya çıktı. Çevresini değiştirip güzelleştirme yetisine sahip nadir insanlardan birini daha kaybetmiş olduk. Isabella Blow, gün geçtikçe daha da sıradanlaşan dünyamızın gerçek ikonuydu.

No comments:

Post a Comment