Sevgili Londram,
Seni aldatmayı hiçbir zaman aklımdan geçirmediğimi bilirsin. Başka şehirleri gezsem de hep senin kollarına koşarım. Bu defa senin ezeli rakibini ziyaret ettim. İlk kez gördüğüm Paris'le biraz flört ettiğimi gizlemeyeceğim. Yıllar önce, Boris Vian'ın kaleme aldığı Manual of Saint-Germain-Des-Prés'yi okuduğumda ne kadar da merak etmiştim bu şehri!
Mimari açıdan heybetli ve haşmetli, moda anlamında klasik ve tekdüze bir Paris'ti karşılaştığım. Burada sokakları arşınladıkça senin abartını, karmakarışıklığını ve deneyselliğini ne kadar sevdiğimi daha iyi anladım.
Ancak Paris'in dinginliği, bohemliği ve yavaşlığı da insanın aklını çelebilir bunu unutma. Cafe de Flore'de, Claude Monteil'in Özgürlük Aşıkları kitabını okurken Jean Paul Sartre'ın Simone de Beavoir'a 'Konuk Kız' romanının yayınlanacağı haberini burada verdiğini ve "Muhteşem yapıtlarının ilk cildi bu, eminim!" dediğini öğrenmenin ne demek olduğunu bilir misin?
Yine de endişelenme Londra'm, henüz senin yerini alabilecek bir şehir çıkmadı karşıma. Küçük kaçamaklarıma göz yumacağını düşünüyorum. Jean Paul'ün, Simone'una dediği gibi, "Aramızdaki zorunlu, kaçınılmaz bir aşk: Olağan önemsiz aşklar da yaşamamız gerekir."
Sonsuza dek senin,
Seda
paris, o soğuk donuk şehir ... sevmiorum, sevemedim...
ReplyDeleteParis! Ilk gozagrim...
ReplyDeleteSunun altini cizmeden edemicem: "Aramızdaki zorunlu, kaçınılmaz bir aşk: Olağan önemsiz aşklar da yaşamamız gerekir."
ReplyDeleteCok basarili, bir o kadar iddiali!