Dünya Ekonomik Forumu’nun
Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporu’na göre kadın-erkek maaş
eşitsizliğinin kapanması için önümüzde 118 sene var. Jennifer Lawrence’dan
Oprah Winfrey’ye pek çok ünlü, Hollywood’da erkek oyuncuların kadınlardan daha
fazla kazandıklarını dillendirmeye başlamışken, eşit işe eşit ücret konusu bir
kez daha gündemimizde.
Toplumsal cinsiyet, anonim bir kadın kimliğini eğreti bir elbise gibi üzerimize
giydirmeye çalışıyor. Tam iş hayatına girdim; bu kimliğin dayatmalarından bir
nebze olsun sıyrılıyorum ve geleneksel kadın rolünü reddediyorum diye
düşünürken her yerde olduğu gibi ofiste de cinsiyet ayrımcılığı duvarına
tosluyoruz. Üstelik maaş eşitsizliğinden de nasibimizi alıyoruz. Türkiye’de iş gücüne
katılmayı başaran yüzde 32’lik dilimde olsak bile, toplumsal cinsiyete dayalı
ücret eşitsizliğinden kaçamıyoruz. Dünya Ekonomik Forumu’nun Küresel Toplumsal
Cinsiyet Uçurumu Raporu, ülkemizde bir kadının kazandığı 1 dolara karşılık,
aynı işi yapan bir erkeğin 2,56 dolar kazandığını ortaya koyuyor. Sabancı
Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Mahmut Bayazıt, kadınların benzer iş için daha düşük maaş almakla kalmadıklarını aynı
zamanda kadınlara uygun görülen işlere daha az maaş ödenebildiğini söylüyor. “Örneğin,
aynı şirkette, aynı seviyede yönetici olan bir erkek ve bir kadın arasındaki
maaş farkının sebebi, erkeğin statüsü daha yüksek olan satış müdürüyken, kadının
İK müdürü olması. Bu durum, bir yandan bunun gibi yüksek statülü işlere
erkeklerin, kadınlara göre daha fazla ilgi göstermesinden, diğer yandan da bu
tür işlerin stereotipik olarak erkeklere daha uygun görülmesinden
kaynaklanıyor.”
Tüm dünyada, 10 yıl öncesiyle kıyaslandığında
neredeyse 250 milyon daha fazla kadın iş gücünde yer alıyor olmasına rağmen kadınlar,
erkeklerin 2006'da kazandıkları kadar gelir elde edebiliyor. Bunun altında
yatan sebeplerin başında, maaş eşitsizliğini, bir ağacın kökleri gibi saran
kadın-erkek eşitsizliği var. Türkiye’nin bu konudaki sicilinin iyi olduğunu
iddia etmek oldukça güç. Hele ki baskıcı ve cinsiyetçi söylemler özellikle son
yıllarda ülkenin siyasi ikliminin bir parçası haline gelmişken. İktidar
sahipleri, iffetinden kürtajına, kahkahasından giydiğine kadar her konuda kadının
hayatına müdahale ediyor. Hal böyle olunca, Türkiye’nin aynı raporda,
kadın-erkek eşitsizliğinde 145 ülke arasında 130. sırada yer alması şaşırtıcı
bir sonuç olmuyor. Bayazıt, ülkemiz muhafazakârlaştıkça bu sonuçların çıkmasını normal karşılıyor. “Devletin, sağladığı iş imkanlarında bile bazen açıkça ayrımcılık yaptığı
bir gerçek. 2010 yılında, Türkiye’deki iş ilanlarıyla İngiltere’dekileri karşılaştıran
bir araştırma yapıldı. İngiltere’de hiçbir ilanda cinsiyet bir kriter olarak
belirtilmezken, Türkiye’dekilerin yüzde 30’unda belirtildiği ortaya çıktı. Bu
durum hem işe alımda, hem de yükselme kararlarında kadınların işinin zor
olduğunu gösteriyor.”
Erkek egemen zihniyet, dev şirketlerin çatısı
altında da varlığını hissettiriyor. Geçtiğimiz yıl, Microsoft’un CEO’su Satya
Nadelle’e maaş artışı istemekten çekinen kadınlar için ne gibi tavsiyeler
vereceği sorulduğunda, “Konu artış istemekle ilgili olmamalı. Sistemin,
ilerledikçe size doğru artışı vereceğine inanmalısınız. Talep etmemeniz,
patronunuzun sizin değerinizi anlamasına yol açabilir ve eninde sonunda sonuç
verir” diyerek yanıtladı. Talepkâr olmak kadına
yakışır mı hiç? Toplumun ona “uygun gördüğü” şekilde davranmaya itilen kadın,
belirli kalıpların içine sıkıştırılıyor. Evde neşe içinde ailesine bakacak,
ofiste çoğunlukla uyumlu ve itaatkâr olacak, erkeklerin kariyerlerinde
yükselmelerinin önünde engel teşkil etmeyecek süper kadınlar aranıyor!
Haklarını talep eden kadın olmak
20. yüzyılın ilk yarısında, basmakalıp
kadın algısını kırmaya yönelik kalem oynatan yazar Anais Nin, Feminizm Hakkında
Düşünceler başlıklı konuşmasında, “Bütün mesleklere yeni bir kalite getirecek
yeni bir kadın tipi düşlüyorum. Ben başka bir dünya istiyorum; erkeğin, savaş
ve haksızlıkların kaynağı olan iktidar ihtiyacının şekillendirdiği bir dünya
istemiyorum. Bizim yeni bir kadın yaratmamız şart!” demişti. O günlerden bu
günlere çok yol kat etmiş olsak da kadına ve erkeğe biçilen geleneksel rolleri
yerinden oynatmak o kadar kolay değil. Maruz kalınan ayrımcılıklara boyun
eğmemek de. Ünlü oyuncu Jennifer Lawrence, American Hustle (Düzenbaz) filminde
birlikte rol aldığı, “penisi olan şanslı insanlardan” çok daha az kazandığını
öğrendiğinde ücret talep etme konusunda yeterince bastırmadığı için kendisine
kızdığını söyledi. “Zor veya şımarık görünmek istememiştim. İstatistiklere
bakılırsa bu sorunu yaşayan tek kadın olduğumu sanmıyorum. Toplumsal olarak
böyle davranmaya mı koşulluyuz?” diye sordu. Bu, dünyanın neresinde ve hangi
meslek grubunda olursa olsun kadının, toplumun yazılı olmayan normlarına
başkaldırmakta zorlandığını gösteriyor.
Bayazıt’a göre, maaş eşitsizliğinin bazı önemli nedenleri bilinçaltımızda cereyan eden algı ve
yargılardan kaynaklandığı için eşitliğin sağlanabilmesi çok kolay değil. “Karar
vericiler çoğu zaman yarattıkları eşitsizliklerin farkında değiller ve farkına
vardıklarında bu durumu rasyonelleştirmeleri uzun sürmüyor. Dünyada bazı
senfoni orkestraları, yıllarca kadınların, orkestralarda erkekler kadar yer
almamalarını, onların birçok enstrümanı yeterince (yani erkekler kadar) iyi
çalmamalarıyla açıklıyorlardı. Daha sonra yapılan bir araştırma, seçmelere
katılanların cinsiyetlerini jüri üyelerinden saklayan bir perdenin her şeyi
değiştirdiğini gösterdi. Bu perde sayesinde, kadınların dünyanın en iyi orkestralarında
çalma olasılıklarının önemli ölçüde arttığı ortaya çıktı. Ülkemizdeyse, işe
alımlarda şirketler ısrarla başvuru sırasında gönderilen CV’lerin üzerinde fotoğraf
bulunmasını istiyorlar.”
Güzellik bir kriter olursa
Bir arkadaşımın çalıştığı şirketteki
kadın yöneticinin, hemcinslerini güzellik kriterini gözeterek işe aldığını
söylemesi geliyor aklıma. Ataerkil düşünce sisteminin, cinsiyet gözetmeksizin
içselleştirildiğini kanıtlayan bir örnek bu. Turkish Women’s International
Network’un (TurkishWIN) kurucusu Melek Pulatkonak, “Alışkanlık, yıkılması zor
tuğlalarla örüşmüş kalın bir duvar. Ataerkil sistemle yoğrulmuş ataerkil değer
yargılarımızı, bize uygun ama birbirimizi ezmeye imkân vermeyen yenileriyle
değiştirmek yine bizim elimizde. Bu, toplumsal cinsiyet eşitliğinin
sağlanmasında atılması gereken en önemli adım. Kadınların, içsel sistemlerini
eğitmeleri gerekiyor” diyor. Pulatkonak’ın Aslı Caner ile birlikte kurduğu yeni
girişimi BinYaprak’ın hedeflerinden biri de bu. Eşit iş ve eğitim fırsatları
için değil 80 yıl, bir gün bile beklemek istemediklerini söylüyor. “BinYaprak’ta
amacımız, öğrenciden emekliye iş hayatındaki potansiyelini keşfetmek ve
birikimini paylaşmak isteyen tüm kadınları ve onların hedeflerine ortak olan
erkekleri ve kurumları kapsayarak, kadınların içlerindeki iş hayatı
potansiyelini keşfetmelerini ve yolculuklarında yalnız olmadıklarını
bilmelerini sağlamak.”
BinYaprak gibi oluşumlar ümit verici olsa da
yapılan araştırmanın sonucunda ortaya çıkan tablo kadınlar açısından iç
karartıcı görünüyor. Ancak bu, karamsarlığa kapılmamız gerektiği anlamına
gelmemeli. Kadınların bugünlere gelmek için hatırı sayılır mücadeleler
verdikleri unutulmamalı. Haklarımızı talep etmeden, onlara sahip olamayız.
Kadın-erkek ve maaş eşitliğinin sağlandığı İskandinav ülkeleri hepimiz için iyi
bir örnek teşkil ediyor. Bu ülkelerde kadınlar daha fazla eğitim görüyor ve
çalışma hayatında daha aktifler. Onlar yapabiliyorsa biz neden yapamayalım?
Bunun için hepimiz bireysel sorumluluklarımızın farkında olmalı, sesimizi
çıkarmaktan çekinmemeli ve bizi kadın yapan özelliklerimizle erkek egemen
sisteme dahil olmalıyız. Sistemin bizi de “erkekleştirmesine” izin vermeden
“Ben buyum” diyebilmeliyiz.
*Vogue Türkiye Ocak sayısında yayınlandı.
*Vogue Türkiye Ocak sayısında yayınlandı.