Dünyanın önde gelen perakende
fütüristlerinden Doug Stephens, geleceğin perakendesinin ‘phygital’, yani
fiziksel ve dijitalin birleşiminden oluşacağını ileri sürüyor. Alışveriş
alışkanlıklarımız da bununla birlikte esaslı bir değişime uğrayacak.
Günümüzde, ihtiyacımız olmayan şeyleri ihtiyaçmış gibi paketleyip sunarak
bizi alışveriş yapmaya ikna etmek markalar için eskisinden daha kolay.
Ellerindeki tüm teçhizatla, yani sosyal medya, online alışveriş siteleri ve
mağazalarla, dört bir yandan etrafımızı sarıyorlar. Biz de tüketici olarak
savunmasız değiliz elbette. Önümüzde sayısız seçenek var. Dikkat süremiz çok
kısa olduğu için bir opsiyondan diğerine geçmemiz an meselesi. Rakamlar, ne
olursa olsun bizi tüketime razı etmenin zor olmadığını gösteriyor. Planet
Retail’ın yaptığı bir araştırmaya göre, 2016’da perakende sektöründe geçtiğimiz
yıla oranla yüzde 6,9’luk bir artış bekleniyor. Sektörü inceleyen en önemli fütüristlerden
Doug Stephens, perakende alanında önümüzdeki 10 yılda, geçtiğimiz bin yılda
yaşanandan daha fazla değişim göreceğimizi; bunun büyük bir kısmının da
teknolojiye dayalı olacağını öngörüyor. “Yenileme ekonomisi adını verdiğim
sisteme göre, rutin ve düzenli satın alım kararlarımızın önemli bir kısmı,
akıllı ve bağlantılı cihazlar tarafından yürütülecek. Aygıtlarımız,
otomobillerimiz ve evlerimiz günlük eşyalarımızın kullanımını takip edecek ve
miktarları azaldığında yenisini sipariş etmemiz konusunda bizi tetikleyecek.
Mesela, ayakkabılarımız eskidiğinde yenilerini almamız için bizi harekete
geçirecek. Bu bilinçdışı tüketim şekli, önümüzdeki 10 yılda senelik
harcamamızın şaşırtıcı derecede büyük bir kısmını kapsayacak. Bazı tahminler
yüzde 15’i bulacağını söylüyor.”
Teknolojinin, alışveriş alışkanlıklarının yanında, mağazaların ve online
alışveriş sitelerinin geleceğini ne yönde etkileyeceği de merak konusu. Amerika’da,
son birkaç yılda 20’den fazla online alışveriş mecrası, alışverişin geleceğine
beklenmedik bir yön verecek hamleyi yaparak mağaza açmaya başladı. Bu alandaki
devlerden Amazon, geçtiğimiz Kasım ayında Seattle’da ilk kitabevini açtı. Tüketim
çarkının dişlilerini yağlayarak tüketime hız vermenin ustası olan bir ülkeden
söz ettiğimiz için bunun, global düzeyde bir eğilimin habercisi olduğunu söyleyebiliriz.
Nitekim, Türkiye’de Markafoni de online dünyadaki varlığını fiziksel düzleme taşıyarak
mağaza açmaya başladı. Stephens’a göre, bu örnekler online ve offline alışveriş
tecrübelerinin iç içe geçtiğini ve geçmeye devam edeceğini gösteriyor. Hatta
mağazaların gitgide dijitalleşeceğini ve online alışveriş sitelerinin daha da
çok fiziksel mekan hissine sahip olacağını söylüyor. “Bazı perakendeciler
yepyeni bir iş modeli yaratarak, mağazalarını dağıtım yerine, ürünlerinin
iletişim aracı olarak kullanmaya başlayacak. Bu modelde, mağazalar ürün
galerilerine benzer hale gelecek ve müşterilere kapsamlı tecrübeler sunacak. Diğer
yandan, sanal gerçeklik ve dokunma duyusuna dayalı teknoloji, evinizde
otururken bile gerçeğe yakın bir alışveriş tecrübesi yaşamanızı sağlayacak. Giysiler
ve ev eşyalarında üç boyutlu yazılım kullanımı yaygınlaşacak. Nike’ın üst düzey
yöneticilerinden Eric Sprunk, yakında Nike koşu ayakkabılarımızı evde üç
boyutlu teknolojiyle basabileceğimizi ifade etti.”
Teknolojinin hızı üzerine kafa yormaya başlayınca, hıza adapte olma
konusunda kuşaklar arasındaki farklar göze çarpmaya başlıyor. Bu da tüketim ve
alışveriş alışkanlıklarındaki çeşitliliği beraberinde getiriyor. Özellikle,
1980-1995 arasında doğmuş olan Y kuşağının alışveriş alışkanlıkları üzerinde
çok duruluyor. Doug, erken Y kuşağıyla, geç Y kuşağının bu alışkanlıklarında
ciddi ayrımlar olduğunu düşünüyor. “Genelde Y kuşağının online ve mobil
cihazlarla alışveriş yapma konusunda son derece rahat olduğu doğru olsa da,
mağazada alışveriş etmekten hoşlandıklarına dair ciddi bulgular var. Ancak bu
kuşak, dışsal uyarıcılarla çevrili olarak yetiştiği için alışveriş
tecrübesinden beklentileri yüksek. Yapılan araştırmalar, en bütünlüklü ve
kapsamlı tecrübe sunan markalara yöneldiklerini gösteriyor. Hatta, ürünün
kalitesinden çok, tecrübenin kalitesine dayanarak bir markayı tercih etmeleri
mümkün. Fakat bu jenerasyon, bağlılık duygusunu ebeveynlerinden çok daha kısa
vadeli tanımlamaya meyilli. Bu da daima parmaklarının ucunda sayısız seçenek
olmasından kaynaklanıyor. Haliyle markalar durmaksızın evrilmek, yenilik yapmak
ve değişimin hızını belirlemek durumunda kalıyor.”
*Vogue Türkiye Mart 2016 sayısında yayınlandı.