Bu sabah sokaktan gelen akordeon sesiyle uyanınca kendimi Amelie Poulain zannettim. Yanılıyorsunuz; rüya görmüyordum. Sokağımızda bir çalgıcı vardı. Pencereyi açıp 32 dişimi göstererek el salladım kendisine. Diğer apartmanların sakinleri de pencerelerine üşüşüp bu olağandışı manzarayı izlemeye koyuldu. Avrupa'da mıydık yoksa?
Akordeonun evvel ezel en sevdiğim müzik aletlerinden biri olması münasebetiyle güne gülümseyerek başlamış oldum. Sonra Amelie gibi saf, yarı deli ve ayrıksı karakterleri düşündüm. 'Breaking the Waves'in Bess'i, 'Dancer in the Dark'ın Selma'sı geldi hatrıma. Bu kadar kendine özgülük, içinde bir kaktüsle yaşamak gibi olmalı. Can acıtıcı!
Amelie halim evden dışarı kafamı uzatmayı istemediğim halde çalışmam gerektiği için yola çıkmamla son buldu. Şarıl şarıl yağan yağmurda film izlemek ve hayal kurmak dışında hiçbir aktivite yapılmamalıydı aslında. Lakin, mağaza mağaza/moda moda gezilmesi gereken bir gün daha beni bekliyordu. Bu gezintinin son gününün son mağazası Beymen olunca, bir süredir mağaza dolaşmaktan moda konusunda doygunluk seviyesine ulaşmış bünyem tüm bitap düşmüşlüğünü unutuverdi. Lanvin'in omzunda kat kat drapesi bulunan, sırtı boydan boya fermuarlı, vücudu balık adam kıyafeti gibi sarıp sarmalayan, kolları kaşmirden siyah elbisesi amneziye bile sebebiyet verebiler.
Flu Lanvin
No comments:
Post a Comment