13/03/2007

Modanın kalp atışları



Modanın kalbi Londra’da atıyor ve bu kalp her atışında moda dünyası yeni bir yetenekle tanışıyor. Son günlerde bu yetenekler arasında en çok konuşulanı Türk moda tasarımcısı Erdem Moralıoğlu.

Nasıl karar verdin moda tasarımcısı olmaya?
Eski Yunan ve Latin edebiyatı okumama rağmen çizim ve ilüstrasyona karşı çok büyük bir tutkum vardı her zaman. Defterlerimin kenarları çizimlerle doluydu. Edebiyat eğitimimi tamamladıktan sonra Kanada’da moda tasarımı okudum. Ardından Londra’ya gelerek Vivienne Westwood’un yanında staj yaptım. Bu stajla birlikte kesinlikle moda alanında ilerlemek istediğime karar verdim. Royal College of Arts’daki master eğitimimin ardından New York’ta Diane von Furstenberg’in yanında çalışmaya başladım. Orada 2 yıl çalıştıktan sonra kendi koleksiyonumu hazırladım. Bu koleksiyonla Eylül ayında İngiltere’de düzenlenen Fashion Fringe yarışmasında birinci oldum. Şubat ayındaki Londra Moda Haftası’nda da ilk koleksiyonumu sergiledim.
Tasarımlarını nasıl tanımlıyorsun?
Kontrastı çok seviyorum. Tüm tasarladıklarım zıtlıklar üzerine kurulu diyebilirim. Maskülenle femineni, yün gibi ağır kumaşlarla uçuşan şifonları karıştırıyorum. Farklı temaların karışımı fikrinden yola çıkıyorum.
Annen İngiliz, baban Türk ve sen Kanada’da yetiştin. Bu karışım tasarımlarına nasıl yansıyor?
Kontrast fikriyle bu kadar yakından ilgilenmemin sebebinin bu olduğunu düşünüyorum. İki farklı kültürün karışımı tüm tasarladıklarıma yansıyor. Kanada’da yaşarken İstanbul’a her gelişimizde Londra’ya da giderdik. Çünkü akrabalarımızın yarısı İstanbul’da, yarısı Londra’daydı. İstanbul ve Londra tasarımlarıma çok şey katan iki şehirdir.
Fashion Fringe yarışması için koleksiyon hazırlarken kazanabileceğine dair bir his var mıydı içinde?
Kesinlikle yoktu. Hep kendi tasarımlarımı yapacağım günün hayalini kurardım. Yarışma için kendi koleksiyonumu hazırlamaya başladığım anda inanılmaz bir özgürlük hissettim. Dolayısıyla, tamamen beni ve benim isteklerimi yansıtan bir koleksiyon oldu.
Yarışma için hazırladığın koleksiyonda romantik ve feminen bir hava hakimdi. Çarpıcı renkler ve uçuş uçuş şifonlardan oluşan bu koleksiyonun ilham kaynağı neydi?
Guy Bourdin fotoğrafları ve Merchant Ivory filmlerinden ilham aldım. Guy Bourdin Merchant Ivory filmlerinden birini yönetse ortaya nasıl birşey çıkardı sorusundan yola çıktım. Sonuçta, içinde Viktoryen dönemden ve 70’lerin parlak renklerinden öğeler barındıran bir koleksiyon ortaya çıktı.
İngiliz modasının asi ruhu Vivienne Westwood’un yanında staj yapmak tasarımcı kişiliğini nasıl etkiledi?
Vivienne Westwood’un tasarım bölümünde staj yapmak müthiş bir tecrübe oldu benim için. Tasarımlarıma en çok katkısı olan şey arşivleri düzenlemekti. Vivienne’ın o güne kadar tasarladığı tüm koleksiyonları organize etme şansını elde ettim.
Peki ya Diane von Furstenberg? Onunla çalışmak nasıldı?
Tasarım ekibinde yer aldığım Diane von Furstenberg ile çalışmak çok keyifliydi. Diane, kadınları çok iyi anlayan ve onların hangi kıyafetin içinde kendilerini rahat hissedebileceklerini çok iyi bilen bir kadındı. Orada çalışmanın bana kattığı en önemli şey kadınların rahatına yönelik tasarımların nasıl yapıldığını görmem oldu.
Hangi olay hayatının dönüm noktası oldu?
Fashion Fringe’i kazandığım anda herşeyin çok farklı bir yönde gelişmeye başlayacağını tahmin etmiştim. Yarışma sonrasında herşey değişmeye başladı. Bir de geçtiğimiz günlerde Vogue dergisi için bir çekime katıldım. O da hayatımdaki sürreal anlardan biri olarak hafızama kazındı.
Şubat ayında ilk kez Londra Moda Haftası’nda yer aldın. Nasıl bir duyguydu?
Şov sonrasında tek hissettiğim inanılmaz bir mutluluk ve heyecandı.
Nelerden ilham aldın sonbahar/kış koleksiyonunu hazırlarken?
Tarihe, özellikle de sanat tarihine karşı çok büyük bir ilgim var. Kütüphanede araştırma yapmayı çok seviyorum. Koleksiyonlarımı oluşturan öğeleri de araştırmalarım sonucunda belirliyorum. Bu koleksiyonu hazırlarken toplumsal cinsiyet ve tarih üzerine araştırmalar yaptım. Fransız yazar ve feminist Barones Dudevant’tan ilham alarak androjeni ve feminenliğe göndermeler yaptım. Ayrıca, devrim sonrası Fransa’sında erkeklerin nasıl giyindiğini inceledim. Bu da koleksiyona maskülen bir dokunuş kattı. Ortaya maskülenlikle feminenliği içinde barındıran bir koleksiyon çıktı. Keskin hatlı vücuda oturan pantolon ve ceketler koleksiyonun erkeksi tarafını simgelerken, kuş baskılı siyah saten elbiseler mağrur bir kadını temsil etti.
International Herald Tribune’den Suzy Menkes ve Sunday Times Style’dan Colin McDowell sonbahar/kış koleksiyonundan övgüyle bahsettiler. Bu övgüler egonla olan ilişkini nasıl etkiledi?
Bu övgüler çok güzel tabi ama o kadar çok çalışıyorum ki bunlar hakkında düşünmeye vaktim olmuyor. Sürekli bir sonraki koleksiyonda neler yapacağımı düşünüyorum. Dolayısıyla, egom diye birşey söz konusu değil. Şu anda bir egoya sahip olacak gücüm yok. Henüz çok yeni ve yolun başında olduğumu düşünüyorum.
Bir sonraki adımın ne olacak?
Kötü şans getireceği için söyleyemem. Defileme geldiğinde görürsün. Çok farklı bir koleksiyon olacağını söyleyebilirim sadece.
Tasarımların Türkiye’de satılmaya başlayacak mı?
Şimdilik İngiltere, Avustralya, Los Angeles ve Suudi Arabistan’da satılıyor. Türkiye’de satılmaya başlamalarını çok istiyorum. Hatta, Türkiye’deki kumaş üreticileriyle çalışmak istiyorum. Paris’te Türkiye’den üreticilerle karşılaştım. Fakat, çok yeni bir tasarımcı olduğum için benimle konuşmadılar bile. Herkes büyük ve ticari şirketlerle çalışmak istiyor. Oysa, ben Türkiye’ye gelmek ve orada da çalışmak istiyorum.

No comments:

Post a Comment