15/06/2007

Bazıları 'sıcak' sever


Çocukluğunuzda yediğiniz üstü toz şekerli sıcak kurabiyeleri gözünüzün önüne getirin. Şimdi o kurabiyeler kadar tatlı ve sıcak bir kadın hayal edin. Bu hayali kadının üzerine Şebnem Dönmez imgesini yapıştırın. Hayalinizdeki kolajın tek bir eksiği kaldı, o da Marilyn Monroe.

Türkiye’nin ‘şeker kız’ etiketli sunucu ve oyuncusu Şebnem Dönmez, mit üreticisi Hollywood’un yarattığı doğaüstü güzellik Marilyn Monroe’yla bir araya gelirse ortaya sansasyonel bir görüntünün çıkması kaçınılmaz olur. Ölümünün üzerinden yüzyıllar geçse de Hollywood’un tepesindeki şimal yıldızı olarak parlamaya devam edecek olan Monroe, Amerikan rüyasının temsilcisi. Şebnem Dönmez ise gökyüzünün bir görünüp, bir kaybolsa da daima parlayan yıldızı. Dış güzelliğinin yaydığı ışıktan ziyade içinden gelen güzelliğin ışığıyla etrafını aydınlatmak isteyen bir yıldız Monroe’ya dönüşüyor.

Metamorfoz başlıyor
Şebnem’i Marilyn Monroe’ya dönüştürme çalışmalarına başladığımızda “Bundan 9 yıl önce ‘Cumartesi Gecesi Ateşi’ adlı programda Monroe’nun ‘Diamonds Are a Girl’s Best Friend’ ve ‘My Heart Belongs to Daddy’ şarkılarını söylediğim iki küçük şov yapmıştım. Bütün günü Monroe olarak geçirmek harika olacak” diyor heyecan içinde. Bir gece önce ‘Bak Kim Dans Ediyor?’ yarışmasının finalinin ardından yapılan kutlamaya katıldığı için sabaha karşı 4’te uyumuş olmasına rağmen stüdyoya girdiği andan itibaren etrafına pozitif enerji saçan bir Şebnem var karşımızda. Onun “Pozitif düşünelim her şey yolunda gitsin” cümlesini duydukça çekimin kusursuz geçeceğine dair inancımız gittikçe artıyor.
Şebnem, tam bir ‘show biz’ kadını olarak tanımladığı Monroe’nun feminenlik ve dokunulmazlığı ifade ettiğini söylüyor. 50’li yıllarda kadınları ‘ışıltı’ adlı büyülü kelimeyle, tüm dünyayı da popüler kültürle tanıştıran Monroe, Amerikan rüyasının ebedi temsilcisi olur. O yıllarda popüler kültür olgusu yeni yeni filizlenmeye başlamış olsa da Monroe, şöhretin gelip geçici olduğunu fark ederek “Hollywood öyle bir yer ki, bir öpücük için bin dolar verirler, ruhunuz içinse 50 cent” der.
Şebnem, Monroe’nun seks sembolü yakıştırmalarından ve meta haline gelmekten sıkılmış olmasını çok iyi anladığını söylüyor. Ben de üzerine yapıştırılan ‘şeker kız’ ve ‘seksi kadın’ gibi birbirinin zıttı yaftalardan sıkılıp sıkılmadığını soruyorum. “Tam da bunları düşündüğüm bir dönemde bu soruyu sordun” diyor. Bu sıralar birçok farklı projede karşımıza çıkan Şebnem’e göre sürekli makyajlı ve giyimli olmak bir süre sonra insanın kendini bir meta gibi hissetmesine neden oluyor. “Bence bu metalaşma hali herkese rahatsızlık veriyor. Bir süre sonra ağırlık yapmaya başlıyor. Öyle olmadığını bildiğin halde kendi kendine ‘İnsanlar beni sadece güzel olduğum için mi seviyor?’ sorusunu sormaya başlıyorsun. Yeteneklerimden ve içimdeki ışıktan dolayı sevdiklerini biliyorum.”

Sabah şekerimiz
Türkiye’nin Şebnem Dönmez ismiyle tanışması Şebnem’in Murat Başoğlu’yla birlikte sunduğu ‘Sabah Şekerleri’ programıyla gerçekleşti. Sabah programları reality şovlara dönüşmeden önce hem eğlenceli hem de seviyeli bir programla izleyicilere kendini sevdiren Şebnem, başarısının sırrının doğallık olduğunu düşünüyor. “Özel televizyonların kurulmasıyla birlikte sunuculuk yapmaya başladım. Haberleri, sabah ve akşam programlarını sundum. Sunuculukla ilgili yapılabilecek her şeyi yaptım. ‘Cumartesi Gecesi Ateşi’ çok iyi bir program olmasına rağmen spekülatif işlerin prim yaptığı bir dönemde yayınlandığı için yeterli ilgiyi çekmedi. Bunun üzerine ben de biraz kabuğuma çekilmeye karar verdim. O dönemde oyunculuk yapmaya karar verdim” diyor.
Şebnem’in çok farklı bir enerjisi ve çekim alanı olduğu için ekranlardan uzak kalsa da tekrar döndüğünde her şeyin merkezinde olmayı başarıyor. Ortadan kaybolmak Şebnem’e yarıyor ve her geri dönüşünde yepyeni projelerle izleyicinin karşısına çıkıyor. “Bilinçli olarak geri çekiliyorum. Bir süre sonra her şeyin merkezinde olmak ve dikkatlerin üzerimde toplanması beni kendimden uzaklaştırıyor. O zaman kendi kabuğuma çekiliyorum. Kabuğumda da çok uzun süre kalamıyorum. Enerji topladıktan sonra yeni bir şeyler yapmak istiyorum” diyor gülerek ve ekliyor “Şu an enerjimi toplamış olarak birçok farklı projede yer aldığım bir dönemdeyim.”
Şebnem, birçok işi bir arada yaparken bile magazin basınına en az malzeme veren isimlerden biri. Magazinin kötü olduğunu düşünmediğini ama kendini magazinden koruduğunu söylüyor. Bu korumayı sağlamanın tek yolunun da işini en iyi şekilde yapmak olduğunu biliyor. Dört bir yanımızın popüler kültürle sarılı olması hakkında ne düşündüğünü sorduğumda “Popüler kültürü içinde yaşadığımız bir gerçeklik olarak görüyorum. Onsuz bir hayat düşünülemez. Bir tek, onun getirdiği hızlı tüketime karşıyım. Günümüzde her şeyin çok çabuk tüketiyor olmasının sebebi zamanın sıkışması. Eskiden 4-5 ayda gerçekleşen olaylar 15 gün içerisinde yaşanıp bitiyor. Duygusal ilişkilerden tutun da işle ilgili şeylere kadar bu böyle” cevabını alıyorum. Zamanın sıkışmasından şikayetçi olduğu için bazen zamanı yavaşlatmak istiyorsa da geçmiş ve geleceğin işe yaramaz şeyler olduğunu düşünüyor. Onun için önemli olan şimdiki zaman.

Oyuncu Şebnem
Şebnem’den oyunculukla sunuculuk arasında bir seçim yapmasını isterseniz cevabı “‘Anneni mi daha çok seviyorsun, babanı mı?’ sorusu sorulduğunda hissettiklerimin aynısını hissediyorum” olur. Şebnem hayatında her şeye eşit şans veriyor. Oyuncu olduğu için sunuculuktan vazgeçmiyor. “Kariyer hedeflerimi belirleyerek ilerliyorum. İstediğim işlerin karşıma çıkması konusunda da çok şanslıyım. ‘Bak Kim Dans Ediyor?’ yarışmasının sunuculuk teklifi gelmeden önce danslı bir projenin içinde yer almak istiyordum. Tam sinema filminde oynamak istediğim sırada bir film teklifi geldi. Eylül ayında onun çekimlerine başlıyoruz” diyor.
Şebnem sunuculuk yaptığı dönemde oyunculuk teklifleri almasına rağmen işi öğrenmek gerektiğini düşündüğü için bu tekliflerin hiçbirini kabul etmemiş. Günümüzde ünlülerin önlerine çıkan her fırsatı değerlendirip her projede yer alma istekleri göz önüne alındığında Şebnem’in seçimi oldukça ilginç karşılanabilir. O, işini en iyi şekilde yerine getirmeyi sevenlerden. Bunun için de Bahçeşehir Üniversitesi’nde ileri oyunculuk master programına katılmış. “Program çerçevesinde Demet Akbağ ve Haluk Bilginer’den ders aldım. Oyunculuğum bu programdan sonra çok değişti. Demet Akbağ’dan komediyi, Haluk Bilginer’den de sahne üzerinde oyunculuğu öğrendim. İkisiyle de sinema filminde oynama şansına sahip oldum. Onlar benim hem hocalarım hem de rol arkadaşlarım oldu” diyor.
Oyunculuğu içinde yanan bir kıvılcıma benzetiyor. “Bu kıvılcım artık aleve dönüşüp yanmaya başladı. Bir karaktere bürünüp insanların hayatını etkileyecek filmler yapmak harika bir şey. İnsanlar bir kitap okur veya bir film izler ve hayatları değişir. Ben de öyle bir filmde oynamak istiyorum ki bu filmi seyredenlerin hayata bakış açısı değişsin.”

Görünenin ötesi
Erken yaşta gelen ün ve başarı insanın ayaklarının yerden kesilmesine neden olabilir. Şebnem’in yer çekimiyle arasının nasıl olduğunu öğrenmek istiyorum. “Ayaklarımın yerden kesildiği dönemler oldu tabi ki ama geriye dönülmez hatalar yapmadım. Her zaman ne istemediğimi çok iyi biliyordum. Hepimizin içinde bir erkek ve bir kadın olduğuna inanıyorum. Benim içimdeki erkek biraz ön planda. Onun için de güçlü bir karakterim. Bu sayede 16 yaşımdan bu yana çok zor bir ortamın içinde çok korunaklı kalarak ilerlemeyi başardım. Erken yaşta tanıştığım ün bazen yerimde saymama neden olmuş olabilir. Dışardan bakınca duraklama gibi görünen bir dönem geçirmiş olabilirim ama bu benim kendimi bulmamı sağladı. Bu dönemler kendimi şarj ettiğim dönemlerdi” diyor.
Günümüzde insanlar en çok görüntülerine göre kategorize edilirken Şebnem, gerçek güzelliğin görüntüde olmadığına inanıyor. “Güzelliğiyle ilgili bir kadınım. Aynanın önünden geçerken yansımama bakarım ama yaşlanmaktan korkmuyorum. Dünyaya belli bir süre için geldiğimizi kabul etmek lazım. Gerçek güzellik insanın içinde gizli.”
Şebnem’in görüntülerin ötesindeki güzelliği keşfedebilmesinde Hindistan’a yaptığı yolculuğun etkisi olduğunu düşünüyorum. Hindistan’ın ona şekilsiz olmayı öğrettiğinden bahsederken buna gerçekten inandığını bakışlarından okuyabiliyorum. Hindistan’da geçirdiği iki aylık süreci spiritüel bir yolculuk olarak tanımlıyor. “Çok ünlü ve herkesin tanıdığı bir insanken Hindistan’da bir dağın başında kimsenin tanımadığı insan olabiliyorum. Orası bana bu iki uçta noktada da kendimi aynı değerde görmeyi öğretti. Sen kendini seviyorsan her şekilde kendini kabul edersin. Başarılı da olsan başarısız da olsan değerinden bir şey kaybetmezsin.”
Görüntülere ve yüzeyselliğe tutsak hale gelmemizin global etkileri olduğunu düşünüyor Şebnem. “Küresel ısınmanın bunların bir sonucu olduğunu düşünüyorum. Yüzeysellik insanları hızlı tüketmeye itiyor. Üzerinde yaşadığımız toprağa zarar vermeye başladık.” Bu sözleri duyunca dünyanın dikkatini küresel ısınmaya çekmek için gerçekleştirilen ‘Live Earth’ projesinin basın sözcüsü olarak Şebnem’in seçilmesinin çok doğru bir karar olduğunu anlıyorum. O, gerçek bir doğasever. “Bu organizasyon kapsamında söylediklerim öylesine söylenmiş sözler olmayacak. İnsanları biraz daha bilinçli olmaya çağırmak gibi bir görevim var. Dünyanın sadece 6 senesi kaldığını unutmamalıyız” diyor.

Şebnem’in dünyası

Şebnem, kendine zaman ayırmaktan ve kendine ait bir hayat yaşamaktan çok büyük mutluluk duyuyor. Evde zaman geçirmeyi, kitap okumayı ve yürüyüş yapmayı seviyor. “Bunları yapmazsam popüler kültürün içinde olma hali dayanılmaz bir şey olur. Yalnızlık alanları oluşturmazsam beğenilme ve takdir edilme bir süre sonra hoşuma giden bir şey olmaktan çıkıyor. Çok övülmeye de yerilmeye de inanmıyorum. Başkalarının benim hakkımdaki fikirlerinden ziyade benim kendimle ilgili ne hissettiğime önem veriyorum” diyor.
Kendine zaman ayırmayı bu kadar seven Şebnem’in çocuk sahibi olma fikrine sıcak bakıp bakmadığını merak ediyorum. “Çocuklarım olsun istiyorum ama bunun bir his meselesi olduğunu düşünüyorum. ‘Tamam şimdi’ dersin ve çocuk yapmaya karar verirsin. İşimi hayatımın sonuna kadar yapmak istiyorum ama çocuk sahibi olup bir aile kurmayı da planlıyorum.”
Sıcakkanlı ve arkadaş canlısı bir insan olmasına rağmen çevresinde çok fazla insan olmadığını söylüyor Şebnem. “Dostluk kurmak için zamana ihtiyacım oluyor. Bu, bilinçli olarak yaptığım bir şey değil. İnsanları hayatıma çok kolay sokamıyorum. Bu şekilde kendimi koruma altına alıyorum sanırım. Benim tanımadığım, hakkında hiçbir şey bilmediğim, hayatımda hiç görmediğim insanlar benim hakkımda bir sürü şey biliyor. 6 aydır tanıdığım bir arkadaşım ‘Seni 12 senedir tanıyorum’ dedi. Bu biraz korkutucu bir şey” diyor. Yeni tanıştığı insanlarla arkadaşlıklarında karşı tarafın her şeye 1-0 önde başladığını söylediğimde ikimiz de gülüyoruz. Şebnem kendi sahasında yenilse bile bu durumu gülen gözlerle karşılayacağına şüphem yok.

No comments:

Post a Comment