Hayal taciri moda, kadınların rüyalarını süslemek için durmaksızın yeni kıyafetler ve aksesuarlar yaratıyor. Modeller, modanın yarattıklarıyla arz-ı endam ederek kadınlara satın aldıklarıyla ‘en az kendileri kadar göz kamaştırıcı ve şık’ olacakları mesajını veriyor. Model Elle Muliarchyk, modanın kendisine sunduğu fantezilere sahip olamasa da mağazaların soyunma kabinlerinde dondurduğu karelerde kendi fantezilerini yaratıyor.
Post modernizm, ‘high art’ ve ‘low art’, ‘high fashion’ ve ‘street fashion’ arasındaki sınırları silerek bizleri Baudrillard’ın deyimiyle ‘hyperreal (yüksek gerçek)’ bir dünyayla tanıştırdı. Baudrillard’ın gerçekte var olmayan bir şeyin simulasyonu olarak tanımladığı hyperreal kavramı doğrultusunda sanat ve modanın iç içe geçmesi hiç de şaşırtıcı değil. 1960’larda Andy Warhol’la birlikte popüler kültüre kapılarını açan sanat dünyası günümüzde modayı ağırlıyor. Modayla sanatın el ele vermesi karşısında kaşlarını çatanlar olsa da gerilla moda fotoğrafçısı Elle Muliarchyk “Moda ve sanat gelişmek için işbirliği içinde olmalılar” diyor. Huzurlarınızda Elle’in hyperreal dünyasından yansıyanlar…
Kendinizi gerilla moda fotoğrafçısı olarak tanımlıyorsunuz. Büyük markaların soyunma kabinlerine girip kendinizi fotoğraflama fikri nasıl ortaya çıktı?
Kariyerimin en önemli moda çekimini yapmak üzere hazırlandığım bir günde tamamen tesadüfi bir şekilde ortaya çıktı bu fikir. Patrick Demarchelier’le yapılacak çekim için aynanın karşısında prova yapıyordum. Evde şık ve pahalı kıyafetlerim olmadığı için bu provayı yeterince ilham verici bulmadım. Ben de şık bir butiğe gidip provamı soyunma kabininde yapmaya karar verdim. Orada harika bir poz yakaladım ve aynı pozu moda çekiminde de tekrar edebilmek için kendimi fotoğrafladım. Moda çekimi sırasında son derece masumane bir şekilde Patrick’e fotoğrafımı gösterip “Böyle bir poza ne dersin?” dedim. Genelde bir modelin fotoğrafçıya böyle bir şey söylemesi fotoğrafçıyı rencide eder. Patrick şişkin bir egoya sahip olmadığı için fotoğrafı çok beğendiğini söyledi ve bunu yapmaya devam etmem konusunda beni yüreklendirdi. Ben de bu işi çok sevdim. Normalde bir grup insanın gerçekleştirdiği çekimleri kendi başıma ve sadece kendim için yapmak harika bir duygu.
Soyunma kabinlerinde fotoğraf çekmenin anarşist bir tarafı var mı?
Ucuzla pahalı arasındaki çizgiyi belirsizleştirdiğim için yaptığım şey için anarşist diyebiliriz. Pek çoğumuzun ancak yılda bir kez alışveriş yapabildiği bir mağazaya gidip bir sürü kıyafet deneyip kendimi fotoğraflıyorum ve sanki onlara sahip olmuş gibi hissediyorum. Lüks moda endüstrisi, tasarımlarının etrafında ‘exclusive’ bir hava yaratmaya çalışırken ben bu kıyafetleri neredeyse değersiz hale getiriyorum. Kıyafetlere gaz maskesi, kocaman bir ayı ya da bir kutu donut eşlik edebiliyor. Bu kıyafetler siz onları üzerinizde giydiğinizde değer kazanıyor. Ben tek kuruş ödemeden onların değerine sahip olmaya cüret ediyorum.
Mağaza çalışanları soyunma kabininde çekim yaptığınızı fark ettiklerinde nasıl tepki veriyorlar?
Fotoğraf çekerken yakalanırsam bu durum mağaza çalışanları tarafından anlayışla karşılanmıyor. Yani, yaptığım işin risksiz olduğunu söylemek zor. New York’taki Bottega Veneta mağazasının soyunma kabininde üzerimde kombinezon ve saçımda mavi perukla yakalandığımda mağaza çalışanı porno film çektiğimi zannettiği için polise haber verdi. Londra Knightsbridge’deki Roberto Cavalli mağazasında üzerimde Cavalli elbiseyle yere uzanmış haldeyken satış elemanı kapıyı açmaya çalıştı. Kapı kafama çarpınca bayıldım. Mağazalarda bunlar gibi birçok garip olay başıma geldi ve gelmeye devam ediyor.
Soyunma kabinlerinin halka açık alanlar olması buraları projeni gerçekleştirmek için daha cazip yerler haline mi getiriyor?
Kesinlikle. Bütün çekimlerimi halka açık alanlarda yapmak istiyorum.
New York’ta modellik yapmak nasıldı? Giydiğiniz pahalı kıyafetlere sahip olmak için dayanılmaz bir istek duyuyor muydunuz?
Modeller kıyafetleri işlerinin bir parçası olarak görüyor. Defilelerde her şey o kadar hızlı gerçekleşiyor ki giydiğimiz kıyafetlere son bir kez aynada bakmaya fırsatımız bile olmuyor. Dolayısıyla, kıyafetlere aşık olacak kadar vakit bulamıyoruz. Bunu mesleki deformasyon olarak adlandırabiliriz. Dondurma satan birinin dondurmaya karşı duyduğu isteğin azalmasıyla aynı şey.
Kendinizi pahalı kıyafetlerle fotoğraflarken onlara sahipmişsiniz gibi hissederek hayallerinizi mi gerçekleştiriyorsunuz?
Bir bakıma öyle diyebiliriz. Kıyafetleri denediğimde onlara sahip olma arzusundan uzaklaşıyorum. Onları giydiğimde kendimi özgür hissediyorum. Başkalarının beklentilerini karşılamaya çalışmıyorum. Hayatımız başkalarının beklentilerini karşılamaya çalışmakla geçiyor. Özgürken güzel şeyler yaratabilmek nihai hayalimdi ve ben bunu gerçekleştirdim.
Fotoğraflarınızla moda ve sanat arasındaki çizgiyi belirsizleştirmeye mi çalışıyorsunuz?
Kesinlikle. Soyunma kabinlerinde kendimi fotoğraflamaya başladığımda aklımda böyle bir şey yoktu. Yaratıcılık cıva gibi. Üzerimde ne kadar baskı olursa o kadar farklı fotoğraflar çekmeye başladım. Moda ve sanatı siyam ikizleri olarak tanımlıyorum. Andy Warhol ‘high art’ ile popüler kültürü bir araya getirdiğinde çok ses getirmişti. “Popüler kültürle sanat bir araya gelebilir mi?” tartışması yerini “Moda sanat mıdır?” sorusunun cevabının arandığı tartışmaya bıraktı.
Bir soyunma kabininde yaptığınız en çılgınca şey neydi?
New York’taki Chanel mağazasının soyunma kabinine Central Park’tan topladığım yaprakları koyup üzerimdeki 6000 dolarlık ipek elbiseyle yere uzandım. Yeri ve elbiseyi temizlerken çok zorlanmıştım.
Türkiye’ye geldiğinizde hangi mağazalarda fotoğraflarınızı çektiniz?
Ne yazık ki Türkiye’ye projeme başlamadan önce geldim. Eğer orada bir çekim yapacak olsaydım soyunma kabininde birkaç yakışıklı Türk erkeğinin beni kutsal bir objeymişim gibi yatay pozisyonda havaya kaldırmalarını isterdim. Bu, Avrupalı kızların Türkiye’ye geldiklerinde birçok erkek tarafından kovalandığı inancına komik ve alaycı bir yaklaşım olurdu.
Fotoğraflarınız Cindy Sherman, Vanessa Beecroft ve Lee Miller gibi efsanevi sanatçıların işleriyle kıyaslanıyor. Bu konuda neler hissediyorsunuz?
Bu isimlerle kıyaslanmak gurur verici. Onlar, diğer kadın sanatçılara çağdaş sanat dünyasının kapılarını açtılar. Yaptıklarını çok ilham verici buluyorum.
Hangi fotoğrafçılardan ilham alıyorsunuz?
En çok beğendiğim fotoğrafçılar Nobuyoshi Araki ve Mario Sorrenti. Patrick Demarchelier’in fotoğraflarının zamansızlığına bayılıyorum. Fotoğrafların hayatın özünü yakalayıp tarif etme gücü var. Kelimelerle ifade edemediklerimizi fotoğraflarla anlatabiliriz. Bunu en iyi şekilde gerçekleştiren fotoğrafçıysa Gareth McConnell.
Fotoğraflarınızla moda dünyasıyla dalga geçmeye çalışıyor musun?
Hayır. Moda dünyası korkunç bir endüstri olmasına rağmen bu endüstriye saygı duyuyorum. O kadar çok insan ellerinden gelenin en iyisini yapmak için uğraşıyor ki bu modaya saygı duymadan edemiyorum.
Moda tasarımcıları gerilla moda fotoğrafçılığına nasıl tepki veriyor?
New York Times’da hakkımda yayınlanan makalenin ardından Soho’daki Via Bus Stop adlı mağazada fotoğraflarımdan oluşan bir sergi açıldı. Açılış partisinde Mario Sorrenti çektiğim fotoğrafları beğendiğini söylediğinde sevinçten ağlayacaktım. Şu an Londra’da ressam Lucian Freud’un kızı ve Sigmund Freud’un torununun torunu olan moda tasarımcısı Bella Freud’un koleksiyonunun çekimlerini yapıyorum. Bella, son üç sezondur koleksiyonunu yönetmenliğini John Malkovich’in yaptığı kısa filmlerle tanıtıyordu. Bu sezon benimle çalışmak istemesi çok heyecan verici. Bella benim estetik anlayışıma güvendiği için çekimi istediğim şekilde yapmama izin verdi. Ben de bütün çekimi soyunma kabinlerinde çektiklerim gibi kurgulayarak yaptım.
Post modernizm, ‘high art’ ve ‘low art’, ‘high fashion’ ve ‘street fashion’ arasındaki sınırları silerek bizleri Baudrillard’ın deyimiyle ‘hyperreal (yüksek gerçek)’ bir dünyayla tanıştırdı. Baudrillard’ın gerçekte var olmayan bir şeyin simulasyonu olarak tanımladığı hyperreal kavramı doğrultusunda sanat ve modanın iç içe geçmesi hiç de şaşırtıcı değil. 1960’larda Andy Warhol’la birlikte popüler kültüre kapılarını açan sanat dünyası günümüzde modayı ağırlıyor. Modayla sanatın el ele vermesi karşısında kaşlarını çatanlar olsa da gerilla moda fotoğrafçısı Elle Muliarchyk “Moda ve sanat gelişmek için işbirliği içinde olmalılar” diyor. Huzurlarınızda Elle’in hyperreal dünyasından yansıyanlar…
Kendinizi gerilla moda fotoğrafçısı olarak tanımlıyorsunuz. Büyük markaların soyunma kabinlerine girip kendinizi fotoğraflama fikri nasıl ortaya çıktı?
Kariyerimin en önemli moda çekimini yapmak üzere hazırlandığım bir günde tamamen tesadüfi bir şekilde ortaya çıktı bu fikir. Patrick Demarchelier’le yapılacak çekim için aynanın karşısında prova yapıyordum. Evde şık ve pahalı kıyafetlerim olmadığı için bu provayı yeterince ilham verici bulmadım. Ben de şık bir butiğe gidip provamı soyunma kabininde yapmaya karar verdim. Orada harika bir poz yakaladım ve aynı pozu moda çekiminde de tekrar edebilmek için kendimi fotoğrafladım. Moda çekimi sırasında son derece masumane bir şekilde Patrick’e fotoğrafımı gösterip “Böyle bir poza ne dersin?” dedim. Genelde bir modelin fotoğrafçıya böyle bir şey söylemesi fotoğrafçıyı rencide eder. Patrick şişkin bir egoya sahip olmadığı için fotoğrafı çok beğendiğini söyledi ve bunu yapmaya devam etmem konusunda beni yüreklendirdi. Ben de bu işi çok sevdim. Normalde bir grup insanın gerçekleştirdiği çekimleri kendi başıma ve sadece kendim için yapmak harika bir duygu.
Soyunma kabinlerinde fotoğraf çekmenin anarşist bir tarafı var mı?
Ucuzla pahalı arasındaki çizgiyi belirsizleştirdiğim için yaptığım şey için anarşist diyebiliriz. Pek çoğumuzun ancak yılda bir kez alışveriş yapabildiği bir mağazaya gidip bir sürü kıyafet deneyip kendimi fotoğraflıyorum ve sanki onlara sahip olmuş gibi hissediyorum. Lüks moda endüstrisi, tasarımlarının etrafında ‘exclusive’ bir hava yaratmaya çalışırken ben bu kıyafetleri neredeyse değersiz hale getiriyorum. Kıyafetlere gaz maskesi, kocaman bir ayı ya da bir kutu donut eşlik edebiliyor. Bu kıyafetler siz onları üzerinizde giydiğinizde değer kazanıyor. Ben tek kuruş ödemeden onların değerine sahip olmaya cüret ediyorum.
Mağaza çalışanları soyunma kabininde çekim yaptığınızı fark ettiklerinde nasıl tepki veriyorlar?
Fotoğraf çekerken yakalanırsam bu durum mağaza çalışanları tarafından anlayışla karşılanmıyor. Yani, yaptığım işin risksiz olduğunu söylemek zor. New York’taki Bottega Veneta mağazasının soyunma kabininde üzerimde kombinezon ve saçımda mavi perukla yakalandığımda mağaza çalışanı porno film çektiğimi zannettiği için polise haber verdi. Londra Knightsbridge’deki Roberto Cavalli mağazasında üzerimde Cavalli elbiseyle yere uzanmış haldeyken satış elemanı kapıyı açmaya çalıştı. Kapı kafama çarpınca bayıldım. Mağazalarda bunlar gibi birçok garip olay başıma geldi ve gelmeye devam ediyor.
Soyunma kabinlerinin halka açık alanlar olması buraları projeni gerçekleştirmek için daha cazip yerler haline mi getiriyor?
Kesinlikle. Bütün çekimlerimi halka açık alanlarda yapmak istiyorum.
New York’ta modellik yapmak nasıldı? Giydiğiniz pahalı kıyafetlere sahip olmak için dayanılmaz bir istek duyuyor muydunuz?
Modeller kıyafetleri işlerinin bir parçası olarak görüyor. Defilelerde her şey o kadar hızlı gerçekleşiyor ki giydiğimiz kıyafetlere son bir kez aynada bakmaya fırsatımız bile olmuyor. Dolayısıyla, kıyafetlere aşık olacak kadar vakit bulamıyoruz. Bunu mesleki deformasyon olarak adlandırabiliriz. Dondurma satan birinin dondurmaya karşı duyduğu isteğin azalmasıyla aynı şey.
Kendinizi pahalı kıyafetlerle fotoğraflarken onlara sahipmişsiniz gibi hissederek hayallerinizi mi gerçekleştiriyorsunuz?
Bir bakıma öyle diyebiliriz. Kıyafetleri denediğimde onlara sahip olma arzusundan uzaklaşıyorum. Onları giydiğimde kendimi özgür hissediyorum. Başkalarının beklentilerini karşılamaya çalışmıyorum. Hayatımız başkalarının beklentilerini karşılamaya çalışmakla geçiyor. Özgürken güzel şeyler yaratabilmek nihai hayalimdi ve ben bunu gerçekleştirdim.
Fotoğraflarınızla moda ve sanat arasındaki çizgiyi belirsizleştirmeye mi çalışıyorsunuz?
Kesinlikle. Soyunma kabinlerinde kendimi fotoğraflamaya başladığımda aklımda böyle bir şey yoktu. Yaratıcılık cıva gibi. Üzerimde ne kadar baskı olursa o kadar farklı fotoğraflar çekmeye başladım. Moda ve sanatı siyam ikizleri olarak tanımlıyorum. Andy Warhol ‘high art’ ile popüler kültürü bir araya getirdiğinde çok ses getirmişti. “Popüler kültürle sanat bir araya gelebilir mi?” tartışması yerini “Moda sanat mıdır?” sorusunun cevabının arandığı tartışmaya bıraktı.
Bir soyunma kabininde yaptığınız en çılgınca şey neydi?
New York’taki Chanel mağazasının soyunma kabinine Central Park’tan topladığım yaprakları koyup üzerimdeki 6000 dolarlık ipek elbiseyle yere uzandım. Yeri ve elbiseyi temizlerken çok zorlanmıştım.
Türkiye’ye geldiğinizde hangi mağazalarda fotoğraflarınızı çektiniz?
Ne yazık ki Türkiye’ye projeme başlamadan önce geldim. Eğer orada bir çekim yapacak olsaydım soyunma kabininde birkaç yakışıklı Türk erkeğinin beni kutsal bir objeymişim gibi yatay pozisyonda havaya kaldırmalarını isterdim. Bu, Avrupalı kızların Türkiye’ye geldiklerinde birçok erkek tarafından kovalandığı inancına komik ve alaycı bir yaklaşım olurdu.
Fotoğraflarınız Cindy Sherman, Vanessa Beecroft ve Lee Miller gibi efsanevi sanatçıların işleriyle kıyaslanıyor. Bu konuda neler hissediyorsunuz?
Bu isimlerle kıyaslanmak gurur verici. Onlar, diğer kadın sanatçılara çağdaş sanat dünyasının kapılarını açtılar. Yaptıklarını çok ilham verici buluyorum.
Hangi fotoğrafçılardan ilham alıyorsunuz?
En çok beğendiğim fotoğrafçılar Nobuyoshi Araki ve Mario Sorrenti. Patrick Demarchelier’in fotoğraflarının zamansızlığına bayılıyorum. Fotoğrafların hayatın özünü yakalayıp tarif etme gücü var. Kelimelerle ifade edemediklerimizi fotoğraflarla anlatabiliriz. Bunu en iyi şekilde gerçekleştiren fotoğrafçıysa Gareth McConnell.
Fotoğraflarınızla moda dünyasıyla dalga geçmeye çalışıyor musun?
Hayır. Moda dünyası korkunç bir endüstri olmasına rağmen bu endüstriye saygı duyuyorum. O kadar çok insan ellerinden gelenin en iyisini yapmak için uğraşıyor ki bu modaya saygı duymadan edemiyorum.
Moda tasarımcıları gerilla moda fotoğrafçılığına nasıl tepki veriyor?
New York Times’da hakkımda yayınlanan makalenin ardından Soho’daki Via Bus Stop adlı mağazada fotoğraflarımdan oluşan bir sergi açıldı. Açılış partisinde Mario Sorrenti çektiğim fotoğrafları beğendiğini söylediğinde sevinçten ağlayacaktım. Şu an Londra’da ressam Lucian Freud’un kızı ve Sigmund Freud’un torununun torunu olan moda tasarımcısı Bella Freud’un koleksiyonunun çekimlerini yapıyorum. Bella, son üç sezondur koleksiyonunu yönetmenliğini John Malkovich’in yaptığı kısa filmlerle tanıtıyordu. Bu sezon benimle çalışmak istemesi çok heyecan verici. Bella benim estetik anlayışıma güvendiği için çekimi istediğim şekilde yapmama izin verdi. Ben de bütün çekimi soyunma kabinlerinde çektiklerim gibi kurgulayarak yaptım.
No comments:
Post a Comment