14/04/2007

Nil'in harikalar diyarı

Gelmiş geçmiş en ünlü ikon ve rol model Barbie, Nil Karaibrahimgil’le buluşup tacını bir günlüğüne Nil’e devretti. Barbie Nil’in harikalar diyarına bir yolculuk yapmaya ne dersiniz?

Barbie’nin Nil’le buluştuğu gün Nil’in heyecanına ortak olmak üzere ekipçe stüdyodayız. Yüzyılın en şaşaalı isimlerinden birini karşılamak kolay değil elbette. Hepimiz en az onun kadar kusursuz görünmek için birbirimizle yarışıyoruz. Küçükken Barbie’leriyle oynamayı hiçbir şeye değişmeyen Nil için Barbie’yle buluşmak bir rüyanın gerçeğe dönüşmesi anlamına geliyor. Nil’in nasıl bir Barbie olacağını o kadar merak ediyoruz ki bir an önce kıyafetleri seçmeye başlıyoruz. Barbie’yi ‘Nilleştirmenin’ zamanı gelmiş oluyor. Zaten Nil de “Barbie’nin içinden Nil’in fırlaması lazım” diyerek nasıl bir Barbie olacağı konusunda ilk ipuçlarını veriyor bize.

Huzurlarınızda Barbie Nil
Nil’i Barbie’ye dönüştürme projesinin ilk adımı saç ve makyajla atılıyor. Nil, Barbie’yi kendine benzetmek için yapacaklarını tasarlıyor kafasında. Makyajı yapılırken “Eskiden çillerimden nefret ederdim. Şimdiyse bayılıyorum. İnsan ne kadar değişiyor” diyor birdenbire. Barbie’nin temsilcisi olduğu kusursuz güzellik ekolünün takipçisi olup olmadığını sorduğumda “Kusursuz güzelliği hem arıyorum, hem aramıyorum. Her kadın gibi ben de kendimi güzel görmek istiyorum fakat bir yandan da güzelliğin artık çok tüketilmiş bir kavram olduğunun farkındayım. Anti-estetiği kusursuz güzelliğe yeğlerim. Vitrinde duruyormuş gibi olmayı sevmiyorum” cevabını alıyorum. Annesinin küçükken kaşlarını almasına izin vermediğinden bahsediyor. “Ne zaman cımbızı elime alsam koşa koşa gelir kaşlarımı almamın yasak olduğunu söylerdi. İyi ki de öyle yapmış” diyor ve annesine sesleniyor: “Anne üzerinde ‘Shut Up’ yazan bandı getirir misin?” “İşte Barbie’nin ‘Nilleşmeye’ başladığı an” diye geçiriyorum içimden. Saçları yapılırken kafasına takılan beyaz saç bandının üzerine ‘Shut Up’ bandını yapıştırıyor. Ardından üzerine giydiği kocaman fiyonklu elbisesiyle sabırsızlıkla açılmayı bekleyen bir hediye paketini andırıyor.
Fotoğrafları çekilmeye başladığı anda kameranın kadrajına Nil’in farklı yüzleri yansıyor. Stüdyoda sürekli değişen yüzüyle bizleri şaşırtan Nil, Barbie gibi daima farklı rollere bürünmediğini söylüyor. “Her yerde aynı insan olmaya çalışıyorum. Farklı rollere bürünmeyi kaldırabilecek bir yapım yok. Arkadaşlarımın arasında nasılsam konserlerimde de öyleyim aslında” diyor.
Farklı rollere bürünmese de onun Barbie gibi yaşsız kadınlardan biri olduğunu düşünüyorum. “Keşke yaşsız olsam. Ruhen kendimi 13 yaşında gibi hissediyorum. Arada bir 60 yaşındaymış gibi hissettiğim dönemler de oluyor ama genelde çocuk ruhlu bir kadınım” derken gözlerinde o çocuk ruhun hınzır bakışlarını yakalıyorum.
Nil’in hınzır bakışlarına yüzünden eksik olmayan gülümsemesi eşlik ediyor. Gülmeyi ve güldürmeyi çok sevdiğini söylüyor. “Bazen negatif duygulardan kaçarken pozitif ve güler yüzlü bir insan oluyorum. Çok neşeli görünüyorsam o ruh halinin negatif yöndeki uzantısı da muhakkak vardır” sözlerini duyunca Nil’in bol ironi sosuyla süslü şarkılarının sırrını çözüyorum. ‘Evlenmek Gerek’ parçasında bir yandan “Gözyaşlarıyla sulanmam, evlilik benim solmam gerek” diyordu, bir yandan da “Şimdi benimle kimler evlenmek ister, canım hem yuva kurmak, hem eğlenmek ister” diye haykırıyordu.

İroni kraliçesi

Nil şarkılarındaki mizah ve ironinin yaşadığı harikalar diyarına açılan kapı olduğunu söylüyor. “Bazen bu şarkıyı benden başkası yapmış olsaydı kıskançlıktan ölürdüm diyorum kendi kendime” diyecek kadar da açık sözlü. Bizleri harikalar diyarına biraz olsun yakınlaştırmak için ilk albümümün adını ‘Nil Dünyası’ koyan Nil, “Kendi dünyamdan yayın yapmayı kafama koymuştum. Yaptığım yayında o dünyanın havasına, suyuna ve atmosferine sadık kalacağıma dair söz vermiştim kendime” diyor. Nil, harikalar diyarının özüne o kadar sadık kaldı ki herkes burada neler olup bittiğini merak eder oldu.
Şubat ayında Londra’da verdiği ilk konserde Carling Academy Islington’a gelenler de bu diyarı merak edenlerdi. “Konsere gelenlerin tamamı Türklerden oluşmadı. Yabancıların müziğime nasıl tepki verdiğini görmüş oldum. Ayrıca, Natacha Atlas’la düet yapmak harikaydı.” diye bahsediyor bu konserden. Nil’in İstanbul dışında yaşayabileceği tek yer Londra olduğu için bu konserin Nil için ayrı bir önemi var. Londra’nın kendisini besleyen ve ona iyi davranan bir şehir olduğunu söylüyor. Ayrıca, bu şehre duyduğu aşkın karşılıksız olmadığının da farkında. “Onun da beni sevdiğini hissediyorum” diyor kocaman gülümsemesiyle. Londra’ya çok sık gidip gelmesini şehrin havasını sevmesine bağlıyor. “Çok dışa dönük bir insan olmama rağmen Londra’nın yağmurlu havası ve içine kapanık insanları bana iyi geliyor. Her gittiğimde ruhum arınıyor” diye bahsediyor kocaman bir beslenme çantasına benzettiği şehirden.

Sürreal bir karakter

Nil’in şarkı sözlerinde ve yazılarındaki spontane üslubunun konuşmasına da yansıdığını fark ediyorum. Bu spontane hali onu, sürrealist ressamlar Salvador Dali’yle Rene Magritte’in ortaklaşa yaptığı bir resim gibi algılamama neden oluyor. Tıpkı onların resimlerinde olduğu gibi Nil’in görüntüsü de akla ters düşen düşsel bir ortamda yer alıyor. Nil, Dali ve Magritte’in bilinçaltından gelen düşüncelerini özgürce resmettikleri şövalede yer alan bir imge gibi adeta. “Kendimi sürreal bir karakter olarak görüyorum gerçekten de” diyor. Kendisini böyle tanımlayan Nil’in şarkılarını ve yazılarını bilinç akışı yöntemiyle yazdığını duyduğumda hiç şaşırmıyorum. “Spontane olmak çok önemli benim için. Bir şeyi yazarken yarısında duraklarsam korkuyorum. İlhamımın beni ziyaret etmesi çok güzel oluyor. O zaman benden çok, ilhamım yazıyor. Hayatta en korktuğum şeylerden biri o spontan ilhamın kaybolması” diyerek ilhamıyla arasındaki ilişkiyi anlatıyor.
Spontanlığı sayesinde çekimin atmosferini de değişiyor. Her fotoğraf karesinde Barbie’ye kendinden bir şeyler ekleyerek yer alıyor Nil. Çekime gelirken yanında getirdiği iki büyük el çantası sürprizlerle dolu hediye paketlerini anımsatıyor bana. O her kıyafet değiştirdiğine el çantalarından fotoğraf karesinde “Nil!” diye bağıran bir aksesuar çıkıyor.
Kıyafet değişikliklerinden sonra ilk fikrini aldığı kişi annesi oluyor daima. Nil’in hayatında annesinin çok farklı bir yeri olduğunu fark ediyorum. “Benim için en iyisini düşünen ve tüm kaprislerimi çeken tek insan o. Hazır o da gençken, aynı şeyleri beğenip, aynı müzikleri dinleyip, aynı dergileri okurken mümkün olduğu kadar birlikte vakit geçirmeye çalışıyoruz” diyor. Etrafına enerji saçan bir insan olmasını annesi, babası ve kardeşine borçlu olduğunu söylüyor. “Ailem tarafından çok sevilerek ve şımartılarak büyütüldüm. Beni şımartırlarken kendimi çok fazla ciddiye almamam gerektiğini de öğrettiler” diye söz ediyor ailesinden.

Melodik aile
Küçükken evde sürekli şarkı söyleyen babasının sesini duyan Nil’in en yakın arkadaşları melodiler olur. Daha anne karnındayken duymaya başladığı tınıların onu hiç yalnız bırakmadığı söylüyor. Şu anda melodilerin kolaylıkla aklına gelmesini babasına borçlu olduğunu düşünüyor. Bazen yarattığı şarkıları “Allahım bu şarkıyı bana yolladığın için çok teşekkür ederim. Onu en iyi şekilde söyleyeceğime ve konserlerde en iyi şekilde temsil edeceğime söz veriyorum” diyecek kadar çok seviyor. Dikkatli dinleyen birinin şarkı sözlerindeki hafifliğin altında çok büyük bir ağırlık olduğunun farkına varabileceğini söylüyor Nil.
Küçükken evde dinlediği tüm şarkıların kendini geliştirmesine yardımcı olduğuna inanıyor. Evde Orhan Gencebay da opera müzikleri de dinlediklerini söylüyor. “Peki ya Madonna?” diyorum Madonna’ya olan hayranlığını şarkı sözlerine döken Nil’e. Gözleri parlayarak başlıyor Madonna’yı anlatmaya. “80’lerde ben büyürken patladı Madonna. Onun yaptığı her şeyden çok etkilendim. O, dünyadaki bütün kadınlar için kendini yenilemeyi ve değiştirmeyi sembolize eden müthiş bir isim. Daima bizleri şaşırtmasını seviyorum” diyor.
Madonna’nın hep bir farklılıkla karşımıza çıkması gibi Nil de daima sürprizler yapıyor bizlere. “İnsanlar ünlü oldukları zaman tutarlı olmaları gerektiğini düşünüyorlar. Bense albümlerimde tutarsız olmaya çalışıyorum. Üç albümün de çıkış parçaları birbirinden çok farklı. Kendimi tanımsızlaştırmaya çalışıyorum” diyor. Ayrıca büyüdükçe değiştiğini ve yaşadığı değişimlerden de mutlu olduğunu söylüyor. Daima değişim içinde olursa kendisinin de, onu sevenlerin de sıkılmayacağını düşünüyor.

Evin şımarık kızı büyüyor
İlk albümünde sevgilisinin aşkı ona iki beden büyük gelen kız çocuğu Nil’e ne olmuştu da ikinci albümde “Çocuk da yaparım, kariyer de” demeye başlamıştı? Şarkılarına baktığı zaman büyümeye başladığını gördüğünü söylüyor. “Birinci albümden ikinci albüme kadar olan süreçte büyüdüm. Tükürdüklerimi teker teker yaladım. 10 sene sonra neler söyleyeceğimi ben de çok merak ediyorum” diyor gülerek.
Eskiden çok daha patavatsız olduğundan dem vuruyor. “Artık birine kızmadan önce iki kere düşünüyorum. Empati kurmaya başladığımı fark ettiğim zaman büyüdüğümü anladım. Mesela, eskiden arkadaşlarımla bir araya geldiğimde sadece ben konuşurdum. Şimdi onları dinlemeyi de öğrendim. Bu da büyüdüğümün bir başka göstergesi” diyor.
Büyümek Nil’in evlilik ve çocuk sahibi olma konusunda daha fazla kafa yormaya başlamasına da neden oldu. “Nasıl bir anne olacağım konusunda hiçbir fikrim olmamasına rağmen çocukları çok seviyorum. Bir yandan çok korkutucu buluyorum çocuk sahibi olma fikrini ama bu konuda incelemelerde bulunmaya başladım. Çocuklu arkadaşlarımı ziyaret ediyorum. Geçen gün uzun süredir görmediğim iki tane kızı olan bir arkadaşımın evine gittim” diyerek evlilik konusundaki düşüncelerini paylaşıyor benimle.

Nil modası
Büyüse de değişmeyen tek şey var Nil’de, o da alışveriş ve modaya olan düşkünlüğü. Çekim boyunca Barbie’ye kendinden bir şeyler katarak Barbie’nin kendisine devrettiği tacı en iyi şekilde taşıyan Nil, tıpkı onun gibi kıyafetlere bayılıyor. Bunun için de kendini bir mimari proje gibi tasarlamayı sevdiğini söylüyor. “Her gün ne giyeceğini uzun uzun düşünen insanlardan değilim. Özellikle konserlerin öncesinde ne giyeceğimi tasarlıyorum ve bunu yapmayı da çok seviyorum” diyor.
Çok farklı renkler, kıyafetler ve aksesuarları bir arada kullanarak nev-i şahsına münhasır bir tarz yaratan Nil’in giyim zevkinin kardeşinin alay konusu olduğunu öğreniyorum. Kardeşi “Gardıroba girip, içinde son hızla dönüp, üstüne yapışan şeylerle sokağa çıkıyorsun. Portmanto gibisin” diyor Nil’e.
Kardeşinin portmantoya benzettiği Nil’in kendine özgülüğünün sırrı moda olan şeyleri giymekten köşe bucak kaçıyor olması. Ayrıca, dikkat çekmeyi çok seviyor ve “Bunun ünlü olmamla alakası yok. Görsel anlamda dikkat çekmek her zaman hoşuma giderdi” diyor. Hüseyin Çağlayan, Martin Margiela, Alexander McQueen, John Galliano ve Vivienne Westwood’u çok beğeniyor. Christopher Kane, Ashish ve Manish Arora gibi yıldızı yeni parlayan moda tasarımcıları da takip ettiğini söylüyor.

No comments:

Post a Comment