Kadınız ya, “Onu giyme, bunu giy. Öyle gülme, böyle gül. O yana bakma, önüne bak” sözleri hep bir yerlerden çalınır kulağımıza. Aile, mahalle, toplum ve devlet birer kontrol ve ahkâm kesme mekanizması olarak durmadan kendilik sınırlarımızı ihlâl eder. Kimisini sindirir duydukları, kimisini de başkaldırıya iter. Ancak ne olursa olsun tahakküm, Demokles’in kılıcı gibi tepemizde sallanır durur. Hele hele, çoğulculuğu ortadan kaldıran otoriter veya totaliter rejimler altında yaşanıyorsa, kadına yönelik baskının dozu daha da artar.
Teokrasiyle yönetilen İran’da, herkesin, ama bilhassa kadınların yaşamı yasaklarla kısıtlanıyor. Neden özellikle kadınlar? Kanunu koyan, dini çıkarları doğrultusunda eğip bükerek kanunlara yediren, devleti yöneten, her konuda söz sahibi olan eril iktidar da ondan. Geçtiğimiz günlerde, 18 yaşındaki İranlı genç kadın Maedeh Hojabri, başörtüsü olmaksızın dans ederken çektiği videolarını Instagram’da paylaştığı için tutuklandı. Çünkü İran yasalarına göre kadınlar başlarını örtmek zorundalar; erkeklerin bulunduğu bir ortamda ve kamusal alanda dans etmeleri ve şarkı söylemeleri de kanunlara aykırı.
Salıverildikten sonra İran’ın TRT’sine yüzü buzlanmış bir şekilde çıkan Hojabri, gözyaşları içinde yaptığının ahlâka aykırı olduğunu itiraf etti. İranlı aktivistler ise, bunun hükümetin sıklıkla başvurduğu bir taktik olduğunu ve kadının zorla itirafa mecbur bırakıldığını savundu. Zaten yayının bir korku filmini çağrıştıran atmosferinin, toplumda dans etmeye yeltenen kadınların gözünü korkutmayı amaçladığı çok açıktı.
Sizce bu kadınları durduruyor mu? Hayır tabii ki. Dünyanın her yerinde, kadınların erkek egemenliğine karşı direniş ve mücadelesinin o kadar köklü bir geçmişi var ki (tarihin başlangıcından beri!), bu mücadeleci ruh, betonu delen bitkiler gibi, en sert koşullarda bile ortaya çıkıveriyor. Nitekim, İranlı kadınlar, tutuklamayı protesto etmek ve Hojabri’yle dayanışma göstermek için danslı videolarını, dans etmek suç değildir ve özgürlük için dans et etiketleriyle sosyal medya hesaplarından paylaşıyorlar. Üstelik, Facebook, Twitter, Youtube ve Telegram’a erişim devlet eliyle yasaklandığı halde, tutuklanmayı göze alarak yapıyorlar bunu.
Dans eden ve başkaldıran kadınlardan söz edip de feminist ve anarşist yazar Emma Goldman’a değinmeden olmaz. “Dans edemediğim devrim benim devrimim değildir” sözü kendisine mal edilmiş olan Goldman, slogana dönüşmüş bu sözden ötesini Hayatımı Yaşarken adlı otobiyografik kitabında anlatır. Bir gün şen şakrak dans ederken, bir erkek tarafından kenara çekilir ve bunun anarşist harekette ağırlığı olan biri için uygun bir davranış olmadığı konusunda uyarılır Goldman. “Havailiğim davaya zarar verebilirmiş.” Öfkeden deliye döner, karşısındaki adama işine bakmasını söyler. Çünkü davanın temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önüne sürülmesinden bıkmıştır. İstediği özgürlüktür, kendisini dilediği gibi ifade edebilmektir. Onun anarşizmden anladığı da budur zaten.
Ne garip değil mi? 1934’ün Amerika’sında anarşistleri tedirgin eden dans, 2018’in İran’ında İslamcıları korkutuyor. Eril iktidar, maskesini değiştire değiştire bize ne yapacağımızı dikte etmekten hiç vazgeçmiyor da kulak asan kim?
*15 Temmuz 2018 tarihinde Cumhuriyet PA7AR'da yayınlandı.
No comments:
Post a Comment